Bir Bilinç Yaratmak Üzerine

, 28 Aralık 2016

İnsan yaradılışı gereği meraklı bir varlık. Merak onun doğasında var. Bu yüzden canlı-cansız tüm eşya onun ilgi alanına giriyor. Gördüğü, duyduğu, dokunduğu veya hayal ettiği her şeyin kökeni hakkında sorular sorup cevaplarını arıyor ve böyle meraklı bir göz için evren sonsuz sayıda gizem içeriyor.

 

İnsan yaşadığı dünyayı, onu kuşatan evreni ve tüm bu akıl almaz büyüklük ve çeşitlilik içindeki kendi yerini daima sorgulamıştır. Varlığının kaynağı nedir, nereden gelmiştir? Fiziki varlığı sona erdiğinde nereye gitmektedir? Fizik varlığın dışında bir varlığa sahip midir? Var olmasının amacı nedir? Bu temel sorulara dinin ve felsefenin verdiği cevaplar var ve insanlar meşreplerine göre bu cevaplardan bazılarını kabul ediyorlar. Genel felsefi bakışa göre bu tür sorulara kesin bir cevap vermenin yolu yok. Sadece bazı mantıki çıkarımlar yapılabilir. İnanç penceresinden bakıldığında net cevaplar olmakla birlikte, inananların ezici çoğunluğu bu cevapları ancak çok dışardan ve kaba hatlarıyla anlayabiliyorlar.

 

İnsan kendisinin ve evrenin sırlarını çözmek için iki yönlü bir yolculuk yaparak bir yandan kendi dışındaki varlıkları, doğayı ve dış uzayı incelerken bir yandan da kendi zihnini-bilincini inceliyor. Aslında bu iki yönlü çalışma birbirini tamamlıyor. İnsanın, yaşadığı alemin bir modeli olduğunu, insan bilinci ile evren arasında da bir bağlantı olduğunu varsayarsak bilincin sırlarını çözmenin evrenin işleyişini ve yapısını anlamak için ne kadar önemli olduğunu görebiliriz. Ancak sorun şu ki bilincin tanımını yapıp mahiyetini kavramak en az evrenin işleyişini kavramak kadar zor bir iş. Bilinci ancak kendi kendinin farkında olmak şeklinde çok kabaca ve yüzeysel olarak tarif edebiliyoruz.  Sorulması gereken soru bilincin sadece beyindeki nöronların elektriksel faaliyeti ile mi ilgili olduğudur. Bu soruyu saklı tutarak yolumuza devam edelim.

 

Bilince ulaşmak için en azından beynin işleyişi hakkında sağlam bilgilerimiz olması gerekiyor ki bu durumda insan beyni model alınarak yapılan bilgisayarların bize yardımcı olabileceğini düşünebiliriz. Yeterince gelişmiş bir bilgisayarın bilinç üretmesi yapay zekâ anlamına gelecektir. Kendi farkındalığı olan, insanlarla konuştuğunda onları insan olduğuna ikna eden bir makina…

 

