Seveneves – 11: Süper Askerler
Akif Manisalı, 18 Kasım 2016Bilim kurgu yazarı Neal Stephenson’ın son romanı Seveneves’i incelemeye çalıştığım yazı dizisinin son bölümlerinde, hikayenin özellikle üçüncü kısmını şekillendiren, genetik mühendisliği yöntemleri çevresinde gelişen kurgusal öğelere değinmeye çalışmış ve günümüz dünyasında çarpıcı karşılıklarına imza atan Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı’na bağlı Defansif İleri Araştırma Projeleri Ajansı’nın (Defense Advanced Research Projects Agency / DARPA) “Süper Asker” üretme hedefli projelerini okuyucularımızla paylaşmaya çalışmıştım. Okuduğunuz yazıda da bu “Süper Asker” projesinden basına yansıyanları paylaşarak büyük ölçüde gizliliğini koruyan bu projenin genetik mühendislik perspektifinden somut vaatlerini incelemeye çalışacağım.
GDO’LU ASKERLER
2 milyar dolarlık muazzam bütçesi ile Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş meydanındaki teknolojik üstünlüğünün sağlanması için bilim ve teknolojinin sınırlarında projeler geliştiren DARPA’nın, uzun süredir piyade birliklerini daha etkili hale getirmek için ünlü çizgiroman ve beyazperde karakteri Demir Adam (Iron Man) benzeri dış iskeletler (exoskeleton) üzerine çalıştıkları biliniyor. Amerika ordusunun “Deli Bilim Adamları” kanadı olarak da anılan DARPA’nın “Süper Asker” projesinin temel araştırma odağı ise askerlerin genetik yapıtaşları ile oynayarak onları düşmanlarından daha güçlü, daha hızlı ve “süper güçlere” sahip savaş makinelerine dönüştürme üzerine. DARPA, geniş maddi imkanlara, projelerinde kullanma adına ABD’nin en önde gelen üniversiteleri ve bilim adamlarından oluşan çok geniş ve zengin bir kaynak havuzuna ve askeriye gibi devletleri tarafından çok önem verilen bir üstünlük alanında proje geliştirme avantajına sahip. Bütün bunlar da ajansın, pek çok araştırma alanı üzerinden kesiştiği Singuleriteryen ve Transhumanist akımların arkasındaki esaslı yürütücü güçlerden biri olarak faaliyet göstermesini sağlıyor.
DARPA SÖZCÜSÜ OLARAK BİR ROMANCI
İngiliz asıllı Simon Conway, DARPA’nın, laboratuarlarına davet ederek araştırmalarının halka açık olmayan kısımları ile ilgili bilgilendirdiği bir romancı. 1967 senesi California, ABD doğumlu, İngiltere eğitimli yazarın kendisi de eski bir İngiliz askeri ve savaş alanlarında kalan mayınların temizlenmesi için çaba gösteren bir aktivist. Romanlarında askerlik tecrübesinden yararlanan ve asker ya da casusların başından geçen olayları işleyen yazar, DARPA’nın “genetiği ile oynanmış” askerler üretmek üzerine çalışmalarını halka duyurmak için seçtiği bir sözcüsü. 2012 senesinde gazetecilere verdiği röportajda, meselenin vücuttaki enerji üretiminin verimliliğini arttırmakla alakalı olduğunu ifade eden Conway, devamında DARPA’nın araştırmaları ile ilgili çarpıcı hedefler ortaya koyuyor:
“Askerler, Olimpik atletlerle aynı hızlarda koşabilecek, büyük yükler taşıyabilecekler ve uyumadan ve yemek yemeden uzun süreler hayatta kalabilecekler.”
Aynı sene piyasaya çıkan “Rock Creek Park” romanında da DARPA’da kendisine yapılan sunumlardan faydalanmış gözüken yazar, romanın hikayesini, Washington, D.C.’de bir parkta bulunan insan üstü yeteneklere sahip bir ceset ve ordunun gizli araştırmaları üzerine kurguluyor. DARPA’nın 2012 senedinde Simon Conway ile ilk açıklamalarını yaptığı “Genetiği ile Oynanmış Süper Asker” programı ile ilgili zaman geçtikçe ortaya çıkan diğer bilgilerin bir bilim kurgu romanının sayfalarından dökülüyor gibi durması, ajansın kendilerine sözcü olarak neden bir askeri gerilim edebiyatı yazarını seçtiğini de anlaşılır kılıyor.
