Peter Thiel neden Trump’ı destekledi? – 2
Bedirhan Sonakın, 24 Kasım 2016Önceki yazımızda Peter Thiel’in Donald Trump’ın başkan adaylığı sürecindeki rolünü, daha çok sürece odaklanarak anlatmaya çalıştık. Bu süreçte Thiel’in şaşırtıcı ve etkin rolünün anlamını analiz etmek bu yazıya kaldı. Bu anlamda Peter Thiel’i tanıyabilmek için, ilk yazıda değindiğimiz “Bir Liberteryen’in Eğitimi” başlıklı makaleyi biraz daha detaylı incelemek gerekiyor. Thiel bu makaleye başlarken kendi dünya görüşünü şu şekilde ortaya koyuyor:
“…yıkıcı vergilerin, totaliter kurumların ve herkes için ölümün kaçınılmaz oluşunun karşısında duruyorum. Tüm bu nedenlerden ötürü kendime halen Liberteryen diyorum.
Ancak şunu itiraf etmeliyim ki, son 20 yıldan uzun bir süredir, bu hedeflere nasıl ulaşılabileceği sorusu hakkında radikal bir şekilde değiştim. Daha da önemlisi, artık özgürlük ve demokrasinin uyumlu olduğunu düşünmüyorum.”
Thiel, makalenin devamında Amerika’nın 1920’lerdeki ekonomik buhrandan çıkışının devletin ekonomiye az müdahalesiyle mümkün olduğunu ve ardından da 1930’lardaki büyümenin geldiğini ancak bu büyümenin Büyük Buhran nedeniyle olduğunun unutulduğunu söylüyor. Ardından da 2009 krizini eleştirirken, devletin ekonomiye sağladığı borçtan ve kaldıraçtan dolayı oluşan bir ekonomik krizin, devletin daha fazla borç ve kaldıraç sağlaması ve en önemlisi daha da çok “yönetmesi” ile sonuçlandığını ve serbest pazarın zedelendiğini söyleyenlerin de fırtınaya karşı bağırma konumunda olduklarını belirtiyor.
Bunun yanında totaliter veya fundamentalist yönetimleri felaket olarak görürken, sosyal demokrasi kavramına da düşünmeyen kalabalıkların rehberliği olarak bakıyor. Kapitalist Demokrasi kavramının ise 1920’lerden beri sosyal yardım alan kişilerde olan sayısal artış ve kadınlara oy hakkı verilmesi (bu konuda aldığı eleştirilerden dolayı ayrıca bir açıklama yaptı.) ardından bir oksimorona dönüştüğünü savunuyor.
Ancak yine de Thiel farklı bir biçimde, dünyanın muhtemel geleceklerinin hepsinde bu tarz sıkıcı ve kısıtlayıcı bir politik yapı olduğunu düşünmüyor. Bir liberteryenin günümüzde bu politik yapıların tümünden kaçması gerektiğini düşünüyor. Bunun da politika yoluyla değil, bilakis ötesinde bir yöntemle yapılabileceğini düşünüyor. Burada Thiel’in görüşlerinin yanında hatırlamamız gereken konu yeni teknolojilerin yıkıcılığı (disruptive) konusunda son yıllarda yapılan birçok konuşmanın, devlet konusunda tıkanması. Kimisi bu alanda da bu tarz yıkıcı bir gelişme beklerken, kimisi de bu konuya girmemeye özen gösteriyor. Geçtiğimiz Obama yazılarında da Obama’nın devlet kavramı üzerine gelişime açık ama ana hatlarla ilgili muhafazakâr bir görüşü olduğunu belirtmiştik.
Peter Thiel, dünya üzerinde keşfedilmemiş ve özgürce yaşanabilecek bir toprak olmadığı için, kendisinin teknolojinin yardımıyla bu tarz özgürlük alanları oluşturmaya odaklandığını belirtip, özgürlükleri yaşamanın mümkün olduğu 3 teknolojik çözümü ortaya koyuyor.
Bu teknolojik çözümlerden ilki olarak Thiel, Siber uzayı örnek gösteriyor. Internet’in sınırları aşan yapısının girişimcilere yeni alanlar oluşturmak için fırsat sunduğunu belirterek, örnek olarak da kendi girişimi olan PayPal ile yine kendisinin yatırımcı olduğu Facebook’u gösteriyor. Internet’in sanal oluşunun ve kaçışın sanala doğru oluşunun bir sınırlama olduğunu kabul ediyor. Buna rağmen Internet’in ve oluşturulabilecek sanal dünyaların sosyal ve politik düzeni değiştirme ihtimalinin var olduğunu ve bunun henüz cevaplanmamış bir soru olduğunu düşünüyor.
Thiel’in teknolojik çözümlerinden ikincisi ise Dış Uzay. Uzayın dünya düzeninden kaçış için sınırsız bir imkân sunduğunu düşünüyor. Günümüz teknolojisi ile henüz bunun mümkün olmadığını belirten Thiel, 21. yüzyılın ikinci yarısında bu tarz bir kaçışın daha mümkün olduğunu düşünüyor. Tabi bu başlık altında Thiel’in roket teknolojisinin 1960’lardan beri çok gelişmediğine dair düşünceleri ve uzayın ticarileştirilmesi ile ilgili çalışmaları arttırma konusundaki yönlendirmeleri de yer alıyor.
