Farklı Bir Perspektiften Singularity – 6

, 6 Aralık 2016

Serinin daha önceki yazılarında bir parça üzerinde durmaya çalıştığımız “acz” ve “fakr” kavramlarına dair, Nursî külliyatında geçen bazı pasajlara bakmaya devam edelim. 

“Nübüvvet (Hz.Adem’den beri semavî dinlerin peygamberleri) ise, insanlığın gayesini, ilahî ahlâkla ahlâklanıp, aczini bilip ilahî kudrete iltica (sığınma), zaafını görüp ilahî kuvvete istinad (dayanma), fakrını görüp ilahî rahmete itimad, ihtiyacını görüp ilahî cömertlik ve zenginlikten istimdad (meded isteme), kusurunu görüp ilahî af için tövbe ve istiğfar, naksını (eksikliğini) görüp ilahî kemale (mükemmellik, tamlık) tesbihhan olmaktır diye, ubudiyetkârane (tevazu içinde kulluk tavrı ve şuuruyla) hükmetmişler.”

 

“Peygamberlerin, şahsî hayat için”Allah ahlâkıyla ahlâklanıp,  acz ve fakrınızın farkında olarak edep ve tevazu içinde Cenab-ı Hakk’a yöneliniz” şeklinde olan prensibi nerede? Felsefenin, insanlığın nihaî gayesi ve kemali olarak sunduğu “ilahlaşmaya/tanrılaşmaya çalışmak” prensibi nerede? Evet nihayetsiz acz, zaaf, fakr, ihtiyaç ile yoğrulmuş olan insan mahiyeti nerede? Nihayetsiz kadîr (kudretli), kavî, ganî (zengin) ve müstağni (hiçbirşeye ihtiyacı olmayan) Vâcib-ül Vücud’un (varlığı kendinden ve bütün kainat kendisinin ayakta tutmasıyla ayakta duran Hz.Allah) mahiyeti nerede?..”

 

“Bir olan Yaratıcı’yı tanımamak, tanıyıp O’nunla kalben irtibat halinde olmamak, bütün semavî kitaplarda bildirdiği ölümden sonra dirilişe ve öteki dünyaya (ahirete) inanmamak, sadece bedenî (fiziksel, hayvanî) hazlar peşinde ve dünyevî hırslar güdümünde bir ömür geçirmek insanı hadsiz elemler (acılar, hüzünler) içinde bırakır ve nihayetsiz ağır bir yükü zayıf ve âciz beline yükletir. Çünki insan, Cenab-ı Hakk’ı tanımazsa ve O’na tevekkül etmezse, o vakit insan, gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli fâni bir hayvan hükmünde olup, sevdiği ve alâka kurduğu bütün varlıklardan devamlı surette ayrılık acısı çeke çeke, nihayette, bâki kalan bütün ahbabını (sevdiklerini) elîm bir firak (ayrılık) içinde bırakıp, kabrin karanlıklarına yalnız olarak gider. Hem hayatı müddetince gayet cüz’î ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ve emeller (arzular, hedefler) ile faydasız çarpışır ve hadsiz arzuların ve gayelerin tahsiline (elde etmesine), semeresiz boşu boşuna uğraşır. Hem kendi varlığını yüklenemediği halde, koca dünya yükünü bîçare beline ve başına yüklenir. Daha cehenneme gitmeden cehennem azabını çeker.

Evet, şu elîm elemi ve dehşetli manevî azabı hissetmemek için kendisini bir şekilde uyutmayı seçer, hislerini ve varoluşsal sorularla meşgul aklını “his iptali” nevinden gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten (geçici olarak) hissetmez. Fakat hissedeceği zaman yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. Çünki Cenab-ı Hakk’a hakikî abd (kul) olmazsa, kendi kendine mâlik (sahip) zannedecek. Halbuki o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada kendi varlığını istediği şekilde idare edemiyor. Hayatına zararlı mikroptan tut, tâ zelzeleye (depreme) kadar binler çeşit düşmanları, hayatına hücum eder vaziyette görür. Elîm bir korku dehşeti içinde her vakit kendine dehşetli görünen kabir kapısına bakıyor. Hem bu vaziyette iken insanlık itibariyle kendi nevi ile yani diğer insanlar ve onların akıbeti, dertleri, hüzünleri, sıkıntıları ile de alâkadar olduğu halde, dünyanın ve insanın Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerim bir zâtın (sonsuz hikmet, kuşatıcı ilim, sınırsız kudret, engin şefkat ve cömertlik sahibi Biri’nin yani Hz.Allah’ın) tasarrufunda olduğunu düşünmediği ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, dünyanın ezici ve sıkıntılı halleri onun vicdanını daima rahatsız eder. Kendi elemiyle beraber diğer insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, taunu (salgın hastalık), tufanı, kaht u galâsı (kıtlık), fena ve zevali (yokoluş ve ayrılık), gayet rahatsız edici ve karanlıklı birer musibet suretinde onu rahatsız eder.