SÜPER ASKERLERİN SÜPER GÜÇLERİ
UYUMAYAN ASKERLER
1999 senesinde DARPA’nın yedi program ofisinden biri olarak kurulan ve “Süper Asker” projesinin de doğduğu birim olan Savunma Bilimleri Ofisi’nin (Defence Sciences Office / DSO) üzerine yoğun araştırmalar yaptığı bir konunun “Uyku” olduğunu öğreniyoruz. Yedi güne kadar hiç ya da çok az uyku ihtiyacı hisseden bir “7/24” asker yaratmak amacı ile hareket eden DSO’nun deniz biyolojisi uzmanı bilim insanları, uyku problemine çözüm bulmak için memeli olmasına rağmen uyumayan balina ve yunuslardan ipuçları elde etmeye çalışıyorlar. Beyinlerinin bir lobu uyurken diğer lobu ile uyanık kalıp yüzmeye devam eden bu memelilerin beyinlerinin kontrol mekanizmasının çözülüp askerlere uygulanması üzerine çalışmalar devam ederken, bazı bilim insanları da daha konvansiyonel yöntemler üzerine yoğunlaşıp, uyku apnesi ve narkolepsi tedavisinde kullanılan güçlü, Modafinil gibi ilaçlar üzerine deneyler yaparak askerleri uzun süre ayakta tutacak başka yöntemler üzerine çalışıyorlar.
Daha önceden Neal Stephenson ile Hiyeroglif Projesi’nde girdikleri akademik ortaklıklarıyla karşımıza çıkan Arizona Devlet Üniversitesi’nde DARPA için araştırma yapan Profesör Joel Garreau’nun açıklamalarında, Amerikan helikopter pilotlarında test ettikleri bir ilaç sayesinde pilotların 40 saatten fazla ayakta kalabildikleri ve hatta iki günden sonra dinlendikleri durumlardan da öte bir şekilde konsantrasyonlarının arttığı ifade ediliyor. Daha önceden kullanılan ve karar verme mekanizmalarını etkileyip pek çok kendi askerine isabet eden dost ateşi felaketine sebebiyet veren sentetik uyarıcı Amfetaminlere nazaran çok daha etkili ve verimli olduğu iddia edilen ilaç, yunus ve balinaların genetiğinin şifreleri çözülüp askerlere uygulanana kadar bir çözüm olarak uyku problemine geçici bir çözüm olmuş olabilir.
YEMEK YEMEYEN ASKERLER
Simon Conway’in 2012 senesindeki basın toplantısındaki açıklamalarından bir başkası da vücutlarının yağ depolarını enerjiye dönüştürebilen askerler ile ilgili. “Eğer yağ depolarını verimli bir şekilde enerjiye dönüştürebilirseniz askerlerinizi eski sıklıkta doyurmak zorunda kalmazsınız.” yorumunu yapan Conway, “Böylelikle onları savaşmak için ücra köşelere semiz bir şekilde gönderebilirsiniz ve onlar da vücutlarının yağ depolarını kullanarak yaşamaya devam ederler.” diyerek ekliyor. Askerlerin yiyeceklerini bedenlerinde taşıyor olmaları aynı zamanda operasyona çıkarken çantalarında hayati başka aletleri taşımaları için yer açılması anlamına da geliyor. DARPA’nın yağ depolarını enerjiye dönüştürme üzerine deneyler yaptığını doğrulayan Arizona Devlet Üniversitesi profesörü Joel Garreau’nun, “Bu metabolik anahtarın bulunması 40 milyar dolarlık (2016 itibariyle 60 milyon dolar) diet endüstrisini bir çırpıda silinmesi anlamına gelecektir.” yorumu, DARPA’nın deneylerinin etkilerinin ne kadar geniş olabileceği ile ilgili fikir veriyor.
ACI HİSSETMEYEN ve KAN KAYBETMEYEN “ZOMBİ” ASKERLER
DARPA, Savunma Bilimleri Ofisi’nin kurucu başkanı Michael Goldblatt tarafından tutulan bir biyoteknoloji firmasına askerlerde acıyı dindirecek bir aşı üzerine çalışma görevi veriyor. Goldblatt’in ifadesiyle “yangı ve şişlik ile tetiklenen acıyı azaltacak” olan aşı “10 ila 30 saniye arasında hissedilen acıdan sonra 30 gün boyunca acısız” geçmesini sağlayacak. Böyle bir aşı, askerlerin kan kaybının durdurulması durumunda savaşmaya devam etmeleri anlamına geliyor. Goldblatt’ın başlattığı bir başka program da askerlerin kanamasını durdurmak için manyetik bir değnek vasıtasıyla kanayan noktaya yönlendirilebilecek milyonlarca mikroskopik mıknatısı askerlerin vücutlarına enjekte etmeyi öngörüyor.