Blade Runner, Westworld gibi çok nitelikli işler bilinç yaratma üzerine kafa karıştırıcı sorular soruyorlar. Turing testini geçip, insanları aldatabilen özelliklerde bir makina düşünelim, onun için canlı diyebilir miyiz? Öyle bir makina ki insan tepkilerinin tamamını gösteriyor ancak bunu öyle programlandığı için mi yoksa bir noktada özgür iradeye kavuştuğu için mi yaptığını anlayamıyoruz! Bu durumu bilim kurgu fantezisi gibi görüp, yapay zekanın bu seviyeye gelemeyeceğini varsaymadan önce kendimize bakmamız gerekiyor. İnsanların büyük çoğunluğu çok yüzeysel ve rutin bir hayat yaşıyorlar. Pek çok insanın davranışları kolaylıkla tahmin edilebilir.  Modern insan derinliğini büyük ölçüde kaybetmiş halde olduğu için formüller üzerinden yaşıyor. Sanat ve edebiyatı baz alırsak neyi kastettiğimiz daha net anlaşılır. Devrin yazarları, müzisyenleri içten gelerek değil formüllere ve hesaplara dayalı üretim yapıyorlar. İstisnalar bir tarafa bırakılırsa artık eserlerde ilhamın izine giderek daha az rastlanıyor. Bu durum insanın derinliğinin kaybolması, tek boyutlu, sığ bir varlık haline gelmesiyle ilgili. Üstelik bu sığlaşma sürecinin sonuna gelmiş de değiliz. Bir açıdan bakarsak kurulu robotlar gibiyiz, hemen hemen aynı şeyleri yapıp olaylar karşısında aynı tepkileri veriyoruz. Burada kastettiğimiz insanların rutin günlük düzenleri değil, tepkilerinin kolaylıkla kontrol edilip yönlendirilmesi. Modaya, trendlere bakarak bunu kolaylıkla görebiliriz. Sığlaşan insan adeta düğmelerine basılarak seveceği ve nefret edeceği şeyler belirlenen bir varlık haline gelmiş durumda ki bu da aslında gelişmiş bir bilgisayar için taklit edilmesi çok da zor olmayan bir durum. Belli parametreler baz alınıp bunlara göre davranış çeşitliliği oluşturularak şuurlu bir varlık yanılsaması yaratılabilir. Öyle ki bir androidin canlı olup olmadığı tartışma konusu olup, hukuki bir boyut bile kazanabilir. İnsan elinden çıkan ve doğal olarak epeyce kusurlu olacak olacak olan- ne kadar eksilmiş de olsa- insan vicdanına ve ruhuna sahip olamayacak varlıklar yıkım getirebilir. İnsanın şu anda en büyük düşmanını imal ediyor olması ihtimali göz ardı edilemez.

 

Bilinç yaratmaya çalışıyoruz ama bilinci oluşturan tercih hakkı, daha genel ve kapsamlı bir şekilde ifade etmek gerekirse özgür iradenin nasıl oluştuğu, hatta ne olduğu konusunda bile bir bilgimiz yok.

 

İnsan ile evren arasındaki bağlantıya dönüp, insanın evrenden gelen sinyalleri alan ve yorumlayan bir tür alıcı-anten-olduğunu düşünelim, insan zihnini taklit edebilen androidler bu sinyalleri alıp kendilerince yorumlayabilirler mi? İnsanlığın kendine sorduğu kadim soruları sorabilirler mi? Mesele şu ki insan gelişimi iki yönlü ilerliyor; bilimsel gelişim sürüyor ama sözünü ettiğimiz gibi insanı insan yapan nitelikler solgunlaşıyor hatta bilimdeki gelişme bu yönelimi besliyor. Bilimsel ilerleme elbette sürecek ama bu sürecin insanı kendine gittikçe yabancılaştırması önemli bir sorun. Gittikçe sığlaşıp ruhsuzlaşan insan, yapay zekâ tarafından taklit edilmesi kolay bir varlığa dönüşecektir. İnsandaki sorunlara sahip ama ruha sahip olmayan bir varlığın bilinci olduğunu söylemek zordur. Bilinci beynin bir takım motor fonksiyonlarına bağlamak meseleyi çok basitleştirmek olur. Öyleyse evrenden tabiri caizse “sinyaller” alan ama bunu süzecek materyale sahip olmayan bir türle karşılaşmak çok da uzak olasılık değildir.

 

Ancak şunu özellikle belirtmeliyiz ki yapılan propagandanın aksine beynin sırları çözülmüş filanda değildir. İki nöron arasındaki irtibatı bulmak için bile yıllar harcandığını, insan beyninde ise yüz milyar nöron olduğunu düşündüğümüzde aslında hedefe ne kadar uzak olduğumuzu görebiliriz. Üstelik beynin sırlarını çözmenin bile bilinci açıklamak için yeterli olduğunu kimse kesin olarak söyleyemez.

 

Özetle Androidler belki bazı sinyalleri alıp “basitleşen” insan davranış kalıplarını taklit edebilirler, hatta kendi yazılımlarını bile yapabilirler ama insanın çok katmanlı zihin ve duygu dünyasına yaklaşamazlar. İnsan kendini gönüllü olarak androide dönüştürmedikçe aradaki fark her zaman belli olacaktır. Ama şu anda bile insanının derinliğini ne ölçüde kaybettiğini, tüm insani ilişkilerde yüzeyselliğin nasıl bir salgına dönüştüğünü düşünürsek androidlerin canlı ve bilinçli sayılacağı bir çağa uzak olmadığımızı söyleyebiliriz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.