Farklı Bir Perspektiften Singularity – 10: Hiç Bitmeyen Bir Savaş, Kalp vs Nefis (Ego)
Selim R. Toprak, 10 Ocak 2017İkinci Söz (sadeleştirerek) şu şekilde devam ediyor:
“Diğer adam Hakk’ı gören, hakikati arayan, güzel ahlâklı biri idi ki: Nazarında (görüşünde, algısında) pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memleketin her yanında şevk içinde huzur ve mutluluk tabloları görüyor. Her tarafta sürur,neşe ve zikir nağmeleri.. Herkes ona dost ve akraba görünür. (..) Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın (diğer insanların, diğer varlıkların) elemi ile üzülmesine, müteellim olmasına karşın; şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın mutluluğu ile mutlu olur, ferahlanır.”
Hakikî Mutluluğa Giden Yol
Her ne kadar günümüzde adeta putlaştırılan, kutsallaştırılan, yadsınamaz, sorgulanamaz, etik üstü/dışı şekilde konumlandırılan teknolojinin de yardımıyla, Singularity Hareketi gibi transhümanist akımlar “insan”a yaklaşımları, iddiaları ve vaad ettikleriyle modern bireylerin (özellikle genç nesillerin) ego’larını şişirerek, geleceğin narsist derecede kendisine tutkun, (negatif anlamda) sınır tanımaz “ben nesillerine” alt yapı hazırlasa da, Nursî’ye göre insan için mutluluğa giden yol “bencillikten ve benmerkezcilikten kurtulmak”tan geçmekte. Külliyatın birçok yerinde, insanı hakikî, kalıcı mutluluğa yani kalbî itminana götüren kritik noktanın, kendi ego takıntısından sıyrılıp, insanî duygular düzleminde, kâinattaki varlıklarla ruhen bütünleşebilmesi, aynı Merhametli Yaratıcı’nın ve Yüce Sanatkâr’ın sanat eserleri olmanın bilinciyle kardeşlik hukukunu hissedebilmesi olduğu belirtilmekte.
Yaratılışı İtibarıyla İnsanda Bulunan Önemli Bir Kod: Hakikat Arayışı
Yukarıdaki pasajın girişinde fıtraten insanda bulunan hakikat arayışına vurgu yapılıyor. Bu duygunun (hakikat adına merak ve talep duygusunun), insanın benmerkezcilik saplantısından sıyrılması adına hayatî bir fonksiyona sahip olduğunu söyleyebiliriz. Zira aramaya ve bulma adına çaba/gayret sarfetmeye değer aşkın (müteal), büyük, etkileyici bir hakikatin çekim alanına kendini kaptıran insan, kibirden sıyrılacağı gibi benlik saplantısından da kurtulacaktır. Diğer bir ifadeyle nefsi onu esir almayacak, o kontrol altına aldığı nefsini (ruhen yükselme yolunda) bir binek gibi kullanabilecektir.
Kalp, Ahlâk ve Varlık Algısı
İkinci Söz’den alıntı pasajdaki diğer bir kritik nokta ise, varlığı aslına uygun, şeffaf, nuranî, berrak, kendine has güzelliği içinde görebilmenin yolunun “güzel ahlâk”tan geçtiği tespiti.
Materyalist bir anlayış çerçevesinde ele alınan modern bireye tüketim kültürü içinde mutluluğun anahtarı olarak empoze edilen cismanî, bedenî, hayvanî hazların, zevklerin, lezzetlerin kalıcı ve hakikî mutluluk adına kendi başına yeterli olmadığı ortada. Yemek, içmek, cinsellik, eğlence gibi zevkler belli bir noktaya kadar insanı oyalasa da, sadece bu çerçeveye sıkıştırılmış bir hayat kalbi, ruhu, aklı, duyguları, düşünceleri, ontolojik kaygıları (yani üstün bir donanımı ve komplike bir yapısı) olan insana yeterli gelmemekte, dolayısıyla ruhî bunalımlara, kalbî sıkıntılara, iç huzursuzlukları ve hırçınlıklara neden olmakta, travma ve düşüşler yaşatmakta. Cismanî ihtiyaç ve zevklerin insan yaratılışında yadsınamaz bir yeri ve işlevi olsa da, asıl insanı insan yapan aklı, kalbi ve duygularıdır. Kalıcı ve hakikî mutluluğun yolu da, cismanî ihtiyaçların fıtrî (yaratılışa uygun) bir şekilde (dinî terminoloji ile helal dairede) karşılanmasının ötesinde insan aklı ve kalbinin ulvî hakikatler ve yüce duygularla tatmininden geçmektedir.
