İkinci Düşüş – 2: Şeytanın Yemini
Faruk Ay, 16 Kasım 2016İlk yazıda ilk düşüşten ve ilk düşüşe giden yoldan daha doğrusu labirentten bahsetmiştik. Şeytan yasak ağaca giden yolu süsleyip Hz. Âdem’i yoldan saptırmıştı.
Şimdi bu olayın öncesine, Hz. Âdem’e secde edilmesi emrinin geldiği ana gidelim. Bunu kabul etmeyen şeytanın insandan üstün olduğuna olan inancı, kibir ve gururla birleşince kıyamete kadar sürecek bir düşmanlığın ilk adımını attı ve sonrasında büyük yeminini dile getirdi.
Şeytan, devam etti: “Öyleyse, madem Sen benim azgınlık edip sapmama yol verdin, ben de andolsun, o insanları saptırmak için Sen’in dosdoğru yolunun üzerine oturacağım. “Oturup, kâh önlerinden, kâh arkalarından, kâh sağlarından, kâh sollarından kendilerine yaklaşacağım. Onların çoğunu şükredenler olarak bulmayacaksın!” – A’raf, 16-17
Labirent örneğinde olduğu gibi Şeytan, insanı dosdoğru yoldan saptırmak ve bunu zorla değil insanların kendi iradeleri ile yapmaları için de her yolu / hileyi deneyeceğini, pes etmeyeceğini ve sonunda da insanların büyük çoğunluğunu inkar ve isyana sürükleyeceğini iddia ediyor.
Şükürsüzlük, insanın hırs gösterip kendisine verilenle yetinmemesi, hürmetsizlik ile israf etmesi olarak ifade edilebilir. İnsanın evrim süreci sonunda şu anda bulunduğu hale geldiğini ancak bundan çok daha ileri gitmesi gerektiğini düşünen transhümanist bakış açısı bu şükürsüzlük halini çok net bir şekilde ortaya koyuyor. İnsanın kendi eliyle kendi mahiyetini değiştirme çabası.
İnsanın Mahiyeti
Önce insanın mahiyeti ve ne için yaratıldığını hatırlayalım.
“Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” (Acluni, Keşfü’l-Hafa, II/132)
“Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediği vakit onlar: “Â! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahlûk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet yapıp, Sen’i tenzih etmekteyiz!” dediler. Allah: “Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim” buyurdu.” – Bakara, 30
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” – Tin, 4
“Ben cinleri ve insanları yalnız beni tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım.” – Zariyat, 56
“Kim nefsini bildi, Rabbini bildi.” (Aclunî, 2/262)
Bu ayet ve hadislerden marifet-i ilahiye tahsilinin insan için yegane vazife olduğu ve bunun yolunun insanın kendi yaratılışındaki anlamları kavramasından geçtiğini anlıyoruz. Bununla birlikte insanın zayıf olduğu da bildiriliyor.
“Allah sizin yükünüzü hafifletmek ister, çünkü insan hilkatçe zayıf yaratılmıştır.” – Nisa, 28
“İnsan zaîftir, belaları çok. Fâkirdir, ihtiyacı pek ziyâde. Âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâl’e dayanıp tevekkül etmezse ve îtimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azâb içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.” Sözler – 6. Söz
Demek ki insanın yaratılışındaki zayıflık en güzel surette yaratılmasına engel değil bilakis bu güzelliğin bir parçası. Acz ve fakr insanın zayıf yaratılışını anlamamıza yarayan iki kavram, fakr insanın ihtiyaçlarının, başta aşk-ı beka olmak üzere, sınırsız olduğunu, acz ise bu durumdaki insanın kendi gücüyle yapabileceklerinin ne kadar sınırlı olduğunu ifade ediyor. Bunlar özellikle gücün yüceltildiği modern dünyada olumsuz kavramlar gibi görünse de insanın yaratılışı itibariyle gerçek vazifesine yönelmesi ile birer kanat hükmüne geçip insanın benliğinden bütün bütün kurtulmasına yardımcı olur ve insanı Allah’ın isimlerinin tecellilerinin görüneceği şeffaf bir hale getirir, bu hale insan-ı kamil yani en güzel yaratılmanın hakkını veren insan diyoruz.