Kur’anın nuranî caddesi ise: Bütün bu yaraları, iman hakikatleri ile tedavi eder. Bütün evvelki yoldaki karanlıkları dağıtır.Şöyle ki:

İnsanın zaaf ve aczini ve fakr u ihtiyacını, bir Kadîr-i Rahîm’e tevekkül ile tedavi eder. Hayat ve vücudun yükünü, O’nun kudretine, rahmetine teslim edip; kendine yüklemeyip belki kendisi o hayatına ve nefsine biner hükmünde bir rahat makam bulur. Kendisinin “nâtık (konuşan) bir hayvan” değil, belki hakikî bir insan ve Rahman’ın makbul bir misafiri olduğunu bildirir. 

Hem mümine “Gücün cüz’î ise; işini kendi mâlikinin (sahibinin) küllî iradesine bırak. İktidarın küçük ise, Kadîr-i Mutlak’ın kudretine itimad et. Hayatın az ise, bakî hayatı düşün. Ömrün kısa ise; ebedî bir ömrün var, merak etme. Fikrin sönük ise; Kur’anın güneşi altına gir, imanın nuruyla bak ki: herbir Kur’an ayeti, birer yıldız gibi sana ışık verir. Hem hadsiz emellerin, elemlerin varsa, nihayetsiz bir sevab ve hadsiz bir rahmet seni bekliyor. Hem hadsiz arzuların, gayelerin varsa, onları düşünüp üzülme. Onlar bu dünyaya sığışmaz. Onların yerleri başka diyardır ve onları veren de başkadır.” der.”

“Hem der: “Ey insan! Sen kendine sahip değilsin. Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadîr, rahmeti hadsiz bir Rahîm Zât’ın kulusun. Öyle ise sen, kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme; çünki hayatı veren O’dur, idare eden de O’dur. Hem dünya sahipsiz değil ki! Sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ümitsizce düşünüp merak etme; çünki onun sahibi Hakîm’dir, Alîm’dir. (hikmetsiz iş yapmaz, ilmi kuşatıcıdır) Sen de misafirsin; fuzulî (gereksiz) olarak karışma, karıştırma. Hem insanlar, hayvanlar gibi varlıklar, başı boş değiller; vazifeli memurlardır. Bir Hakîm-i Rahîm’in nazarındadırlar. (Şefkatli Yaratıcı’nın görüşü altındadırlar) Onların elem ve meşakkatlerini düşünüp, ruhuna elem çektirme. Ve onların Hâlık-ı Rahîm’inin (merhameti engin Yaratıcı’larının) rahmetinden daha ileri şefkat sürme. Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tut, tâ taun ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün olayların dizginleri, o Rahîm-i Hakîm’in elindedirler. O Hakîm’dir, abes iş yapmaz. Rahîm’dir, rahîmiyeti (şefkati) çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.”

“Rahman ve Rahîm isimlerinin besmelenin içine girmesinin

ve her mübarek şey’in başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyanını başka vakte bırakarak, şimdilik kendime ait bir hissimi söyleyeceğim:

Kardeşim, ben Rahman-i Rahîm

isimlerini öyle büyük bir nur/ışık olarak görüyorum ki, bütün kâinatı kuşatarak, her ruhun bütün ihtiyaçlarını ebediyen tatmin ve hadsiz düşmanlarından emin edecek kuvvette nurlu görünüyorlar. Bu iki büyük ilahî isme ulaşmak için bulduğum en önemli vesile ise; fakr ile şükr, acz ile şefkat yoludur.”

“Evet hırs, canlılar âleminde en geniş daireden tut, tâ en küçük bir ferde kadar sû’-i tesirini (negatif etkisni) gösterir. Tevekkülvari rızık talebi ise, bilakis rahata sebeptir ve her yerde hüsn-ü tesirini (olumlu etkisini) gösterir.

