Teknoloji’nin Nimetleri ve Gelecek Korkusu

, 24 Şubat 2017

Teknolojik gelişme önüne geçilemez bir süreç. Çeşitli sebeplerden ötürü bu süreci tersine çevirmeye çalışmak anlamsız ve sonuçsuz bir çaba olur. İnsan tabiri caizse ilerlemeye programlanmış, gözlemleyip deneyimleyen ve bunun sonucu edindiği bilgiyi biriktirip kullanabilen bir yaratık. Amishle’de olduğu gibi teknoloji kullanımını redderek yaşamanın insan ve doğanın orijinalliğini korumak amaçlı saygı duyulacak bir yönü olsa da yaygınlaşması imkânsız bir durum. Bu tür iyi niyet barındırıp, bir noktada gerçeğe temas eden ama insanın temel motivasyonlarına uymayan akımlar yerel renkler olarak kalmaya mahkûm.

 

İnsanın ilerleme sürecini niteliksel ve niceliksel olarak ikiye ayırırsak ve maddi alandaki gelişmeleri niteliksel, insan davranışları ve ahlak alanındaki gelişmeleri ise niceliksel olarak kabul edersek niteliksel(maddi)gelişimin niceliksel(manevi-ahlaki) gelişime oranla kıyas edilemeyecek kadar ilerde olduğunu görürüz. İnsan doğayı ve çevreyi değiştirmekte gösterdiği beceriyi kendi davranışları, iç dünyasıyla ilgili olarak gösteremiyor. Söylediğimizi açarsak insan şehirler kuruyor, kanunlar hazırlıyor, hayatı kolaylaştıran cihazlar yapıyor ama kıskançlıktan, kibirden, yalandan, açgözlülükten, nankörlükten, öfkeden ve bunların sonucu olarak ortaya çıkan hırsızlık, cinayet, dolandırıcılık gibi eylemlerden kendisini alıkoyamıyor. Yüzbinlerce belki milyonlarca yıl önce işlenen suçların benzerleri işlenmeye devam ederken, aynı habis duygular bu suçları beslemeyi sürdürüyor. Yani insan maddi-teknik alanda harikalar ortaya koyarken kendini terbiye etmekte yetersiz.

 

Bu durumda ilkel dediğimiz ve küçümsediğimiz insanlarla benzer arızalara sahip modern insanın bilim ve teknik, özellikle teknik alandaki ilerlemelerle eline büyük bir güç geçirmesi durumunda bunun eninde sonunda büyük bir yıkım getireceğini düşünmek, en azından böyle bir ihtimali hesaba katıp endişe duymak meşru ve anlaşılabilir durumdur. Pek çok yazılı(roman-hikâye) ya da görsel (film-TV dizisi) eserde görülen teknolojiye karşı korku ve güvensizlik hali bu durumla ilgili olabilir. Hatta biyo-hafızaya dayalı bir varsayımda bulunarak insanlığın bazı teknolojik eşikleri bildiğimiz tarih devirlerinin çok öncesinde geçmiş olduğunu ve yukarıda bahsettiğimiz karakteristik zaafları yüzünden elindeki güçle kıyametvari bir felakete yol açtığını düşünelim; böyle bir durumda teknolojiye karşı duyulan güvensizliğin temelinde yatanın sezginin de ötesinde derinlere gömülmüş anılar olduğunu söyleyebiliriz.  Aslında böyle bir varsayım göründüğü kadar spekülatif ve temelsiz de olmaz. Bize okullarda öğretilen insanlık tarihi sadece dört bin yıllık süreyi kapsıyor. Ondan öncesine dair anlatımlar kısıtlı gözlem ve yetersiz bulgulara dayalı senaryolar ve bu halleri ile büyük boşluklar içeriyorlar. Yeni arkeolojik bulgular ise bu taş devri hikayelerini altüst edebilecek nitelikte. Sadece Göbekli Tepe bulguları bile tarihe bakışı kökten değiştirebilir.

11500 yıl öncesine ait kalıntılar mağara devri anlatılarını çöpe atabilir. Üstelik insanın yeryüzünde ne zamandan beri var olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bir milyon yıl gibi bir süreden bahsediliyor ki gerçek rakam bundan çok daha fazla olabilir.  Resmi tarihi esas alırsak insanın en az bir milyon yıllık sürenin sadece son dört-beş bin yıllık küçücük diliminde önemli gelişmelere imza attığını kabul etmemiz gerekir ki bu da hiç inandırıcı değil. En azından insanlığın benzer eşikleri daha önce de aşmış olabileceği olasılığı üzerine düşünülebiliriz. O zaman “tarih tekerrürden ibarettir” sözü akla gelmekte.

 

Elbette tarihin tekerrürden(tekrar) ibaret olduğunu söylerken tarihi vakaların tam olarak aynı şekilde değil benzer şekilde tekrar ettiğini kabul etmeliyiz. Yani birebir aynı teknolojik gelişim sürecinden geçmemiş olabiliriz ama benzer bir tecrübe geçirmiş olmamız hiç de uzak ihtimal sayılmaz. Bugün teknoloji ile ilgili şüphelerimizi besleyen genetik hafızaya aktarılmış, geçmişin uzak anılarının su yüzüne çıkması olabilir. Elbette böyle varsayımlara dayalı korkularla gelişim durdurulamaz ve yönü değiştirilemez. İnsan yoluna devam etmek, nereye kadar gidebileceğini bilmek ister.

