Farklı Bir Perspektiften Singularity-7: Bazı Anahtar Kavramlar

, 13 Aralık 2016

Neye müşteri oluyoruz?

Birinci Söz şu şekilde devam ediyor:

“Madem her şey mânen “Bismillah” der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi “Bismillah” demeliyiz. Allah namına vermeliyiz. Allah namına almalıyız. Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız..” Bu ifadeler varlıkla olması gereken fıtrî (yaratılışa uygun) alış-verişin çerçevesini çizerken, kulluğun ruhu olan “ihlâs”a da vurgu yapıyor. Bilindiği gibi ihlâs kavramını maneviyat büyükleri, “herhangi bir menfaat veya kişisel çıkar düşüncesine girmeden, birşeyi kalben sadece Allah’ın hoşnutluğunu (rızasını) hedefleyerek yapmak” şeklinde tarif etmişler. Yukarıdaki pasajdaki son cümle konumuz (Singularity) açısından ilginç olabilir, “Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamak”. Geniş bir alanı kapsayan bu ifadeyi spesifik olarak eskatolojik bağlamda, “Mutlak gafleti hedefleyen, pazarlayan ve mutlak gaflete çağıran şeytanî kutbun temsilcisi Singularity’nin ürün, düşünce, vaat ve yaklaşımlarına (ne kadar parlak ve cazip gözükürse gözüksün) müşteri olup almamak” şeklinde yorumlayabiliriz.

“Allah (cc) Adem’i yarattığından itibaren, Deccâl fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır.” Hz.Muhammed (asm)

Nimet Farkındalığı ve Organik Pillere Dönüşme Tehlikesi

“Soru: Nimetlerin bize ulaşmasında vesile olan insanlara (örneğin manav) bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?
Elcevab: Evet o Münim-i Hakikî (nimetleri rahmetiyle bize veren, asıl mal sahibi Hz. Allah) bizden o kıymetli nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise; üç şeydir. Biri: Zikir (hatırlama, anma). Biri: Şükür. Biri: Fikir’dir. Başta “Bismillah” zikirdir. Sonda “Elhamdülillah” şükürdür. Ortada, bu kıymetli sanat harikası olan nimetlerin Allah’ın kudret mucizeleri, rahmet hediyeleri olduğunu düşünmek ve idrak etmek ise fikirdir.”

Hem bu pasajda, hem külliyatın başka birçok yerinde ısrarla “şükür ahlâkı”na vurgu yapıldığını, insanı insan yapan temel özelliklerden biri (belki de birincisi) olarak tanımlandığını görürüz. Minnetdarlık, şükran ve teşekkür hislerini işleterek yani şükür damarını tahrik ederek, “nimet farkındalığı” ekseninde, insanın Rabbine karşı kalıcı bir iç (kalbî) tavır geliştirmesinin, kulluğun merkezini oluşturduğu farklı ifadelerle ele alınır. Bu şükür/vefa ahlâkının yolunun da hatırlamaktan, anmaktan, unutmamaktan.. yani zikirden, kalben her daim uyanık (âgâh, müteyakkız) olmaya çalışmaktan ve aklı bu doğrultuda kullanmaktan yani düşünceden, fikirden, tefekkürden geçtiği birçok farklı formatta belirtilir. Bu bağlamda, ahirzamanda “gaflet”in insanlık tarihi boyunca daha önce görülmemiş bir halinin (sanal gerçeklikler, teknolojik sihirler/harikalar ve benzerleri vasıtasıyla) yaşanacağını düşününce kalp eksenli tefekkürün yani insanî duygularla yoğrulmuş düşüncenin hayatî değeri daha iyi anlaşılabilir. Veya tersten bir okumayla, singulariteryen akımın kitleleri buluşturacağı fantastik/hipnotik ürünler insanları zihinsel olarak bir yönüyle paralize ederek “fikretme”sini, diğer taraftan yaşatacağı hafıza şoku ve bilinç kıyametiyle manevî dna’sındaki (insanî ruhunda kodlanmış) mânâları “zikretme”sini yani hatırlamasını, ve dolayısıyla da “şükretme”sini engelleyerek kulluğun özünü oluşturan bu üç hakikatten insanları uzaklaştıracağı öngörülebilir. Yani (şu an için kulağa uçuk bir fikir gibi gelse de ), singularity hareketine müşteri olan kitlelerin nihaî olarak varacağı nokta, anlık geçici zevklerine sıkışıp, o zevklerin müptelası olarak sistemin kölesi haline gelmek. Nihaî olarak ise, fikirsiz, zikirsiz, şükürsüz bireyler olarak.. sistem tarafından sömürülürken, devamı için sisteme enerji sağlayan “pil”lere dönüşmek olabilir. Potansiyelini düşününce insan ve insanlık için acınacak bir son..