Peki güzel ahlâktan ne anlamalıyız?
Bence burada ıskalanmaması gereken nokta, güzel ahlâkın kalple ilgili olduğu gerçeği. Yani güzel ahlâkı sadece davranış, şekil ve surette aramamak.. olumlu davranışlar kalbin dışa yansıması ise hakikî değer ifade eder, aksi durumda düalite (nifak) ve yapmacıklık göstergesi bile sayılabilir. Dolayısıyla insan için en kritik nokta; kibirden, ucbten (kendini beğenme), gösteriş arzusundan, tahakküm etme ve kendine benzetme dürtüsünden, güç/iktidar/hâkimiyet takıntısından, bencillikten, kinden, öfkeden, nefretten, düşmanlıktan, kısır hırslardan, kör ihtiraslardan, anlamsız inatlardan, kıskançlık ve hasetten (çekememezlik) vb kötücül duygulardan temizlenmiş merhamet, adalet, cömertlik, paylaşım, sevgi (muhabbet), şefkat, saygı, nezaket, hoşgörü, edep/hâyâ/utanma duygusu, tevazu ve had bilme (konumunun ve durumunun farkında olma) gibi ince insanî özelliklerle donanmış selim bir kalbe sahip olabilmektir.
Önümüzdeki dönemde, hangi inanç veya aidiyetten olursa olsun, insanı kendi otantik çizgisinde kabul eden, geleneksel insanî cevherin korunması gerektiğine inanan, etik değerlerden yoksun transhümanist yaklaşımların insanın (onların ifadesiyle, “müdahaleci evrimsel bir sıçrama” yapmasına değil) dejenerasyon ve deformasyonuna neden olacağını savunan entellektüel, eğitimci ve iletişimcilerin öncelikli misyonu; teknolojiyi bir din gibi algılayarak kimliklerini inşa etmekteki “ben” nesillerinin yukarıdaki evrensel insanî değerlere nasıl uyarılabileceğini bulmak olacak gibi gözükmekte.
Kalp Aynası
Girişteki pasajla bağlantılı olarak ele alınabilecek bir diğer nokta ise, herkesin varlığı kendi kalp aynasında gördüğü gerçeği. Metinde geçen “Diğer adam Hakk’ı gören, hakikati arayan, güzel ahlâklı biri idi ki: Nazarında (kalp aynasında) pek güzel bir memlekete düştü.” ifadesi bu bağlamda değerlendirilebilir.
Konuyu bir parça daha açmak adına külliyattan birkaç alıntı pasaj daha paylaşmak gerekirse:
“Herkesin, her günde, şu âlemden (dış dünyadan) bir mahsus (hususî, özel, kişisel) âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti (niteliği), kişinin kalbine ve ameline tâbidir. Nasılki aynada görünen muhteşem bir saray, aynanın rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine (niteliğine) bakar. O ayna düzgün ise, sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği gibi; sen kalbinle, aklınla, davranışınla, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin.”
“Hem insanın hodgâm (bencilce) hevesleri ve süflî (düşük, aşağı) ve akibeti (sonu) görmeyen hissiyatı; kuşatıcı bir merhamet ve engin bir hikmetlilik (gayelilik) içinde kâinatta cereyan eden ilahî kanunlara ölçü ve referans olamaz. Çünkü insan varlığı kendi aynasının rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalp; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve karanlıklar suretinde görür. Fakat iman gözüyle âleme baksa; rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş binlerce güzel ince kıyafetleri/gömlekleri birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder büyük bir insan ve ondaki insan nev’ini küçük bir kâinat ve herbir insanı ayrı küçük bir âlem şeklinde müşahede eder. Bütün ruh u canıyla Rabbine şükreder, bu iç aydınlığı ve sürur içinde; bütün övgü, takdir, hayret, minnet, şükran ve medihlerin hakikî sahibinin O olduğunu dillendirir.”
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017