 

Üstelik yeni teknolojinin vaatleri kolaylıkla sırt dönülebilecek şeyler de değil.  Mesela yapay zekanın kullandığı, tehlikeyi sezen sensörlerle donanmış, ölümcül kaza riskini neredeyse sıfıra indirecek bir otomobilde manzarayı seyrederek, istediğinde uyuyarak yolculuk etmeyi kim istemez.  Elbiselere yerleştirilmiş nanoçiplerle, doktora bile gitmeden kontrolden geçmek, bir rahatsızlık durumunun erkenden teşhis edilip tedavinin gecikme olmadan etkin biçimde başlaması cazip olmaz mı? Bedene zerk edilen nanobotların kanserli hücreleri ortadan kaldırması veya ağır yaralanma durumunda hemen onarıma başlamaları harika değil mi? Daha da ötesi yaşlanma sürecinin tersine çevrilmesi ve insan ömrünün bugün hayal edemeyeceğimiz kadar uzaması. Bunun olmasını istemeyen insan bulmak herhalde epey zor olur. Tüm bu saydıklarımız ve daha fazlası yeni teknolojilerin propagandistleri Singüleriteryenler tarafından vaat ediliyor. Henüz herkes tarafından fark edilip kabullenilmiş olmasa da TV dizileri, sinema filmleri hatta bilgisayar oyunları yoluyla zihni alt yapısı hazırlanmış bu süreç konferanslar, bu alanda yazılmış kitaplar, popüler belgesel kanallarında yayınlanan programlar yoluyla insanları kuşatıyor.

 

Bu durumun geri döndürülemez ve durdurulamaz olduğunu kabul ediyoruz. Zaten insanlara yararlı olacak gelişmelerin önünde duruyor görüntüsü vermek yanlış olur. Ama başta söylediğimiz gibi yapısal-içsel meselelerini aşamamış hatta bunu artık mesele etmeyen bir zihniyetle, sadece teknik ilerleme sonucunda kusursuzluğa ulaşılacağını sanmanın çok sorunlu bir kabul olduğunu vurgulamalıyız. Sadece son iki yüzyıllık teknik ve bilimsel gelişmenin sonuçlarına baktığımızda insanlığın durumuyla ilgili kafa karıştırıcı sonuçlar elde ederiz. Sağlık, eğitim, iletişim, ulaşım gibi alanlarda insanlığın yadsınamaz bir atılım yaptığını görüyoruz ama bilimin ve tekniğin putlaştırıldığı bu dönemin bildiğimiz insanlık tarihinin en kanlı sayfalarının yazıldığı devir olduğu da inkâr edilemez. İnsanlar bu devirde birbirlerine daha gelişmiş silahlarla saldırarak benzeri görülmemiş katliamlar yaptılar. Bugün hala insanlığın küçük bir kısmı rahat ederken çok büyük bir kısmı sefalet ve baskı altında yaşıyor. Tüm bunlar niteliksel gelişmenin doruklara ulaştığı bir dönemde olanlar.

 

Sonuçta teknoloji sadece araç ve onu kullanan insan. İnsan nicelik olarak gelişmedikçe kullandığı araçlar yarar kadar zarar da getirecektir. Maddi alanda olan değişimin insanı zaten zihni ve manevi olarak değiştireceği şeklinde Marksist teoriyle akraba görüşler ileri sürülebilir ama bu bir yönüyle doğru olsa da çok eksiktir. Kullandığı cihazların ve çevresel koşulların insan üzerinde etkisi olduğunu kabul etmekle beraber bu etkenlerin insanı “daha ileri” ve “sorunsuz” hale getireceğini düşünmek teknolojiye taşıyamayacağı ağır bir yükü yüklemek olur. Teknolojiyi insan hayatını kolaylaştırmak için kullanmak elbette gerekli. Ancak buna gereğinden çok daha fazla anlam yükleyip, ideolojik bir elbise giydirmek, bu sayede bir çeşit toplum mühendisliğine girişerek adeta insanı yeniden yaratmaya soyunmak kabul edilemez. Bu yeni insan niceliksel anlamda gelişmiş, içsel arızalarını gidermiş olmayacak. Tam tersine doğasını reddedip çareyi kendine makina muamelesi yapmakta bulduğu için daha sorunlu hale gelecek. İnsanın hizmetindeki teknolojiye evet, insanı köleleştiren, doğasından koparıp mekanikleştiren teknolojiye hayır demeliyiz. Aksi takdirde önemli bir maddi gelişme sağlansa bile bu insanın büyük potansiyeline ulaşmasına yardımcı olmayacak, insanı küçültüp nesneleştirecektir. Gelişmenin öznesi insan olmalıdır.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.