Farklı Bir Perspektiften Singularity – 13: İkinci Söz ve Solipsizm
Selim R. Toprak, 8 Şubat 2017Bu yazı serisinin ilk sekiz bölümünde üzerinde durulmaya çalışılan Birinci Söz’de anahtar kavram “namına” idi. Yani kulluk şuuru ve vazife bilinciyle, Cenab-ı Hakk adına hareket etmenin, insanı hem kâinattaki diğer varlıklar ve olaylar karşısında titremekten, korkudan, endişeden kurtaracağı; hem hakikî mânâda özgürlüğe kavuşturup; izzetli, kıymetli, şeref sahibi bir emanetçi olarak kâinatın Sultanı olan Yüce Yaratıcı’ya dost ve muhatap yapacağı; hem de insan hayatını gayesizlik, amaçsızlık, anlamsızlık girdabından kurtararak, (üstün insanî donanımına uygun şekilde) anlamlandıracağı makûl ve ikna edici örnekler üzerinden ifade edilmişti.
Diğer bir deyişle, Birinci Söz ilahî isimlerden Kadîr ve Rahîm (sonsuz kudret ve engin rahmet sahibi) esması yörüngesinde niyetteki sırrı ve kısaca “kalbin kastetmesi, amaç edinmesi, hedeflemesi” olarak tanımlanan niyetin dönüştürücü gücünü, “namına” ifadesiyle ortaya koymaktaydı.
Solipsizm, İdealizm, Sübjektivizm
Serinin dokuzuncu bölümünden itibaren Singularity bağlamında üzerinde durmaya çalıştığımız İkinci Söz’deki anahtar kavram ise “nazarında” dır. Yani insanın varlığı, kendi önkabulleri, inançları, düşünce şablonları üzerinden algılayarak, kendi kişisel hayat aynasında; kalbî, ruhî, zihnî algılayışında görmesi.
Burada ifade edilen hakikatin, felsefede “Ben” felsefesi olarak da bilinen, başka bir ifadeyle, varlığı ben’in tasarımları olarak dile getiren felsefî görüş olan solipsizm (tekbencilik)’den farklı olduğunu kavrayabilmek kritik!
“Nazarında” ifadesi ile bir yönüyle hepimizin sübjektif bir dünyası olmasına atıf yapıldığı doğru olsa da, bu ifadeyi yanlış olarak Berkleyci idealizm bağlamında mutlak sübjektivizm olarak algılarsak, istidatımız (kabiliyetimiz) ölçüsünde keşfedebileceğimiz sabit bir hakikatin olmadığı, (naif, pollyanna’cı bir yaklaşımla) önemli olanın kendimizi neye inandırdığımız (nasıl kandırdığımız) olduğu yanlışına düşebiliriz.
Hayatı büyük çoğunluğu itibariyle cismanî arzuları tahrik içerikli yoğun veri/mesaj bombardımanı altında geçen modern birey için vicdanının sesini nefsinin sesinden ayırt etmek her zaman kolay olmadığı gibi, çoğu zaman da hevasının arzularına fikir sureti giydirerek kendisini kandırabiliyor malesef.. İkinci Söz’de müellifin kesinlikle böyle bir şeyi kastetmediğini külliyatın diğer birçok yerinde, insanın kendisini kandırmaması gerektiğiyle ilgili çarpıcı ifadeleri içinde görebiliyoruz. (Hatta denebilir ki, Nursî kendi nefsiyle hesaplaşması, yaşam tarzı ve ölüm hakikatiyle yüzleşmesi açısından İslâm geleneği içinde en önde gelen birkaç isimden biridir.)
İkinci Söz’ün ifade ettiği Kuranî hakikatin günümüzde bazen yanlış anlaşılabilmesinin diğer bir nedeni ise; liberalizm, materyalizm ve hümanizm temelleri üzerinde kurgulanan modern dünyanın, çelişkili olarak bir yönüyle insanı kutsarken (burada insanlık hakikatinden ve insan hayatından daha çok, kapitalist kurgu içinde ego’nun (nefis ve hevanın) kutsandığını, manipüle edildiğini farkedebilmek ikinci kritik nokta!) diğer taraftan insanı “tüketici birey” olarak merkeze alarak, önemli olanın kendisinin ne hissettiği (başka bir ifadeyle ne kadar seratonin salgıladığı) vurgusunun (veya daha açık bir ifadeyle, propaganda ve yoğun beyin yıkamasının) küçük yaştan itibaren reklamlar ve kuşatıldığımız tüketim kültürü tarafından üzerimize boca edilmesi, dolayısıyla birçoğumuz itibariyle kendisini aşırı önemseyen/önceleyen, kendisinin varlığın merkezi olduğuna inandırılmış, tüketim için şartlandırılmış, güdülenmiş benmerkezci bireyler olmamız olarak gösterilebilir. (Çocukluğumuzdan beri maruz kaldığımız “Just do it”, “Kalbinin sesini dinle!”, “Kendine bir iyilik yap.”, “Kendini şımart!” gibi bir çırpıda onlarcasını sayabileceğimiz meşhur mottolarda kastedilenin bütün etik değerleri bir kenara bırakarak insanın yemek-içmek ve cinsellik kıskacında sadece cismaniyetine indirgenmiş yapay, geçici, tekboyutlu, ruhî bütünlüğünü parçalıyıcı bir mutluluk sanrısı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.)