İşte bir nevi rızka muhtaç olan meyvedar ağaçlar ve bitkiler, tevekkülvari, kanaatkârane bir şekilde yerlerinde durup hırs göstermediklerinden, (su, mineral vb) rızıkları onlara koşup geliyor, yani gönderiliyor. Hayvanlara göre çok daha fazla evlat besliyorlar. Hayvanlar ise, hırs ile rızıkları peşinde koştukları için, pek çok zahmet ve zorluk ile rızıklarını elde edebiliyorlar.

Hem hayvanlar aleminde zaaf ve aczin hâl diliyle tevekkül eden yavruların meşru ve mükemmel ve latif rızıkları rahmet hazinesinden verilmesi; ve hırs ile rızıklarına saldıran yırtıcıların gayr-ı meşru ve pek çok zahmet ile kazandıkları nâhoş rızıkları gösteriyor ki: Hırs, mahrumiyet nedenidir, tevekkül ve kanaat ise, rahmete vesiledir.”

 

“Bu kalbî/hayalî seyahat uzunca bir süre devam etti. Kısaca:

Hayvanlar âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyaçları ve şiddetli açlıklarıyla beraber zaaf ve aczleri, o âlemi bana çok karanlıklı ve hazîn gösterdi. Birden Rahman ismi, Rezzak burcunda (yani Rızık Verici mânâsında) bir güneş gibi doğdu; o âlemi baştan başa rahmet ziyasıyla (ışığıyla) yaldızladı, aydınlattı.

Sonra o hayvanlar âlemi içinde, küçük yavruların zaaf ve acz ve ihtiyaç içinde çırpındıkları, hüzünlü ve kalbi ölmemiş herkesi rikkate (şefkat ve acımaya) getirecek bir karanlık içinde diğer bir âlemi gördüm. Birden Rahîm ismi şefkat burcunda (mânâsında) doğdu, o kadar güzel ve şirin bir surette o âlemi ışıklandırdı ki; gözlerimden şekva (şikayet) ve rikkat ve hüzünden gelen gözyaşlarını, ferah ve sürura ve şükrün lezzetinden gelen sevinç gözyaşlarına çevirdi.

Sonra sinema perdesi gibi bir perde daha açıldı, insanlar âlemi bana göründü. O âlemi o kadar karanlıklı, o kadar zulümatlı, dehşetli gördüm ki; dehşetimden feryad ettim, “Eyvah!” dedim. Çünki gördüm ki: İnsanların ebede uzanıp giden arzuları, emelleri ve kâinatı kuşatan hayal ve fikirleri ve ebedî beka ve saadet (sonsuz mutluluk) ve Cennet’i gayet ciddî isteyen himmetleri ve istidadları (potansiyelleri) ve hadsiz maksatlara ve gayelere dönük motivasyonları/hisleri var. Oysaki fakr u ihtiyaçları ve zaaf u aczleriyle, hücuma maruz kaldıkları hadsiz musibet ve düşmanlarıyla beraber; gayet kısa bir ömür, gayet dağdağalı (çalkantılı) bir hayat, gayet perişan bir maişet (geçim derdi) içinde, insan kalbi için en elîm ve en müdhiş bir hâl olan aralıksız surette ölüm, ayrılış ve yokoluşlar içinde, gaflet ehli için ebedî karanlık kapısı şeklinde görünen kabre ve mezaristana bakıyorlar, birer birer ve grup grup o karanlıklar kuyusuna atılıyorlar. İşte bu âlemi (insanlık âlemini) bu karanlıklar içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün insanî hislerim, belki vücudumun bütün hücreleri feryad ile ağlamaya hazır iken; birden Cenab-ı Hakk’ın Âdil ismi Hakîm burcunda, Rahman ismi Kerim burcunda, Rahîm ismi Gafur burcunda (yani mânâlarında), Bâis ismi Vâris burcunda, Muhyî ismi Muhsin burcunda, Rab ismi Mâlik burcunda tulû’ ettiler (güneş gibi doğdular). O insanlık âlemi içindeki çok âlemleri aydınlatıp, ışıklandırdılar ve nuranî âhiret âleminden pencereler açıp, o karanlıklı insan dünyasına nurlar serptiler.”

Şimdilik alıntı yaptığımız bu pasajlarla yetinip, bir sonraki yazıda konunun farklı bir yönüyle devam etmeye çalışalım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.