Thiel’in son çözümü ise okyanusların bir kaçış alanı olarak kullanılması var. Thiel okyanuslarda yerleşimler kurulduğunda yeterince insanın bunu seçebileceğini düşünüyor. Bunun uzayın kullanılmasından daha mümkün ve çok daha yakın dönemde olabilecek bir gelişme olduğunu ve bunu desteklediğini söylüyor. Bu konudaki çalışmaların, sabit yapay adalar oluşturmak veya büyük gemiler yapmak ve teknolojik gelişmelerin kısıtların uygulanamayacağı uluslararası sularda bu mekanlarda üretilmesi noktasında odaklandığını da belirtmek lazım.
Tüm bu olasılıkları ortaya atan Peter Thiel’in amacı ise kapitalizmin ve özgürlüğün tamamıyla yaşandığı ortamlar oluşturmak. Devletlerin ticarete hiç müdahale edemediği bir kapitalizm için bunun gerekli olduğunu düşünüyor.
21 Temmuz 2016’da The Guardian’da Ben Tarnoff, Thiel’in bu desteğinin arka planını “Donald Trump, Peter Thiel ve Demokrasinin Ölümü” isimli makalesinde tartıştı. Thiel’in altın çağ olarak gördüğü çağ, Apollo Programları gibi Soğuk Savaş dönemi teknolojik gelişmelerinin devlet tarafından tam güçle ve herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan desteklendiği dönemdi. Thiel, Fukuyama ile yaptığı bir röportajda “kemikleşmiş Weberyan bir bürokrasinin ve teknolojik gelişmelere karşı düşmanca oluşturulan düzenlemelerin” devletin teknolojik gelişmelerin önünü açan rolünü sakatladığını belirtiyordu.
Trump’ın Gerçek Amerikalı olarak gördüğü Beyaz Amerikalılar dışındaki tüm gruplara karşı olan ırkçı hatta faşist görüşleri tamamıyla hayata geçmese de Trump liderliğinde ABD’nin beyaz elitlere oldukça destek olurken, diğer sosyal grupları oyunun dışına atan bir Beyaz Amerikalı milliyetçiliğine bürüneceğini öngörmek mümkün. Bu anti-demokratik yaklaşım, Thiel’in aradığı ortamı sağlayabilir. Thiel, yazının başında belirttiğimiz makalesinde oy hakkının oluşturduğu problemler ve düşünmeyen halk gibi kavramlarla aslında demokrasiyi, kapitalizm açısından kısıtlayıcı bir etken olarak ortaya koyuyordu.
Trump’ın ortaya koyduğu vergi reformunun daha çok ABD’nin en üst %0,1’lik kesimine yarayacağı ve Trump’ın kamu harcamalarını büyümeyi arttıracak şekilde yönlendireceği açıkça görülürken, bunun devleti teknoloji harcamaları konusunda Thiel’in öykündüğü Soğuk Savaş dönemine benzer bir yapıya dönüştürebileceği söylenebilir.
Ancak Thiel’in bu öykünmesinin sadece basit bir kapitalist iş adamı bakışından daha sofistike bir düşünsel altyapıya oturduğunu belirtmek önemli. Thiel düşünce hayatı da zengin bir kişilik. Ekonomik açıdan ABD’nin büyümesindeki son birkaç on yıllık yavaşlama ve daha da ötesi ekonomik durağanlık ihtimali Thiel’in oldukça çekindiği bir durum. Demokratların aday adayı Bernie Sanders’in sosyalist yaklaşımının oluşturduğu çekicilik de bundan kaynaklandı. Thiel, ekonomik durağanlığın insanların refahından eksilteceğini ve bunun zamanla kapitalizme karşı bir tepki oluşturacağının farkında. Bu krize karşılık Thiel popülist politikalarla, halkı fonlayacak ama daha da çok kapitalist eliti fonlayacak, ancak bu süreçte demokrasi ve politik doğruluk kaygısı taşımayacak aday olan Trump’ı desteklemeyi daha makul gördüğü söylenebilir.
Tüm bu analizlerin yanında bir diğer önemli konu ise Thiel’in her ne kadar özgürlükçü bir kişi olsa da dünya düzeni açısından önemli olan Bilderberg toplantılarına olan katılımı olarak görülebilir. Bilderberg 2015 yazısında belirtildiği gibi Thiel bu katılımı hem teknoloji oligarşisi hem de eşcinsel camia açısından oldukça önemliydi. Bilderberg’in bu katılımla LGBT’den, Singularity’ye birçok farklı alana da ilgisini ortaya koymuş oldu. Peter Thiel’in kendi düşüncelerini açık ve net olarak dile getiren bir tarzı olduğu göz önüne alınırsa, Thiel’in katılımı Bilderberg tarafından belirttiğimiz gibi eşcinsellikten, demokrasiyi sorgulamaya ve hatta ölümsüzlük arayışına kadar birçok farklı düşünceyi içeren bir paketi satın almak gibi bir anlama geliyor. Her ne kadar Singularity konusunda Kurzweil ile birebir aynı düşüncelere sahip olmasa da ölümsüzlük ve Singularity Thiel için de cazip konular. Bilderberg 2016’ya da Thiel’in sahip olduğu, Palantir şirketinin CEO’su Alex Carp’ın katıldığını da belirtmek gerekiyor. Palantir için şimdilik devlete iş yapan siber güvenlik ve büyük veri şirketi demekle yetinelim.
Tüm bu arka plan dikkate alındığında ve Peter Thiel’in zeki bir yatırımcı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Thiel’in Trump’a olan desteğinin de bir yatırım olduğu görülüyor. Bu yatırımda Thiel, Trump’ın seçilmesi ile kısa vadede kar etmiş gibi gözüküyor. Ancak Thiel’in potansiyel kazançları ya da kayıpları açısından konuyu ilerleyen yazılarda genişletmeye bırakalım.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017