Ahirzamanın bazı karakteristik özellikleri

Herhalde şunu da unutmamak da fayda olsa gerek, birçok hadis-i şerifin de işaret (hatta açıkça ifade) ettiği gibi, ahirzamanda bazı hayatî kavramların içi boşaltılacak, Nursî külliyatındaki ifadesiyle “mânâsız isim ve resim” olarak kalacak. Yani (serinin daha önceki bir bölümünde değindiğimiz gibi) suret ve niceliğin egemenliği, kavramların ruhunun çekilmesine neden olacak. Bu noktada, Rene Guenon’un eserlerinde, çağın ruhuyla ilgili olarak, üzerinde durmaya değer birçok önemli saptamada bulunduğunu da hatırlatalım.

Ahirzaman’la ilgili hadislerin işaret ettiği gibi, insanlar arasından ilmin, sevginin ve şükrün çekilmesi dönemin karakteristik özelliklerinden bazılarını yansıtıyor. Yani malumatın/verinin/enformasyonun/yatay bilginin belki de insanlık tarihinde daha önce görülmemiş şekilde çoğalıp, yaygınlaşmasına rağmen insanların hakikat/hikmet/ibret/marifet/kalbî mânâlar noktasında nasipsiz kalmaları.. diğer taraftan sevgi ve şükür kavramlarının (dillerde ne kadar çok ve yaygın olarak bulunsa da) “gırtlaklardan aşağıya inmemesi”.. yani insanın kalbine mâl olup, samimi bir şekilde içselleştirilmemesi. Ayrıca nifak (düalite, ikilik, iç-dış bütünlüğünü yakalayamama) ve yalanın dönemin karakteristik özelliklerinden olması. Bu bağlamda, külliyattan iki pasajı paylaşmak konuyu biraz daha belirginleştirebilir.

Emniyetli Bir Yol ve Altı Anahtar Kavram

İlk pasajda Nursî, hakikat arayışındaki ahirzaman insanları için, zamanüstü keyfiyetiyle bütün çağlara seslenen Kur’an’dan istifade ile; genele hitap eden, kısa ve emniyetli bir metod, kestirme bir yol bulduğunu ifade ediyor:

“Cenab-ı Hakk’a vâsıl olacak (ulaştıracak) tarîkler (yollar) pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur’andan alınmıştır. Fakat bu yolların bazısı, bazısından daha kısa ve daha emniyetli oluyor. O yollar içinde, Kur’an’dan istifade ettiğim “Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür” yoludur.”

Ahirzaman insanına hitap etme iddiasında olan eserlerinde, Nursî’nin sıklıkla bu kavramların üzerinde durması, dönemin bozucu (ifsad edici) etkilerinin bu kavramların zıtlarından geleceğini öngörmesine bağlanabilir. Yani insanlık bilimsel ve teknolojik gelişmelerden aldığı güç yanılsaması ve cüretle, mutlak güçlü (tanrı?) ve herşeye sahip (sanal cennetler?) olma iddiasında bulunacak. Bu yanılsamaların panzehiri ise insanî acz ve fakrının farkında olarak, bu hakikatlerle barışık şekilde insanca bir hayat yaşamak olacak. Ayrıca insanlar bencilleşecek ve kalpler katılaşacak (bu linke bir göz atabilirsiniz: “Generation Me” (“Ben” Nesli) http://www.generationme.org/, bu ise ancak kalpte mümkün olduğunca şefkate yer vermek ile aşılabilecek. Diğer taraftan insanlar arasında kalp aydınlığında fikretme ve hakikat arayışı peşindeki düşünce azalarak, insanlık daha az düşünür daha çok tüketir, dolayısıyla da kalp eksenli ibret ve hikmet devşiremez hale gelecek. Bunun çözümü ise tefekküre (duygu eksenli derin fikrî ameliyatlara) yoğunlaşmak olacak.