Wired dergisinde 2009 senesinde çıkan bir habere göre DARPA, Texas A&M Üniversitesi’nin Klinik Öncesi Çalışmalar Enstitüsü’yle (Institude for Preclinical Studies), travma geçiren askerlerin yüksek miktarlarda kan kaybına rağmen hayatta kalmalarını sağlayacak “altın süre”nin uzatılması için medikal tedaviler üretmeleri için 9.9 milyon dolarlık bir kontrat imzalamış durumda. Amerikan askeri kayıplarının yaklaşık yarısının savaş sahasında kan kaybetmekten dolayı olduğunu ifade eden makale, yaralanmanın ardından geçen ilk bir saatin sonrasında hayatta kalma olasılığının hızlıca düştüğünü ifade ediyor. Araştırmacıların domuzlar üzerinde deneyler yaparak hayvanları yarı-hortlak’a (undead) çevirerek kanayan yaraları durdurmaya çalıştıklarını ifade eden Wired dergisi yazarı Katie Drummond ardından ürkütücü bir gelecek öngörüsünde bulunuyor:
“Eğer bu işe yararsa sırada “zombi”leştirilecekler biz insanlar olabiliriz.”
“UYKU MODUNA” GEÇEBİLEN ASKERLER
Texas A&M Üniversitesi’nin Klinik Öncesi Çalışmalar Enstitüsü’nün kan kaybı karşısında hayat mücadelesi veren askerler için araştırdığı bir diğer alternatif çözüm ise yardım ulaşana kadar yaralı askerin bir çeşit uyku moduna (hibernation) ya da geçici ölüm (suspended animation) haline geçmesi üzerine. Böylelikle askerlerin şoka girmeden ve düşük kan miktarlarına rağmen, yardım gelene kadar hayatta kalmaları hedefleniyor.
Enstitünün bu araştırması DARPA’nın önceki girişimleri üzerine inşaa ediliyor. Bu girişimlerden bir tanesi Stanford Üniversitesi’nin, insan pankreasında da ortak bulunan bir enzim sayesinde kış şartlarından hiç etkilenmeden kış uykusuna yatma kabiliyetine sahip sincaplar üzerine araştırmaları. Bir diğeri ise, Fred Hutchinson Kanser Araştırma Enstitüsü’nde Dr. Mark Roth liderliğinde gerçekleştirilen, hidrojen sülfürün, yuvarlak solucanlar (nematode) ve sıçanların bedenlerinin oksijen kullanma kabiliyetini nasıl engellediğini ve böylelikle deneklerin kalplerinin atmadığı ve yaraların kanamadığı bir “geçici ölüm” haline girmelerini incelediği araştırmalar. Sıçanların kanının %60’ını almasına rağmen hidrojen sülfür yardımı ile 10 saat hayatta tutmayı başaran Dr. Roth’un bu araştırmalarının sonraki klinik deneylerde domuzlar ve ardından da insanlar üzerinde denenmesi planlanıyor.
Eğer bu araştırmalar başarılı olursa ulaşılması istenen durum, savaş alanındaki her askerin yanında taşıdığı bir şırınga sayesinde metabolik ihtiyaçlarını minimize edebilmesi ve kalp ve beyin fonksiyonlarını kapatarak geçiçi bir ölüm haline girmesi. Askerler savaş alanından kurtarılıp, güvenli ve tedavi imkanı olan bir alana taşındığında ise tekrardan canlandırılarak gerekli tedavinin yapılması öngörülüyor.
KOPMUŞ UZUVLARI YENİDEN BÜYÜYEBİLEN ASKERLER
DARPA’nın üzerinde çalıştığı bir başka araştırma da düşman bombaları ve mayınlar sebebiyle uzuvlarını kaybetmiş askerlerin bu uzuvlarının nasıl yeniden büyüyebileceği üzerine. Ajans, bazı durumlarda küçük çocukların kaza sonucu kopan parmaklarının tekrardan uzamasını sağlayan psikolojik tetikleri keşfedip bunu yetişkinlerde de aktif hale getirmeyi ve böylelikle bir uzvunu kaybetmiş yetişmiş askerlerini tekrardan savaş sahasına döndürebilmeyi planlıyor.
