Tek Sesli Singularity

, 3 Kasım 2016

Singularity topluluğu kurumları, önemli ekran yüzleri, ideologları, teorisyenleri vasıtasıyla önümüze bir resim koyuyor.

Nedir bu resim?

Bildiğiniz şeyler…İnsan biyolojik evrimini tamamladı. Ancak hala çok zayıf. Unutuyor, hızlı düşünemiyor, hastalanıyor, ölüyor. Bu aşamada artık bir kere daha evrilmesi gerekiyor ve bu sefer natürel seleksiyondan bağımsız kendi evrimini yönetebilecek kapasiteye sahip. İlk evriminin eksik ve kusurlu yanlarını yarı insan yarı makine bir forma geçerek giderebilir ki buna transhumanism deniyor. Robotik uzuvlara sahip olabilir, biyolojik bedenine entegre edilmiş şekilde süper görebileceği veya duyabileceği cihazlarla donatılabilir, zihnini bir makineye transfer edebilir. Vücudunda gezen nanobotlar hayati verilerini sürekli kontrol altında tutar ve anlık müdahalelerde bulunur.

İnsan teknolojinin Nirvana’sını hayal edebilir ama gerçekleştirmek başka iş. Bu yüzden aynı insan gibi öğrenebilir ancak insandan çok daha zeki, insan yerine düşünebilecek ve insana göre çok daha düşük oranda hata yapma potansiyeli olan yapay zekâlara ihtiyacımız var. İnsan ihtiyaçlar sınırsız bir varlık. Ama yapay zekâlar asla uyumaz, acıkmaz, susamaz. Sadece fizyolojik değil psikolojik olarak da güçlüdürler. Aşk acısı çekmezler, moralleri bozulmaz veya boş kaldıklarında canları sıkılmaz. Önce şoförlük, hekimlik, mühendislik gibi riskli işlerde insanın yerini alırlar. Sonra kendi bilinçleri oluşunca toplumdaki bir birey olarak beraber yaşamaya başlarız. Farklı gezegenlere gideriz, yeni kaynaklar buluruz. Galaksi çapında yeni medeniyetler kurar, maksimum teknolojik gelişmişlik noktasına ulaşırız. Zayıflık ve ölüm tamamen ortadan kalkar.  Nihayetinde bir omega noktasına ulaşırız.

Bir-iki paragrafa sığdırmaya çalıştığımız bu Singularity özeti konunun bütün aktörleri tarafından %90 oranında bu çerçevede seslendiriliyor. Kullanılan kelimeler de hep benzer; exponential growth (üssel büyüme), immortality (ölümsüzlük), tanrılaşma, technological revolution (teknolojik devrim), artificial intelligence (yapay zekâ)…vs. Bazı 20. yüzyıl mütefekkirleri parıltı mahiyetinde bu ittifakın sebebini açıklamışlar. Merak eden araştırıp bakabilir.

Belki bir kaç yüzyılda belki bir kaç bin yılda gerçekleşmesi beklenen bir kehanetin (veya daha akılcı yaklaşımın ürünü olan bir öngörü de diyebilirsiniz) ve ulaşmak için çıkarılan yol haritasının artık kabak tadı verecek şekilde aynı olmasını garip buluyorum ve üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.

Singularity Bir Din Mi?

Bu aslında oksimoron bir soru. Aynı şekilde Kurzweil’in Singularity’nin peygamberi olarak gösterilmesi de. Tıpkı karanlığın ışığın olmama hali veya soğukluğun sıcaklığın olmama hali gibi teknolojik Singularity dinin modern insanın sorunlarına çözüm üretememe halidir. Girdiği menfez kanaatimizce budur. Din derken tabi ki kastımız dinin özü değil. Esas aldığımız nokta dinin anlaşılamayışının, yorumlanamayışının, uygulanamayışının veya suistimal edilmesinin toplum üzerindeki etkileri. Din sosyal hayata dair çözüm üretmede son 300 yılda sınıfta kalmıştır ki kısırlık sanayi devrimiyle başlar. Aslında ontolojik olarak da sosyal hayatta var olmayan bir inanışa din demek ise mümkün değildir. Amacım din felsefesini tartışmak değil tabi ki ama bir dini veya inanışı veya öğretiyi hayatın gayesi yapılabilmesi için içtimai hayatta bazı pragmatik karşılıklarının olması gerekiyor. Mesela din GDO’ya nasıl bakıyor, bana zarar verip vermeyeceğini tam olarak bilmediğim bir şeyi yemem günah mıdır? Akıllı telefonlarla yaşanan iletişim patlamasına nasıl yaklaşmalıyız? İnsan yeryüzüne halife olarak tayin edilmişse uzaylılara rastlarsak onları kendimize itaat ettirmeli miyiz? Bitcoinle ticaret helal midir?

Yurdum insanına garip ve saçma gelecek bu soruların kat kat uçuklarını Singularity oldurmaya çalışıyor. Bir şeyin neden yapılmaması gerektiğini yapıldıktan sonra anlatırsanız karşınızda onu deneyimlemiş ve memnun kalmış milyarlarca insan bulabilirsiniz.

Gelelim sorumuza…

Pozitivist, septik ve seküler bir akıldan yola çıkarak dinlerde bile karşılığını göremeyeceğiniz dogmatik, tekdüze bir yaklaşım ortaya koyan singulariteryenler aslında kendi eleştirdikleri duruma düşüyorlar.

