Seveneves – 15: Gezegen Mühendisliği
Akif Manisalı, 30 Aralık 2016Bilim kurgu yazarı Neal Stephenson’ın son romanı Seveneves’in hikayesinin üçüncü kısmı, uzayın derinliklerinde nesli tükenmenin eşiğindeyken bıraktığımız insanlığın 5000 sene sonra tekrardan Dünya’ya geri dönüşlerini anlatıyor.
Kitabın bu son kısmında, parçalara ayrıldıktan sonra yeryüzüne düşmeye başlayan Ay meteorlarının yerküredeki neredeyse her şeyi dümdüz etmesi ve atmosferi de yüzeyde hiç bir canlının sağ kalmasına imkan vermeyen bir alev bulutuna çevirmesinin etkileri, teknolojik imkanları muazzam derecede gelişen “yeni insanoğlu”nun müdahaleleri ile her geçen gün azalmakta ve Dünya’ya geri dönüşlerinin temelleri atılmış durumda.
Yazar kitabını tanıtımı için verdiği röportajlarda sorulan “İnsanoğlu uzaya açıldıktan sonra neden başka bir gezegene ilerlemiyor da tekrardan Dünya’ya dönüyorlar?” sorusuna meselenin duygusal ve pratik yönlerini irdeleyerek cevap veriyor. Ana yurtları saydıları toprakları terketmek durumunda kalmış ve bir yerlerde diaspora olarak hayatlarını sürdürmekte olan sürgün edilmiş toplumların kültürlerinde çok derin bir eve dönüş arzusu gözlemlendiği ifade ederek meselenin duygusal boyutunu açıklayan Stephenson, uzayda yaşam planlarının pratik tartışmalarına değinerek devam ediyor. Uzayda yaşam ile ilgili iki farklı ekolün olduğuna dikkat çeken yazar, bir kısım insanın uygun koşullara sahip başka bir gezegene giderek, terraforming gibi gezegen mühendisliği (planetary engineering) teknikleri ile orayı insanların yaşayabilecekleri bir gezegene dönüştürmek fikrini benimsediğini, bir kısım insanın ise, bir gezegene yerleşmektense “in situ” latince tabiri ile ifade edilen uzayda mevcut bulunan asteroitler ve kuyruklu yıldızlar gibi yerinde kaynaklardan faydalanarak gezegenlerden bağımsız uzay kolonileri inşaa etme fikrinin arkasında durduklarını ifade ediyor. İki farklı yaklaşımın da kendisine göre güçlü argümanları olduğuna değinen yazar, Seveneves’in hikayesinde Ay’ın parçalanarak insanlığın Dünya’yı terketmesine sebep olduğu için artık bir seçenek olmaktan çıkması sonrası en mantıklı seçenek gibi gözüken Mars’a taşınmanın gerektireceği muazzam enerji ihtiyacı ve gerektirdiği yolculuk vakti düşünüldüğünde, asteroitler gibi mevcut kaynakları kullanarak Dünya’ya yakın bir uzay kolonisi oluşturmanın avantajlarının, “vatan özlemi”nin duygusal yükü ile birleştiğinde hikayesinin geleceğini şekillendiren bir seçenek olarak ortaya çıktığını ifade ediyor.
Stephenson’ın bir röportajındaki itirafıyla, Seveneves’in hikayesinin temeline oturan “yaşanamaz” bir Dünya’dan kaçmak zorunda kalma fikri Dünya’yı beklediğine inandığı küresel iklim değişikliği felaketinin bir yansıması aslında. “Kesinlikle bir felakete doğru adım adım ilerliyoruz.” diyen yazar, yaptıkları sera etkisi ile (greenhouse effect) küresel ısınmaya ve dolayısıyla da küresel iklim değişikliğine sebep olduğu iddia edilen karbonun insan eliyle salınım rakamlarının inanılmaz olduğuna dikkat çekiyor. Havaya bıraktığımız karbon hızını azaltmayı ve hatta havadan karbonu alarak etkilerini tersine çevirmeyi öngören pek çok iyi niyetli çözüm fikri ortaya konan, ama fiili olarak çözümü için pek bir şey yapılmayan büyük ölçekli bir küresel iklim değişikliğinin önümüzdeki birkaç yüzyılın göz ardı edilemeyecek bir gerçeği olacağının altını çiziyor.