Belki de zayıflığın kabulü insanın kendi mahiyetini tanıması adına atması gereken ilk adımdır. Kendini bilen rabbini bilir fehvasınca, insan gerçek fakrın yalnızca O’na muhtaç olmak olduğunu, O’ndan gayrı hiçbir şeye de ihtiyacı olmadığını anlar.
Aksi durumda yani teslim olmazsa, yani zayıflığını tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak görürse bu durumda 6. Söz’de ifade edildiği gibi ya sarhoş ya da canavar olur. Canavar olma durumu haddi aşmaya götürür insanı, zira sözde tedavi adına yapacağı hiçbir şey yeterli gelmeyecektir. Sonsuzluğu bu fani dünyada elde etmek imkansız olduğundan (termodinamik 2. yasası / entropi) zihnini dijital bir hale getirip muhafaza bile etmeyi başarsa hiçbir zaman sonsuz arzusunu tatmin edemeyecek ve haddi aştığı için daha büyük elemlerin içine sürüklenip duracak.
Günümüzde insan mahiyetinden her geçen gün uzaklaştığı için her yeni gelişme haddi aşma adına bir tehlike olarak ortaya çıkıyor. Tehlikenin büyüğü insanın kalbi boyutu ile ilgili olan ve bununla ilgili savaşçı serisi (1, 2, 3, 4) ve Selim Toprak’ın yeni yazı serisi teferruatlı bir şekilde konuyu ele alıyor. Burada ele almak istediğim ise insanın fiziksel tarafını da ilgilendiren yanı. Genetik mühendisliğindeki gelişmeler sayesinde insanların en temel yapıtaşları ile oynanmaya başlanması.
Ekinler ve Nesiller
“Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez.” – Bakara, 205
Ürünlerin ve nesillerin mahvı için günümüzde genetiği değiştirilmiş ürünler tek başına yeterli. Genetiği değiştirilmiş ilk ticari gıda 1994 yılında piyasaya sürüldü ve o tarihten itibaren birçok sağlık göstergesinde negatif artış görülmeye başlandı. Gıda alerjilerinin artması, kronik hastalıklardaki artış ve bunların yanında yabancı otlarla mücadele için artık daha güçlü zirai ilaçların gerekmesi şu ana kadar görülenlerin bir kısmı. Genetiği değiştirilmiş gıdaların etkilerinin sonraki nesillere aktarıldığını göz önünde tutarsak ekinlerin ve nesillerin mahvı için uğraşıldığını söylemek çok da abartı olmaz. Özellikle de işin ekonomik yönü mega şirketleri devletler üzerinde baskı kurmaya itti ve GDOlu ürünlerin piyasaya daha kontrolsüz bir şekilde girmesi sağlandı. Mevcut duruma karşı tedbir almak bir yana her geçen gün geri çevrilmesi zor bir şekilde durum daha da kötüye gidiyor.
Her teknolojide olduğu gibi sınırın nereye konulacağının bilinememesi sorunu genetik mühendisliği için de söz konusu. Örneğin genetik rahatsızlıkların giderilmesinde ya da genetiği bozulmuş bir gıdayı eski haline getirmek için bu teknolojilerin kullanılması mantıklı. Bir de gri bölgede kalan bazı çalışmalar var, Altın Pirinç (Golden Rice) bunlardan biri, her sene 5 yaşın altında 670 bin çocuk A vitamini eksikliğinden dolayı hayatlarını kaybediyor ve A vitamini ile zenginleştirilmiş Altın Pirinç bu sorunu çözme potansiyeli taşıyor. Fakat bu bir ilaç değil de gıda olarak sunulunca doğal olarak çevreci kuruluşların tepkisini çekiyor. Her ne kadar güvenliği için sürekli uğraş verilse de çizginin nereye konulacağının bilinememesi insanları tedirgin ediyor.
İnsanın Genetik Yapısına Müdahale
1987 yılında araştırmacılar E.Coli bakterisi üzerinde düzenli aralıklarla bölünmüş palindromik tekrar kümeleri (CRISPR) buldular fakat bu tarihte henüz işlevi tam olarak karakterize edilmiş değildi. 2012 yılında ise CRISPR sisteminin genetik değişiklik için yüksek potansiyel taşıdığını ortaya koydular.