Külliyatın başka bir yerinde bu dört kavrama (acz, fakr, şefkat, tefekkür), tamamlayıcı unsurlar olarak şevk ve şükür de eklenir. Bu iki kavram üzerinden ahirzaman okumasına devam edecek olursak, insanlar kalbî ve ruhî hayatlarından ödün vererek yaşayacak, bilinçsizce eğlence eksenli tüketim çılgınlığı ve hız fetişi nedeniyle “nimet farkındalığı” unutulacak, bunun reçetesi ise kalben şükür hakikatini unutmamak, hatta fıtrî olarak insanda bulunan o hakikati mayalayarak, derinleştirip büyütmeye çalışmak olacak. Son olarak da insanlık çapında yaşanacak büyük sıkıntılar (savaşlar, kıtlıklar vb?) karşısında ümitsizliğe düşmemek için, ahiret inancı ekseninde kâinatta cârî olan ilahî kudret, rahmet ve hikmeti farkederek, şevke sarılmak gerekecek.

Birinci Söz’de asıl mal sahibi (Münim-i Hakikî) olan Allah’ın, kudretinin mucizeleri ve rahmetinin hediyeleri olarak bizlere sunduğu nimetlere fiyat olarak belirtilen zikir, fikir ve şükür hakikatleri, bu altı kavramla (acz, fakr, şefkat, tefekkür, şevk, şükür) birlikte de ele alınabilir.

Doğru ve Yalan Yanyana

“Müminin firasetinden (bakışından, analiz ve hüküm verme kabiliyetinden) çekinin, çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” Hadis

Yukarıda değinilen ahirzamanın karakterinde nifak ve yalanın (hadislerde deccalizmin en önde gelen özelliğinin aldatıcılığı olacağı ifade edilir) baskın olması ile ilgili ise şu pasaj ilgi çekici:

“Eski dönemlerde sıdk (doğruluk) ile kizb (yalan) birbirinden uzaklaşmış ve cepheleri netleşmişti. Halbuki şu zamanda, kizb ve sıdkın (doğru ve yalanın) arasındaki mesafe o kadar kısalmış ki, âdeta omuz omuza gelmişler. Sıdktan (doğruluktan) yalana pek kolay geçiliyor. Hattâ siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor. İşte en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, aynı fiyatla satılsa; elbette hakikat pırlantası olan sıdk (doğruluk), o dükkâncının telkinine ve sözüne itimad edilip, araştırmadan körükörüne alınmaz.”

“Aldatıcı dükkâncı” metaforuyla dikkat çekilen tehlikelerden birinin (belki de birinci dereceden zirve temsilcisinin?) doğruyla yalanı harmanlayan, bir doğruya dokuz yalan katarak insanlara pazarlamaya çalışan deccalizm (Singularity akımı ve devamındaki temsilcileri) olmadığını/olmayacağını iddia edebilir miyiz?

Burada şunu da ifade etmek yerinde olur, Nursî külliyat genelinde şahıslar ve isimlerden çok, sıfatlar ve karakteristik özellikler üzerinde durmayı tercih etmiştir. Hatta sıfatlar üzerinden diktiği bu “kıyafetler”in içine, farklı dönemlerde farklı şahıs ve akımların gelip girebileceğini, dolayısıyla ahirzamanda aldanmamak isteyenlerin isimlere, söylemlere, slogan/vaat ve iddialara değil, sıfatlara bakmaları gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Sıfatlar ise fiillerde okunur hale gelir yani bir yönüyle: “Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.