Gezegen Mühendisliği
Stephenson’ın çözüm olarak değindiği, Dünya’nın ikliminin üzerinde dışarıdan etkiler ile değişiklik yapma fikri gezegen mühendisliğinin alanına giriyor. 1985 senesinden beri “terraforming” kavramı üzerine makaleler yayınlayan Martyn J. Fogg’un Terraforming: Gezegenlerin Koşullarının Değiştirilmesi (Terraforming: Engineering Planetary Environments) ktiabında, teknolojinin bir gezegenin küresel koşullarını etkilemek adına kullanılması olarak tanımladığı “Gezegen Mühendisliği”nin hedefinin başka gezegenlerin yaşanılabilirliğinin arttırılması ya da Dünya’nın yaşama elverişsizleşmesinin kontrol edilmesi olarak ifade ediliyor.
Fogg’un kitabında gezegen mühendisliğinin özel olarak Dünya’ya uygulanmış hali olarak tanımlanan “İklim Mühendisliği” (Geoengineering) ise sera etkisi, atmosferin bileşimi, Güneş’in elektromanyetik etkisi gibi alanlara uygulanan makromühendislik konseptlerine verilen genel isim olarak karşımıza çıkıyor.
Gezegen mühendisliği fikirlerinin Seveneves romanı özelinde ise Dünyalaştırma / Yeryüzü Şekillendirme (Terraforming) ve Tohumlama (Seeding) alt dalları ile uygulandığını görüyoruz.
Terraforming
Kelime anlamı ile “Dünya Şekillendirme” anlamına gelen Terraforming; bir gezegen, ay ya da başka bir uzay cisminin atmosferi, sıcaklığı, yüzey şekilleri ya da ekolojisinin Dünya’ya benzeyecek şekilde değiştirildiği varsayımsal süreç olarak tanımlanıyor. Genel çerçevesi hem bilimden hem de bilim kurgu edebiyatından ortaya çıkan terraforming konseptinin terim olarak ilk kullanımı, Temmuz 1942 tarihinde Astounding Science-Fiction dergisinde yayınlanan “Çarpışma Yörüngesi” (Collision Orbit) kısa romanındaki kullanımı ile yazar Jack Williamson’a ait olsa da, konseptin bilim kurgu edebiyatındaki örnekleri 1910 senesi kadar gerilere ve Robert A. Heinlein, Arthur C. Clarke ve Isaac Asimov gibi bilim kurgu edebiyatının ünlü isimlerine kadar uzanıyor.
Terraforming’e uygun olası gök cisimleri incelendiğinde Venüs, Mars, Ay, Satürn’ün uydusu Titan ve Jupiter’in uydusu Europa ön plana çıkan gökcisimleri olarak sıralanıyor. Bilim camiasında Venüs’ün gezegen mühendisliği yöntemleri ile Dünya benzeri bir gezegene dönüştürülmesi fikri ilk olarak 1961 yılında, ünlü astronom Carl Sagan tarafından Science dergisinde yayınlanan makalesinde ortaya atılıyor. Aynı zamanda Mars’ın da yaşanabilir bir gezegene dönüştürülebilmesi için 1973 senesinde Icarus dergisinde “Mars’ta Gezegen Mühendisliği” isimli makalesi yayınlanan Carl Sagan’ın bu çalışmasından üç sene sonra NASA da resmi bir araştırma sonucunda Mars’ın hayatı barındırması ve yaşanabilir bir gezegene dönüştürmesinin mümkün olduğu sonucuna varıyor.
Olası gökcisimleri arasında genel anlamda terraforming’e en uygun gözüken gezegen olan Mars’ın yüzey ısısının arttırılması ve atmosferinin değiştirilmesi üzerine NASA’nın da düzenlediği pek çok çalışma var. Her ne kadar ortaya konan alternatif yöntemlerden bazıları insanlığın mevcut teknolojik gelişmesi ile alt edilebilecek engeller olarak gözükse de bu projelerin hayata geçmesi için gerekli olan ekonomik imkanlar herhangi bir devlet ya da toplumun tek başına üstlenebileceği yükler gibi gözükmüyor. Bütün bunlara başka gezegenlerin “doğa”sını değiştirmenin ortaya çıkaracağı etik, lojistik ve politik problemler eklenince, Mars kolonizasyonu konusunda öne çıkan isimlerden olan Elon Musk’ın bile “Benim ömrümde Mars’ın terraform edilebileceği ve Dünya gibi olması ihtimali yüzde sıfır!” itirafının pek da şaşırtıcı olmadığını söyleyebiliriz.