2013 yılının Ocak ayında ise CRISPR/Cas9 ismi verilen tekniğin insan ve fare hücrelerinde başarı ile uygulandığı kanıtlandıktan sonra genetik mühendisliği çok hızlı bir şekilde kendisine yeni alanlar bulmaya başladı.
Tekniği uygulamanın maliyeti yüksek olmadığı için dünyada bir çok araştırma laboratuarı çalışmalar yapıp kendi patentlerini almak için sıraya girdi. Birçok gen mühendisliği yapan şirket arasında patent savaşları başladı ve şirketler birer birer borsaya açılıyor. (ilk üçü Editas, Intellia ve CRISPR Therapeutics)
Geçtiğimiz sene gen terapisi yöntemini kullanan ilk ilaç, Glybera, lipoprotein lipaz eksikliğinin (milyonda 1-2 görülen bir hastalık, Avrupa’da tahmini 150-200 kişide var) tedavisi için Avrupa’da onay alıp satışa çıktı. İlacı özel yapan bir başka yanı ise dünyanın en pahalı ilacı olması, yaklaşık 1.1 milyon euro fiyat biçilen ilaç hastalar için kalıcı bir tedavi öneriyor. Bu alana yapılan yatırımların hızlı bir şekilde artması ile birçok farklı hastalığa çok daha ucuz alternatifler çıkacağını öngörmek zor değil. Özellikle 2017 itibariyle birlikte birçok şirket klinik testleri tamamlayıp onay için başvuracaklar. Muhtemelen önümüzdeki 10 yıl içinde çok daha fazla hayatımıza girmeye başlayacak gen terapisinin geleceği için üç safha öngörülüyor.
- Kanser dahil tedavisi çok zor ya da henüz tıbbi olarak mümkün olmayan birçok hastalık tedavi edilecek.
- Genetik hastalıklar özellikle zeka geriliği tedavi edilecek, hatta bir adım öteye gidilip zeka artırmak için genetik olarak gerekli iyileştirme yolları aranacak.
- Genetik mühendislik sayesinde insanlar bebeklerini tasarlayabilecekler, çok yiyip kilo almayacaklar, ve belki hiç yaşlı görünmeyecekler.
Elbette bu gelişmeler birçok etik problemi de beraberinde getiriyor. Nerede duracağımızı bilemeyeceğimiz bir sürecin içine girmiş durumdayız. Örneğin gene drive adı verilen teknik ile birlikte değiştirilmiş genlerin sonraki nesillere aktarılması mümkün görünüyor. Bu yöntem sıtma ve zika gibi hastalıkları taşıyan sivrisinek gibi canlıların bunları insanlara bulaştırmasına kalıcı olarak engel olabilir. Fakat bu geri dönüşü olmayan uygulama kontrolden çıkarsa felaket sonuçlara yol açma potansiyeli var.
DARPA şimdiden araştırma bütçesinin önemli bir kısmını genetik yapının restorasyonu konusuna ayırmış durumda. Güvenli Genler projesi kapsamında genetik değişikliklerin kontrolden çıkma ihtimaline (bio-terör, ya da istem dışı) karşı bozulan genlerin tekrar geri döndürülmesi için çalışmalar yapıyor.
“Allah o şeytana lanet etti. Ve o da: «Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım, ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler» dedi. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyana uğramış olur.” – Nisa, 118-119
Bu ayetlerde geçen Şeytan’ın iddiası günümüzdeki gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde iki nokta dikkat çekiyor, birisi hayvanların kulaklarının yarılması, bu yazıda da geçen CRISPR tekniğini (kes, çıkar, değiştirilmiş sekansı ekle) akla getiriyor. Maalesef işin gittiği nokta özellikle gerçek mahiyetlerini unutan insanlar ‘zayıf’ yaratılışlarını bir eksik olarak görüp, Allah’ın takdir ettiğine şükürsüzlük göstererek her geçen gün Allah’ın yaratışını daha fazla değiştirmeye çalışacak.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017