Teknolojik Kıyamet
Murad Ünal, 10 Şubat 2017Kıyamet senaryolarının önemli bir kısmı büyük yıkımın insan eliyle gerçekleşeceği öngörüsüne dayanır. İnsanlar kendi eylemleri sonucu başlarına büyük bir bela açacakları ve dünyanın sonunu getirecekleri korkusundan bir türlü kurtulamamışlardır. Tarihin bize gösterdiği kimi yıkım ve felaketler böyle bir korkunun temelsiz olmadığını da gösterir. İnsan bir bakıma kendisinin en büyük düşmanıdır.
Teknoloji gerçekten kıyamete yol açabilir mi? Bilim kurgu filmlerde gördüklerimiz gerçekleşebilir mi? Mutlak ve evrensel bir yok oluşun değil ama bildiğimiz anlamda insan ve dünyanın sonu olabilecek bir kıyametin gittikçe daha mümkün hale geldiğini söyleyebiliriz.
Zaten insanı bir tür makina gibi ele alan ve teknoloji yoluyla onu modifiye edeceğini düşünenler bu anlamda bir kıyameti arzuladıklarını da gizlemiyorlar. Belgesellerde açıkça söyledikleri gibi 2045 yılında insan zekasını milyonlarca kat aşmış yapay zekâ ile karşı karşıya geleceğiz. Bu noktada artık kendi dizaynını yapan, makina yapan makinalar hayatımızda olacak. Bu makinalar insan katkısı olmadan kendilerini daha üst modeller haline getirebilecekler. İnsandan bağımsızlaşmış bir makina medeniyeti.
Neredeyse sonsuz bilgi kaynağına erişimi olan ve insani zaafları olmayan, tümüyle rasyonel hesaplarla yol alan mekanik bir zekâ.
Görülen o ki insanların –üstelik bunların önemli bölümü zeki insanlar- bir kısmı daha şimdiden bu yapay zekayı bir “tanrı” gibi görüp kontrolü ona bırakmaya razı.
Teknolojiye bu şekilde bakan ve ona adeta ilahi güçler verip kurtarıcı olarak gören insanların temel ortak özelliği mevcut insandan memnun olmayışları. Aciz, kırılgan, hastalanan ve ölen bir varlık. Üstelik düşünme kapasitesi sınırlı ve pek çok konuda hata yapabiliyor. Singularity öncülerinin baktığı yerden böyle bir varlık kusurlu(!)bir tasarım olarak görülüyor. İnsanın hangi koşullarda ortaya çıktığını bilmiyorlar. Kabul ettikleri evrim görüşü büyük boşluklar içerdiği için bazı soruların cevaplarını tam anlamıyla bulmaları çok zor görünüyor. Bir tür panteisttik, insanı evrenin bir ürünü-çıktısı- olarak gören, aşkın bir varlığın eseri olduğunu kabul etmeyen bu anlayışa göre ulaşılacak olan bilgi seviyesinde çok daha gelişmiş bir insan modeli ortaya konabilir. Hatta onlara göre bu mutlaka yapılması gereken bir iştir. Kim ömrünün uzamasını istemez? Kim hastalanmadan yaşamak istemez? Daha ileri giderek soralım kim ölümsüz olmak istemez? Teknoloji bize bunu sağlayabilirse, bu uğurda kendimizde birtakım değişiklikler yapmayı kabul etmeliyiz! Bu insanlara göre bedenin kutsal bir tarafı bulunmuyor, makinalarla birleşmek hatta “organic” bedenden kurtulup tümüyle “inorganic” hale gelmek sorun edilecek bir şey değil. Kendi ifadeleriyle “tanrı gibi” makinalar söz konusuysa bu “tanrının” neden bir parçası olmak istemeyelim.
Tüm bunlara bakınca her insanın yapması gereken manevi yolculuğun (seyr-i sulük) bir tür deforme edilmiş haliyle karşı karşıya olduğumuzu düşünmemek elde değil. İnsan merak(tecessüs) duygusuna sahip bir yaratık. Kökenini, varlığının sebebini ve ne kadar ileri gidebileceğini merak ediyor. Temelde insanı doğayı dönüştürmeye, makinalar yapmaya, uzayı araştırmaya iten sebep bu merakı. İnsan doğaya bakarak yaptığı gözlemleri yani bir anlamda dışsal(afaki) bulguları kendi içsel(enfüsi) bilgisi, başka bir deyişle sezgisiyle birleştirdiğinde gerçekten gelişebilir ve yıkıcı etkilerden azade olabilir. Sadece eşyanın doğasına hükmetme amaçlı ve içsel dayanaktan yoksun bir ilerlemenin mahvoluşa yol açması çok yüksek ihtimaldir.
