Tekinsiz Vadideki İnsanlık Adası – 3
Bedirhan Sonakın, 29 Aralık 2016İlk iki yazımızda aynı kültürden gelen iki farklı ve önemli kişiyi “tekinsiz vadi” kavramı perspektifinden tanımaya çalıştık. Hatırlanacağı gibi bunlardan birisi önemli bir sanatçı ve animasyon dünyasının önde gelen bir ismi olan Hayao Miyazaki, diğeri ise robot dünyasına hem fikirleri hem de çalışmaları ile katkıda bulunmuş olan bilim insanı Masahiro Moto idi.
Masahiro Moto’nun ortaya koyduğu bu “tekinsiz vadi” kavramı, sonrasında da farklı araştırmalarda kullanılan ya da araştırmayı tetikleyen bir terim haline geldi. Aslında “tekinsiz” kavramı, Masahiro Moto’dan çok önce 20.yüzyılın başında başlayan bir silsile ile psikoloji alanında incelenmiştir. Bu konuda ilk gördüğümüz yayın 1906’da Ernst Jentsch tarafından ortaya koyulmuş, ardından Freud, Lacan, Kristeva gibi 20. yüzyılın önemli isimleri bu kavrama atıfta bulunmuşlardır. Jentsch 1906’da yayınladığı makalesinde, şu yorumu ortaya koymuştur:
“Hikaye anlatıcılığında, tekinsizlik etkisini kolayca verebilmenin en emin yolu, okuyucuyu özel bir karakterin insan mı yoksa bir otomat mı olduğu konusunda tereddüt içerisinde bırakmaktır.” (Ernst Jentsch – On the Psychology of the Uncanny)
Jentsch bu yorumu, E.T.A. Hoffmann isimli yazarın, 1816’da yazdığı “The Sandman” isimli kısa hikayesinin üzerine yapmaktadır. Bu hikayede Olimpia isimli bir robota aşık olan bir karakteri ve bu karakterin aşık olduğu kişinin bir robot olduğunu anladığındaki deliliği anlatılmaktadır.
“Tekinsizlik” konusu hakkında oldukça farklı çalışmalar günümüzde de yapılmaktadır. Bu çalışmaların çoğunluğu insan-robot etkileşimi başlığı altında yer almaktadır. California Üniversitesi’nden (San Diego), Ayşe Saygın’ın yaptığı çalışmada da “tekinsizlik” kavramı beyin hareketleri üzerinden yorumlanmaya çalışılmaktadır. Bu araştırmada sınanan hipotez ise, beyinin sezdiği, öngördüğü ve beklediği şeyin olmaması durumunda, bundan kaçındığıydı. Bu araştırmada 20 farklı yetişkin katılımcıya, içinde aynı hareketin yapıldığı 3 video gösterildi. Bu videolardan birinde bir insan, diğerinde mekanik parçaları görülen bir android, üçüncüsünde ise aynı androidin insan görünümlü hali vardı.
Bu gösterim sırasında, katılımcıların manyetik rezonans cihazı ile beyin görüntüleri alındı. Çıkan sonuç ise beyindeki hareketliliğin insan görünümdeki androidin bulunduğu videoyu izlediği durumda oldukça yüksek olmasıydı. Bu sonuç hakkında uzmanlar tarafından yapılan yorum ise, beyindeki algılama sırasında önce insan olarak algılanan şeyin, hareketleri ardından “insan değil” haline geldiği ve beynin bu konuda bir konumlama yapma ihtiyacı duyduğu şeklinde oluyor.
Önceki yazıda ismi geçen Indiana Üniversitesi, insan-bilgisayar etkileşimi üzerine çalışan Karl MacDorman ise bu “tekinsizlik” hissinin sadece insan görünümlü robotların hareketleri nedeniyle değil, örneğin robot vücuda eklenmiş bir insan kafası, ya da insana eklenmiş bir robotik göz gibi unsurlarla da oluşacağını söylüyor. Aynı anda hem insana ait, hem de insana ait olmayan etkilerle karşılaşan insan tüyler ürpertici bir hale geliyor, MacDorman’a göre bu beyinin farklı bölümlerinin, farklı sonuçlara varmasından dolayı oluşuyor.
Ancak tüm bu bilimsel araştırmaların odaklandığı konu olan insan-robot ilişkisinin yanında, aynı tekinsiz vadiye bizi sokan farklı öğeler de mevcut. Bu öğeler arasında palyaçolar ya da insan formundaki bebekleri de sayabilirsiniz, ki burada en ilginç konu bu öğelerin bir çoğunun korku hikayelerinde ve korku sinemasında kullanılıyor olmasıdır. Bizi tekinsiz vadiye sokan öğelerden en önemlisi ya da en günceli ise zombiler olarak görülebilir. Çünkü bize popüler kültür aracılığı ile anlatıldığı şekliyle zombilerin en önemli özelliği fiziksel olarak insan olmaları, ancak kimisi büyü ile mezardan kaldırılarak, kimisi de bulaşıcı bir virüs ile dönüşüme uğrayarak, hem davranış hem de yapı bakımından tamamen insan olmaya uzak, bilakis insan yiyen ya da diğer bir deyişle özellikle insan düşmanı olarak tanımlanmışlardır.
İlk yazımızdaki videoda Hayao Miyazaki’ye kendi üretimlerini gösteren gençlerin en dikkat çekici sözleri, bu üretimlerinin bir zombi oyununda kullanılabileceği olmuştu. İlginç bir biçimde insana yönelik bir arayış yerine, “daha gerçekçi” hareket eden zombi arayışı üstün gelmişti. Zombi kavramı “tekinsiz vadi” konusunda da önem taşıyan bir kavram ve Masahir Mori’nin yaptığı grafikte, vadinin en dip noktası olarak zombiler görülüyordu. Günümüzdeki zombi hikayeleri versiyonlarında, biyolojik bir temele oturtulmaya çalışılan zombi kavramı, biyolojik bir felaket olarak karşımıza çıkar mı bilemiyoruz, ancak bu kavramın etrafında oluşan çekici hava oldukça uyanık kalmayı gerektiren bir konu gibi gözüküyor.
Bir sonraki yazıda devam edecek…
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017