Seveneves’de Re-Terraforming
Seveneves romanında, Dünya’yı, Ay meteorlarının yerküreyi harap etmeden öncesinde olduğu gibi yaşanabilir bir gezegene dönüştürme adına yapılan bir terraforming çalışması yürütüldüğü için “Yeniden Terraforming” anlamına gelen Re-Terraforming süreci ile karşılaşıyoruz. Kitabın kurgusuna göre Dünya’yı yörüngesinde çevreleyen bir habitat halkasında gezegenin yeniden yaşanabilir hale gelmesi için çaba gösteren insanlıkta iki farklı re-terraforming görüşü hakim. “Acele Etmeyelim” sloganı ile açıklanabilecek ve Dünya’nın ekosistemini orjinaline en yakın bir şekilde ve zaman içinde yeniden oluşturma amacı ile hareket eden TOT (Take Our Time) ekolü ile, daha genç bilim insanlarının başını çektiği “İşi Bitirelim” sloganı ile öne çıkan ve ne olursa olsun ortaya çıkacak yeni Dünya’nın nihayetinde insan eli değimiş olacağını ve hiçbir zaman aslı gibi doğal olmayacağını ve dolayısıyla ellerindeki her türlü imkan ile yeni ve daha hızlı ortaya çıkabilecek bir ekosistem için çalışmaları gerektiğini savunan GIT (Get It Done) ekolü arasındaki bu görüş farklılığı GIT ekibinin vizyonunun galibiyeti ile sonlanıyor. TOT ekibinin Dünya’nın ısısının düşmesi ve okyanuslarının tekrardan oluşması için birkaç bin yıldır buz çekirdekli asteroitleri Dünya’ya düşürmelerine ek olarak, genetiği ile oynanmış microorganizmalar ile başlayıp Dünya’da eşi benzeri görülmemiş bitki ve hayvanların da ekosisteme dahil edilmesi ile yapay bir Tohumlama sürecini başlatan GIT ekibi, Dünya’nın çevresindeki habitatda yaşamakta olan insanları daha kısa sürede yüzeye indirebilmek için planlarını yürürlüğe koyuyor.
Stephenson, neden “İşi Bitirelim” ekibinin ön plana çıkmasını kurguladığını açıklamak için, yazar Charles Mann’in, Kristof Kolomb ayak basmadan önce Amerika kıtasının nasıl bir yer olduğundan bahsettiği, kitapları 1491 ve 1493’teki pasajlarına atıfta bulunuyor. Kitapları okuduktan sonra çocukken zihninde yer eden idealize edilmiş doğa fikrinin aslında çok da doğal olmadığını ve Kolomb öncesi Amerika’nın, yerlileri tarafından binlerce yıl boyunca geomühendisliğine tabi tutulduğunu öğrendiğini dile getiren Stephenson, Amazon yağmur ormanlarının yerliler tarafından yeşertilmiş bir bahçeyken yerliler Avrupa’dan gelen hastalıklarla öldükten sonra kontrolden çıktığını, Kuzey Amerika çayırlıklarının o bölgelerde yaşayan kızılderililerin çıkardıkları kontrollü yangınlarla yapay yollarla muhafaza edildiğini ve doğal bir harika olarak gördüğü bizonların da yine kızılderililerin insiyatifiyle bölgede çoğalmış olduklarını okudukça hikayesindeki insan eliyle oluşturulmuş işlevsel bir ekosisteme sahip yeni bir Dünya fikrinin zihninde oluştuğunu ifade ediyor.
Tamamen yapay bir Dünya kurma ehliyeti için Stephenson’ın sıraladığı bu örneklerin, kendisi de doğanın bir parçası olan insanoğlunun hakim olduğu sanatlar ile yeryüzünü şekillendirmesi çerçevesinde “doğa dışı” olmadığını savunabiliriz. Bununla beraber Stephenson’ın bu argümanları bahane ederek “Doğal Doğa” kavramını kenara atıp, Medusa’nın Kutusu’nu açmak misali önüne geçilemeyecek yapaylıkta olasılıklara kapı açtığı, her şeyi ile yapay, oynanmış bir dünya vizyonunun, transhümanist ideallerin bir gezegene uygulanmış hali olduğu spekülasyonunu yapmak da çok yersiz olmayacaktır diyebiliriz.
Not: Kitabın üçüncü kısmındaki kilit öngörülerden bir olan genetiği ile oynanmış insanlık ve doğa konseptini Epigenetik bilim dalı çerçevesinde irdeleyerek önümüzdeki yazıda Seveneves romanını incelemeye devam etmeyi planlıyorum.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017