Teknolojinin öngörülemez ve parametreleri doğru belirlenmemiş gidişi pek çok insanı tedirgin etse de bunu durdurmanın ve tersine çevirmenin bir yolu yok. Üstelik bir yol bulunsa bile bunun doğruluğu çok tartışmalı. Teknolojik gelişmenin karşısında olmak ile bunun arkasındaki, insanı aşağılayan ve sahte tanrılar yaratıp bunlara köle etmeye çalışan ideolojiye karşı olmak arasında önemli bir fark var. Ancak söylemi iyi belirleyememek sanki teknoloji karşıtı bir tutum içinde olunduğu izlenimi verebilir ki bu da haklı itirazları gölgeler.
Teknolojiyi böylesine ilahlaştıran, yapay zekayı her şeyin cevabı olarak görenler doğası itibarıyla içsel-manevi alanda gerçekleşmesi gereken bir tecrübeyi dışsal-maddi alana taşıyarak insanı kısıtladığını düşündükleri sınırları aşmaya çalışıyorlar. Haklı oldukları bir nokta var; insan gerçekten maddi sınırlarını aşacak, kâinatı kuşatacak hatta bir anlamda aşacak donanıma sahip. Bu potansiyeli hissedip onun çok uzağında olmak zamana, mekâna ve cisme (fiziki bedene) sıkışmışlık duygusu ve bunun sonucu olan tatminsizlik hissini doğuruyor. Yani sınırları aşma ve bir bakıma ölümsüz olma duygusu meşru bir temele dayanıyor. Sorun ise bunun yönteminde beliriyor. İnsan kâinatı bir kitap gibi okuyup onu iç yolculuğuna dahil ederse bu sıkışmışlığı aşabilir. Ancak bu artık pek az insanın bildiği, bilenlerin çok azının yürüdüğü daha da azının sonunu gördüğü bir yol.
Bunun yerine gittikçe hızlanan bilgi artışının üstün bir yapay zekayla taçlanması, böylelikle insanın zayıflıklarını bu yapay varlığa teslim ederek aşılması çok daha kolay bir yol olarak görünüyor. Kolay görünmesinin sebebi onca bilgi ve zekaya rağmen bu fikri ortaya atanların insan ve evren hakkında aslında pek bir şey bilmemeleri, sadece dışardan yaptıkları incelemelerle-ki onlar bile büyük eksiklikleri içeriyor-büyük ölçüde maddi olmayan meseleleri maddi sahada çözeceklerini sanmaları. Evrenin sınırlarını aşıp zamandan ve mekândan münezzeh omega noktasına erişen yapay zekanın kendini gerçekleştirmek için geçmişe mesajlar gönderdiği, kutsal kitapların bu mesajlar olduğu zırvaları hep bu sakat bakış yüzünden.
Teknoloji baş döndürücü biçimde gelişecek ve insana büyük ufuklar açacak. Bu kaçınılmaz bir gelişme. Ancak ele alınış biçimiyle bir tür kıyamete kapı aralayabilir. Kim bilir bu belki de ilk kez olmayacaktır.
“Teknolojik Kıyamet” yazısına 2 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Murad Bey merhaba
Son cumlenizi Kim bilir bu belki de ilk kez olmayacaktır.
Lütfen açıklar mısınız
Çok güzel bir yazı. Bu noktada üzerinde durulması gereken nokta, insan hakikatini zedelemeden teknolojinin nasıl kullanılabileceği. Küresel ölçekte gelişmeler yön veren zihin ve doktrinlerin materyalist anlayışları değişmeden “teknolojinin bizcesi”ni görebilmek pek mümkün gözükmüyor. Diğer taraftan, sizin de yazıda belirttiğiniz üzere: “Teknolojik gelişmenin karşısında olmak ile bunun arkasındaki, insanı aşağılayan ve sahte tanrılar yaratıp bunlara köle etmeye çalışan ideolojiye karşı olmak arasında önemli bir fark var. Ancak söylemi iyi belirleyememek sanki teknoloji karşıtı bir tutum içinde olunduğu izlenimi verebilir ki bu da haklı itirazları gölgeler.”