Farklı Bir Perspektiften Singularity – 14: Dış Dünyanın Hakikati ve Hayat Aynamız

, 15 Şubat 2017

Bir önceki yazının sonunu Singularity ile bağlantılı olarak, yakın gelecekte bizi beklediğine inandığımız deccalin yalancı cennet ve cehennemi, mind uploading (zihin nakli), sanal alemler ve ontolojik exodus konularına değinmeyi planladığımı belirterek bitirmiştim. Transhümanist çizgide devam eden gelişmelerin bir sonraki safhasında karşımıza çıkacağına inandığımız bu kavramlara karşı en azından zihnî hazırlığımızın bulunması gerektiğini düşünüyoruz.

Yaklaşmakta olan büyük hokus pokusu, ilüzyonu, (negatif anlamda) büyüyü farkedebilmek için külliyatta geçen “gerçek dünya” ve “senin küçük dünyan” kavramları hayatî önem taşıyor. Bu ikisi arasındaki fark ısrarla üzerinde durmaya değer. Dolayısıyla modern bireyin zayıf karnı diyebileceğimiz bu konuyla ilgili tefekküre vesile olması dileğiyle birkaç pasaj paylaşmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz. İlki 1.Mektup’tan (sadeleştirerek):

Soru: Sevgililere olan mecazî aşk bazen hakikî (ilahî) aşka dönüştüğü gibi, acaba insanların çoğunda bulunan, dünyaya karşı olan mecazî aşk da hakikî aşka dönüşebilir mi?

Elcevab: Evet. Dünyanın fâni, geçici, ölümlü yüzüne karşı olan mecazî aşk, eğer o âşık, o yüzün üstündeki ölümlülük ve geçicilik damgasını görüp, ondan yüzünü çevirse (çünkü kalp yaratılışı gereği ancak ebedî, bakî, sonsuz; değişmeyen, dönüşmeyen, başkalaşmayan; güzelliği mutlak ve kendinden olan bir Sevgili’ye razı olur, ancak Sonsuz ve Aşkın (Müteal) olanla sukunet bulup itminana erer. Kuran’ın ifadesiyle kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur, ancak O’nu hatırlayıp O’na yönelmekle doygunlaşır, oturaklaşır. / Nefsanî sevmekler bahsimizin haricindedir..), bâki (ölümsüz) bir sevgili arasa, dünyanın ilahî sanat ve isimlere ayna ve ahiretin tarlası olan pek güzel diğer iki yüzüne bakmayı başarırsa, dünyaya karşı olan o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit, hakikî aşka dönüşmeye yüz tutar. Fakat bir şart ile ki: kendinin ölümlü hayatıyla bağlı kararsız dünyasını, bir derece sabit haricî (dış) dünyayla karıştırmazsa!.. Eğer gaflet nedeniyle kendini unutup âfâka (dış dünyaya) dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer boğulur. O durumda ancak fevkaladeden ilahî bir yardımla kurtulabilir. (Kuran ifadesiyle: “Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onlara kendi nefislerini unutturdu”)

Oda ve Aynalar Metaforu

Bu hakikatı daha iyi anlamak için şu örneğe bak. Meselâ:

Şu güzelce süslenmiş odanın dört duvarında, dördümüze ait dört boy aynası bulunsa, o vakit beş oda olur. Biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî… Herbirimiz kendi aynamız vasıtasıyla, hususî odamızın şeklini, rengini değiştirebiliriz. Kırmızıya boyasak kırmızı; yeşile boyasak, yeşil göstermesi gibi.. Aynada yapacağımız değişikliklerle görüntünün niteliğini değiştirebiliriz; çirkinleştirir, güzelleştirir, farklı şekillere sokabiliriz. Fakat haricî ve umumî odayı (yani dış dünyayı) ise kolaylıkla değiştirip, dönüştüremeyiz. Hususî (kişisel) oda ile umumî oda hakikatta birbirinin aynı iken, hükümde ayrıdırlar. Sen bir parmak ile odanı harab edebilirsin (yani aynanı kırabilirsin), ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.

