Biyoteknoloji – 1
Ali Fevzi, 14 Aralık 20161900 lü yılların başından itibaren hayatımıza girmeye başlayan “Enformasyon” teknolojilerinin sağladığı bilgi üretme, işleme ve transfer yetenekleri sayesinde, insan, eşyanın bilgisine daha ayrıntılı hakim ve onu kontrol etmekte, her zamankinden daha yetkin durumda. Nanoteknoloji ile maddeye istediği özelliği ve şekli verecek şekilde yeniden yapılandırabiliyor. Çünkü maddenin yapı taşı sayılacak atom ve atomaltı parçacıkların nasıl çalıştığı hakkında bilgisi ve onları yönlendirebilecek teknolojisi var. Aynı şekilde canlı ve canlının yapıtaşı hücre ve DNA hakkında bilgisi ve onları yönlendirecek teknolojisi her geçen gün ilerliyor. Buda ona istediği özellikte ve şekilde canlılar üretmesini sağlıyor. Bunu sağlayan teknolojilerede Biyoteknoloji diyoruz.
İlk defa 1919 yılında kullanılan “biyoteknoloji” kavramı mikro organizmaları kullanarak hammaddeleri yeni ürünlere dönüştürme olarak tanımlanmıştı. Endüstriyel kullanıma yönelik ürünler geliştirmeyi hedefliyordu. Doğayı ve içindeki herşeyi, proteinden vitamine, enzimlerden hücrelere, bitkilerden hayvanlara, organlardan insan vücudunun tamamına, her şeyi birer ürün, alınıp satılabilir meta olarak gören zamanın iktisat anlayışı, günümüz teknolojileri ile, çalışma alanını tüm canlılar olarak genişletti. Artık biyoteknoloji, tüm canlıları genetiği ile oynayarak, daha iyi hale getirmenin, günümüz ekonomisine daha fazla katkı sağlayacak, daha çok kar getirecek özelliklere sahip olması için gerekli modifikasyonları yapan bir alan oldu.
Dünya nüfusu giderek artmakta ve modern dönemden beri bu nüfusun çoğunluğu şehirlerde toplanmakta. Organik tarım yapan insan sayısı giderek azalmakta. Bunun sonucu olarak başta gıda ve sağlık olmak üzere, artan ihtiyaçlara cevap vermek için fabrikasyon üretim ve verimlilik şart. Bunun için her türlü teknolojik gelişmenin önü açık olmalı. Duygusal yada ideolojik yaklaşımlar, ahlaki değerler yada dini kurallar ile meseleleri değerlendirmek, moderniteye ve rasyonel düşünceye ters. Maalesef günümüz bilim dünyasının çoğunluğunun bakış açısı bu yönde. Zaten en son 97’de ilk koyun kopyalandığında, dünya kamuoyunda, bu konuların ahlaki ve etik boyutu gündem olmuştu. Son 20 yıldır gelişmeler sadece takip ediliyor. Çünkü herşey artık çok hızlı yaşanıyor, olup biteni anlamaya bile vakit yok. Organizmaları, bitkileri, hayvanları hatta insanları bile birer organik makine olarak gören ve bu makinelerden maksimum verim elde etmek için, yapılan ve yapılması gereken herşeyi normal karşılayan bir bakış açısı ve sadece elde edeceği karı düşünen bir iktisat anlayışının güdümünde insanlık hızla ilerliyor. Yeni hayvan ve bitki türlerine, mitolojik yaratıklara, insan hayvan karışımı melezlere hazırlıklı olmalıyız.
Nazife Şişman, “Yeni İnsan: Kader ile tasarım arasında” kitabında, artık rutin bir tedavi yöntemi olan tüp bebek yönteminden bahseder. Pek çok çifti anne ve baba olmasını sağladı fakat aynı zamanda, insan hayatına; sperm bankalarını, bu bankalardan babasız çocuk yapan anneleri, taşıyıcı annelik adı altında modern köleliği, menopoz sonrası kızının yumurtasıyla doğum yapan büyükanneleri, yada kişi öldükten sonra bile dondurulan sperm yada yumurtasıyla ebebeyin olması gibi yeni anlayışları beraberinde getirdi. En önemlisi aileye, evliliğe, cinselliğe ve üremeye olan bakış açımızı değiştirdi. Tüp bebek yöntemi doğada var olan bir hatayı düzetmeye yönelik bir teknoloji iken, doğal sürecin işlemesi için sadece küçük bir dokunuş iken şimdi yeni teknolojiler, olmayanı üretmeye kalkışıyor, bedenin sınırlarını zorlayan bir vasat var önümüzde ve bunların doğuracağı sonuçlar hakkında düşünen çok az sayıda insan.
“İnsanlık, doğada yeni bir rol üstleniyor. Yaşamın kendisini hazırlıyor, düzenliyor, ayarlıyor. Canlıların genetik kodlarını, uygarlığın kültürel ve ekonomik isteklerine uygun biçimde programlamaya başladı. Genetik mühendisleri bu kez, yeterlilik ve verimlilik ihtiyaçlarına ayarlanmış, sentetik bir yaratılış oluşturma görevini üstlenerek, “Tanrılığa” soyunuyor. Bu teknolojinin yapısında var olan tehlikeler, insanoğlunun yalnız hayatta kalmasını riske atmıyor, aynı zamanda insanı, insan yapan özellikleri de değiştirme noktasında bir tehdit oluşturuyor.” – Jeremy Rifkin
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017