Mensuplarının 1400 senedir aynı kitabı okuduğu, sözleri, yaşayışı, ailesi, tüm hayatı ortada olan bir Peygamberi ve ayrıca geçen zaman içinde yetişmiş on binlerce alim, mütefekkir, ilim adamı olduğu halde İslam inancında büyük günah işleyenlerin akıbetinin ne olacağı gibi temel bir mesele vuzuha kavuşturulamamış. Farklı mezheplerin imamları değişik görüşler ortaya atmışlar. Kimisi münafık demiş kimisi kâfir kimisi de günahkar mümin.

Oysa cennetin yerini henüz tespit edemediklerini söyleyerek ti’ye almalarına mukabil yeterince transhuman olursak Singularity’nin cenneti olan omega noktasına ulaşacağımızı müjdeliyorlar.

Somut olarak mevcut teknolojik gelişmişliği (A) ve varılmak istenen yeri (B) ortaya koyduğumuzda, A noktasından  B noktasına gitme ihtimal hesaplarına göre milyarda bir çıkacaktır. Mars’a roket göndermeye sevinmekle uzayda medeniyetler kurulması arasında veya akıllı telefon yapmakla zekânın tüm kainat çapına yayılması beklemek arasında hatırı sayılır bir fark var. Bu tıpkı yeni yürümeye başlayan bir çocuğun ileride Usain Bolt olup 100 metre rekortmeni olacağını varsayıp sevinmek gibi bir şey. Oysa ki milyarlarca çocuk doğuyor sadece bir tanesi Bolt gibi hızlı koşabiliyor.

Resmedilen teknolojik  gelişmişlik yaşanmaz demiyorum ancak her şeyin dönüp dolaşıp exponential growth’a bağlanması ve bütün çıkarımların buradan yapılması inandırıcı değil. Üssel büyümenin ceteris paribus koşullarda bir miktar gerçeklik payı olabilir ama kesinlikle hikayenin nihai gideceği noktayı mantıksal çerçevede açıklayamaz. Singularity tıpkı din gibi metafizik kanallardan besleniyor ve esas motivasyonunu buradan sağlıyor.  

Evet, Singularity pratikte yaklaşımı itibariyle din oğlu dindir. O halde biz de onlara da soralım: Omega noktasına ulaşmak isteyen bir transhumanist yeterince makineleşemezse akıbeti ne olur?

Omega Noktası Teorisi

Omega noktası Oğuz Aksakal’ın Transhumanizme Giriş-4 makalesinde bir paragrafla değindiği gibi erken dönem teorisini Pierre Teilhard de Chardin’in geliştirdiği bir kavram. Teilhard (1881-1955) spiritüalist, paleontolojist, jeolog bir Cizvit papazı. Önemli bir isim. İnsanın gelecekteki teknolojik evrimini seslendiren ilk kişilerden biri. Daha o yıllarda biyoteknoloji ve akıllı teknolojiler üzerine çalışmaları var. Global ölçekte hesaplama yapabilecek ve iletişim sağlayacak bir sistemin oluşacağına dair tartışmalarını kimileri internet fikrinin ilk ortaya atılışı olarak değerlendiriyor. Teilhard’ın kurguladığı transhumanizm ve bunun bir sonucu olan omega noktası teorisiyle (ONT) teknolojik gelişmeye hristiyanlık ve panteizm gözlüğüyle bakar.

1. İnsan-teknolojinin (makinenin) ortak bilgi ve zekâyla oluşan tanrısallaşmış kâinat. İşte bu gelişmişlik düzeyi omega noktasıdır. Yıllarca aranılan tanrı her şeyi kapsamıştır, her şeyin içindedir.  Bu işin panteizm boyutu.
2. Tanrısallaşmış kâinatta bütün ruhlar bir araya toplanır. Teilhard bu toplanışı “mesihin ikinci gelişi” olarak tanımlar. Yani transhuman’dan posthuman’a bir geçiş söz konusudur. Bu yaklaşım ise Hristiyanlığa bakan tarafını açıklar.

Kurzweil’in ONT’si Teilhard’ın teorisini daha sayısal (computational) düzleme çeken Barrow ve Tipler’e yakındır. Çünkü omega noktası ruh ile süper bilgisayarın bir araya gelmesi noktasıdır ama seküler bir transhumanist için ruh anlamsızdır. Tipler kâinatı bir makine gibi kurgularken ruh onun insan gibi davranmasını sağlayacak programdır. Bu yüzden olsa gerek Carl Sagan “We are frontal lobes of the Universe” -Bizler kâinatın ön loblarıyız- demiştir. Ön loblar beynin en büyük ve en önemli kısmını oluşturur. Bilinçli düşünmeyi sağlarlar.

Kurzweil enteresan şekilde tanrı konseptine dönüşen kâinatın bu noktaya hiç bir zaman ulaşamayacağını da söylüyor: “evolution moves inexorably toward our conception of God, albeit never reaching this ideal”. Zahiren bu cümlenin 2 anlamı olabilir. a) O kadar ileri bir gelişmişlik seviyesine çıkılamayacağı yönünde bir karamsarlık b) Hangi teknolojik seviyeye gelinirse gelinsin hakiki manasıyla azameti asla bilinemeyecek Tanrı’nın varlığını ve büyüklüğünü kabulleniş. Sinek kanadı kadar değeri olmadığını idrak ediş.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.