İşte dünya büyük ve süslü bir odadır. Herbirimizin hayatı, bir boy aynasıdır. Şu umumî, dış dünyadan herbirimize birer hususî dünya, birer kişisel âlem var. Fakat o kişisel, hususî dünyamızın direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususî dünyamız ve âlemimiz, bir sayfadır. Hayatımız bir kalem.. onunla amel defterimize geçecek çok şeyler yazılıyor. Eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki: Dünyamız hayatımızın üstüne bina edildiği için, hayatımız gibi geçici, fâni, kararsızdır, hissedip bildik. Ona ait muhabbetimiz (sevgimiz), o hususî dünyamızın aynasında görünen ilahî güzel isimlerin (esma’ül hüsnânın) nakışlarına döner; o nakışların arkasında ilahî isimlerin hakikatleri görünmeye başlar. (Yani insan şuurunun açılması, keskinleşmesiyle gaflet perdesini yırtabilirse; kalben aynanın kendisine değil, aynada görünen güzelliklerin asıllarına, kaynaklarına yönelir.)

İnsanda Bulunan Güçlü Hisler

Hem o hususî (kişisel) dünyamızın âhiret ve Cennet’in bir fidanlığı olduğunu idrak edip, ona karşı olan hırs, taleb, muhabbet (sevgi) gibi şiddetli hislerimizin yüzünü onun neticesi, semeresi, meyvesi olan uhrevî (ahirete bakan) faydalara çevirsek, o vakit o mecazî aşk, hakikî aşka dönüşmeye başlar. Yoksa “Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onlara kendi nefislerini unutturdu.” sırrına mazhar olup, nefsini unutup, hayatın ölümlülüğünü düşünmeyerek, hususî kararsız dünyasını, umumî dış dünya gibi bir ölçüde sabit bilip, kendini lâyemut (ölümsüz) zannederek dünyaya saplansa, şiddetli hisler ile ona sarılsa, onda boğulur gider. O durumda o muhabbet (dünya sevgisi) onun için hadsiz bela ve azaba, daimî bir huzursuzluk kaynağına dönüşür. Bu yakıcı hisleri bir şekilde bastırıp, kendini gafletle uyutmaktan, sarhoşluğa atmaktan başka çare bulamaz.. Çünki o muhabbetten yetimane bir şefkat, ümitsizce bir rikkat (kalbî duyarlılık) doğar. Bütün canlılara acır; hatta yokoluşa maruz bütün güzel varlıklara karşı bir rikkat ve bir firkat (yakıcı bir ayrılık) hisseder; ancak elinden bir şey gelmez, ümitsizlik ve karamsarlık içinde acı çeker.

Doğuran Döngü ve Esma’ül Hüsna

Fakat gafletten kurtulan evvelki adam, o şiddetli şefkatin acısına karşı ulvî, kıymetli, yüksek bir tiryak (ilaç, iksir) bulur ki; acıdığı bütün canlıların ölüm ve yokoluşunda Bâkî bir Zât’ın ölümsüz, ebedî isimlerinin (esma’ül hüsnâsının) daimî cilvelerini (varlıktaki yansıma ve eserlerini) temsil eden, ayna görevi gören ruhları bâki, kalıcı, ölümsüz görür; şefkati, bir sürura, kalb huzuru ve iç sevincine döner. Gaflet ve sarhoşluğunu arttırmaya değil, şuurunu (bilincini, farkındalığını) keskinleştirmeye; kalbini daha çok parlatmaya çalışır. Böylelikle doğurgan bir döngü (salih bir daire) oluşur.. Bildikçe sever, sevdikçe daha çok bilmek ister. Kudsî hakikatler benliğini, kalbini, aklını, ruhunu kaplamaya başlar. Varlığı aydınlanır, ruhanî lezzetler kendilerini hissettirir. Hakikatin güzelliğinin çekim alanına girer..

Hem ölüm ve yokoluşa maruz bütün güzel varlıkların arkasındaki kudsî bir güzelliği hissettiren nakış, sanat, ihsan gibi daimî ve ilahî nurları görür. O ölüm ve yokoluşların; değişim,dönüşüm ve başkalaşımların aynalarda görünen sanatların tazelenmesi ve yenilenmesi olduğunu farkedip, lezzetini ve şevkini ve hayretini arttırır.”

Gelecek yazıda devam edelim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.