KORKU DUYMAYAN ve MERHAMET HİSSETMEYEN ASKERLER
DARPA bilim insanlarının, beynin empati ve merhamet hisseden ve korku duyan merkezlerinin, gen terapisi ile etkili bir şekilde kapatılabileceğini keşfettiği de iddialar arasında. Bu şekilde korkmak ve merhamet etmek gibi “zaaflar”dan(?) arınmış savaş makinelerine dönüşen askerler üretmenin da DARPA’nın gittikçe ürkütücü gözükmeye başlayan araştırma alanlarından bir başkası olduğu anlaşılıyor.
BEYNİ UZAKTAN KONTROL EDİLEBİLEN ASKERLER
Savunma Bilimleri Ofisi’nin üzerinde çalıştığı başlıklar arasında düşman askerlerinden 10 kat fazla kas mukavemetine sahip, iki metreden fazla zıplayabilen ya da günde 300 barfiks hareketi yapabilen asker fikirleri var. Bu programların ötesinde en deneysel ve potansiyel olarak en ürkütücü etkileri olabilecek esas programları ise beyin implantlarının zihinsel faaliyetleri nasıl arttırabileceğini araştırdıkları Beyin-Makine Arayüzü (Brain-Machine Interface) programı. DARPA yetkilisi Eric Eisenstadt’ın 2002’deki bir teknoloji konferansında açıkladığı program, öncelikli olarak bir sıçanın beynine çip takıp uzaktan hayvanın hareketlerinin kontrol edilip edilemeyeceği üzerine geliştiriliyor. Eisenstadt’ın açıklamasına göre “beyin ile direk bağlantı sağlayarak uzaktan kumanda edebilme”yi amaçlayan programın nihai hedefi ise “askerlerin sadece düşünce ile iletişim kurabilmeleri.” 2008 senesinde savunma alanında faaliyet gösteren bilim insanları tarafından hazırlanan bir rapor, Beyin-Makine Arayüzü programının, askerlerin düşman kuvvetler tarafından uzaktan yönlendirilebilmeleri ya da kumanda edilmeleri olasılığı gibi bazı olumsuz yönlerini ortaya koyuyor.
DARPA’nın Savunma Bilimleri Ofisi’nin başkanı Michael Goldblatt, Beyin-Makine Arayüzü programının ortaya çıkaracağı ahlaki/etik problemlerle ilgili soru sorulduğunda, “Beyninizde düşüncelerinizi kontrol etmenizi sağlayacak bir çip olması, sağır insanların duymasını sağlayan Cochlear implantından nasıl farklı oluyor?” sözleriyle programını savunuyor. Asıl çarpıcı yorum ise insanların kötü amaçlar için uzaktan kontrol edilebilmeleri gibi istenmeyen sonuçlar ile ilgili sorgulandığında geliyor:
“Her şeyin istenmeyen sonuçları vardır.”
Canavar’ına elektrik vermeden önce egosunun sarhoşluğunu yaşayan Doktor Frankenstein ya da insanlığın içindeki kötülüğü sileceği ulvi amacı peşinde koştuğunu düşünen Doktor Jekyll gibi, elindeki güç ve başaracaklarına duyduğu şehvet ile cüretkarlaşmış ve Tanrı kompleksi ile insanlık üzerinde oyunlar oynayan insanlarla mı karşı karşıyayız ve Frankenstein’ın Canavar’ı canlandığı ya da Mr. Hyde ortaya çıktığı zaman artık çok mu geç olacak soruları, her aklı başında “insan”ı düşünmeye sevketmesi gereken sorular olarak karşımızda duruyor. Bunların sadece paylaşmayı seçtikleri projeleri olduğu ve geliştirilen ve insanlığın henüz hazır olmadığını düşünerek bahsetmedikleri diğer araştırmalarının neler üzerine olduğunu hayal etmenin ise açıklananlardan daha ürkütücü olduğunu itiraf etmek zorundayım.
Not: Seveneves romanını incelemeye çalıştığım yazı dizisine, “Süper Asker” projesinin edebiyat, sinema ve oyun sektörlerinde günümüze kadar nasıl işlendiğine değinerek önümüzdeki yazıda devam etmeyi planlıyorum.
“Seveneves – 11: Süper Askerler” yazısına 2 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Yecüc Mecüc ordusuna hazırlık.
İnsanlığın karşı karşıya olduğu dehşet verici potansiyel tehlikelere dikkat çekmesi açısından harika bir seri oluyor gerçekten. Konular iç karartıcı, sıkıntı verici ve teknik olmasına rağmen, yazılardaki uslubun gayet aydınlatıcı, kolay okunabilir, rahat anlaşılır ve akıcı olması ise ayrıca takdire şayan. Elinize sağlık.