Hakâiku’l-Eşya Sabitetün (Eşyanın hakikati, varlığı sabittir)
İkinci Söz’de (solipsizmden farklı şekilde) ifade edilen ise sübjektif algılarımızdan bağımsız olarak, varlığın aşkın güzelliği içinde ilahî esmaya dayanan sabit bir hakikati olduğu gerçeğidir. Güzel olan hakikatin güzelliğini farkedebilmenin yolunun ise hodbinlikle (benmerkezcilikle) varlığı parçalayıp bölmekten vazgeçerek, bütüncül ve kuşatıcı bir bakışla (tevhid nazarıyla) varlıktaki vahdeti (birliği), bütünlüğü, uyumu, uyumluluğu, yardımlaşmayı, keremi, sanatı, hikmeti, şefkati, rahmeti, gayeliliği, hassas dinamik dengeleri, ölçülülüğü kalben müşahade edip, nihaî olarak ise kendisini varlığın bir parçası olarak mehd-i uhuvvet (kardeşlik beşiği) içinde eritmek.. Diğer bir şart ise, güzel ahlâkla donanıp, metinde ifade edildiği şekliyle “Aklını başına alıp, kalbini temizlemek”. Bu noktada, varlığı aslî güzelliğine en uygun şekilde gören ve gösteren, en parlak, en lekesiz aynanın ism-i Âzam’a ve her ismin âzamî tecellisine mazhar olan hakikat-ı Muhammediye (asm) olduğunu ve O’nun (asm) devamlı duaları arasında “hakkı hakk olarak görme, bilme ve ona uyma talebi”yle birlikte “hayret ve muhabbetinin arttırılma” talebi olduğunu da belirtelim. (zaten ruhuna uygun şekilde eda edilen namazda secde hayret ve muhabbetin (sevginin) dışa vurumudur.)
Herşey ya bizzat veya neticesi itibariyle güzeldir
Herşeyin ya bizzat güzel veya neticesi itibariyle güzel olduğunu, ezelde bestelenen ve kâinatta sahnelenen muhteşem ilahî musikiyi bozmanın mümkün olmadığını, şeytan gibi irade sahibi en kötücül aktörlerin dahi bilmeyerek dahi olsa iyiliğe ve güzelliğe hizmet ettiğini farkedebilmek.. Tabî bu, bencilce anlık hisler üzerinden yorum yapıp, hüküm veren nefsin tahakkümünden bir parça sıyrılıp; varlığa akıl, kalp ekseninde, ruh ufkundan geniş bir perspektifle bakabilmekle mümkün.. O zaman, Gazalî ifadesiyle “An be an yaratılan şu muhteşem kâinattan daha güzelinin olması mümkün değil” sırrı zuhur eder. ( Batı dünyasında “kötülük problemi” olarak bilinen meselenin külliyat ekseninde ele alınması da geniş kapsamlı başka bir yazı serisinin konusu. Fakat ilgilenen okuyucularımız ilk etapta 13.Lema’ya bakabilirler.)
Solipsizm ise İkinci Söz’e zıt olarak, kuramsal bencilllik olarak da belirtilir, buna göre bilinç içerikleriyle birlikte öznel ben varlık olarak kabul edilen tek gerçekliktir. Yöntemsel bakımdan başlangıç noktası olarak ben’i alması durumunda yöntemsel tekbencilik olarak belirir. Etik anlamda ise, kendi ben’ini yaşamın ve gerçekliğin merkezi yapan düşünce biçimi yani ahlaksal bencillik. (Vikipedi)
Benlik hissinin insana veriliş hikmeti
İnsana hangi hikmetle, ne için benlik duygusunun verildiği ise “ene risalesi” ekseninde ele alınacak daha başka bir yazının konusu.. fakat birkaç kelimeyle ifade etmek gerekirse insan mutlak birşeyi mutlaklığı içinde algılıyamaz, ancak teorik dahi olsa referans alacağı bir ölçü birimiyle kısmî olarak algılayabilir. Diğer taraftan uluhiyetin (ilahlığın) ayrılmaz gerekliliği olan mutlak hâkimiyet (hükümranlık), hakikî mâlikiyet (sahiplik), ehadiyet, samediyet gibi hakikatler ancak ene’ye dercedilmiş (benliğe konmuş, yerleştirilmiş) bazı hisler, duygular sayesinde kısmen anlaşılabilir. Konuyla ilgili Faruk Ay’ın İkinci Düşüş – 3: Emanete Hıyanet yazısına da bir göz atabilirsiniz.
Gelecek birkaç yazıda Singularity ile bağlantılı olarak, yakın gelecekte bizi beklediğine inandığımız deccalin yalancı cennet ve cehennemi, mind uploading (zihin nakli), sanal alemler ve ontolojik exodus konularına değinmeyi planlıyorum.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017