Farklı Bir Perspektiften Singularity – 15: Ölüm
Selim R. Toprak, 1 Mart 2017İlgi Dairesi, Etki Dairesi
Modern bireyin en büyük talihsizliklerinden biri, içinde yaşadığı hız ve teknoloji dünyasında, çocukluğundan itibaren kesintisiz ve yoğun bir şekilde maruz kaldığı veri bombardımanı nedeniyle kendisi için öncelikli ve en önemli konulara yönelecek fırsatı bulamaması. Iskaladığı konuların başında da doğal olarak “ölüm” geliyor.
İçinde yaşadığımız bu çok renkli dünyaya gelenler gidiyor, gidenler dönmüyor. Geceleri gündüzler, gündüzleri geceler; yazları kışlar, kışları yazlar, doğumları ölümler, ölümleri doğumlar, çözülüş ve yıkılışları yeni oluşum ve ortaya çıkışlar, o yeni oluşumları ise tekrar yıkılışlar takip ediyor.. Tarihteki en ihtişamlı imparatorluklardan gökyüzündeki en haşmetli yıldızlara, sadece 24 saat yaşayan bir sinekcikten yüzlerce yıl yaşayan anıt ağaçlara.. esasen hiçbirşey kararında durmuyor.. eskiyor, pörsüyor, ihtiyarlıyor ve adım adım bir sona doğru, nihaî durağı olan ölüme doğru her an biraz daha yaklaşıyor. Fakat kainattaki zaman çarkları farklı hızlarda işlediği için, zihnen dış dünyaya dalan insan varlığı bir derece sabit, değişmez, ölümsüz olarak algılıyor. Bunda günümüz dünyasında hâkim paradigma olan, sihir seviyesine çıkmış materyalizmin ve insanın kendi “insanlık” hakikatine yönelmesi önüne ördüğü kalın duvarlarla fırsat vermeyen teknolojinin yadsınamaz bir etkisi olduğu da muhakkak.
Başka bir ifadeyle, günümüz dünyasının bireylere pompaladığı yapay ihtiyaçlar, eğlence bağımlılığı, sürekli heva ve heveslerine seslenerek akıl ve kalbi devredışı bırakması gaflet ve uyku durumunu devamlı olarak kalınlaştırıyor ve nihayetinde bizler değil ahirete, kendi ölümlerimize bile iman edemez hale geliyoruz.
Distopianın Meşrulaştırılması
Fakat malesef insanlık olarak henüz dibi görmedik gibi.. Önümüzdeki birkaç onyılda Singularity gibi transhümanist hareketler bu gaflet perdesini çoook daha kalınlaştıracaklar gibi gözüküyor. Belki de çoğunluğu için bir daha uyanıp, içinden çıkması mümkün olmayacak, dışı pırıltılı içi yakıcı dünyalara kitleleri mahkum edip hapsedecekler. (Son dönemde Google’ın başdöndürücü finansal ve teknolojik imkanlarını da arkasına alan Ray Kurzweil gibi karanlık zihinlerin kapalı kapılar ardında, geleceğin dünyasını inşa etmek adına ne gibi şeytanî projelere yön verdikleri birer meçhul muamma..)
Diğer taraftan, daha şimdiden National Geographic gibi köklü ve saygın bir kuruluşta program yapma fırsatı bulan Jason Silva gibi çekici, hayat dolu, güleryüzlü, masum (!!) ekran yüzleriyle; genç kitleleri, hayatlarını ve maneviyatlarını alt üst edecek saykedelik uyuşturucu maddelere yönlendirmekte bir sakınca görmeyen bir anlayış ve yaklaşımın gelecek onyıllarda neler yapabileceğini, genç kitleleri nelere davet edeceğini, neleri meşrulaştırıp kitleselleştireceğini düşünmek bile insanı üzüyor ve ürkütüyor.
Şefkat İksiri ve Rabıta-i Mevt
Ahirzaman insanları için Kuran’dan çıkarttığı reçeteleri sunarken Nursî’nin ısrarla üzerinde durduğu bir kavram: Şefkat. “Kardeşlerim” olarak seslendiği talebe, dost ve sempatizanlarına kinden, nefretten, öfkeden, düşmanlıktan, hissî ve yıkıcı hareketten uzak durup; sabırla, ümitsizliğe düşmeden, akıl eksenli müsbet (yapıcı) hareket ve şefkat prensipleriyle yol almanın gerekliliğini eserlerinde sayısız defa salık verir.
Önemle üzerinde durduğu bir diğer nokta ise, özellikle ahirzamanda insanın uyanık kalabilmesi adına “ölüm hakikati” ile tabiri caizse içli-dışlı, sarmaş-dolaş, senli-benli olmasının gerekliliğidir. Konuyla ilgili bazı alıntı pasajlarla (sadeleştirerek) devam edelim:
“Ey gafil Said! (müellif burada kendi nefsini muhatap alıyor ama biz bu hitabı “Ey gafil insan!” şeklinde düşünebiliriz.) Bil ki: His yanılması nedeniyle bu geçici dünyayı ölümsüz ve daimî görüyorsun. Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit gördüğünden, fâni (ölümlü) nefsini de sabit zannediyorsun, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi, yalnız ondan korkuyorsun. Aklını başına al. Sen ve hususî dünyan, devamlı zeval ve fena (ölüm ve yokoluş) darbesine maruzsunuz. Senin bu his yanılgın şu misale benzer ki:
Bir adam elinde olan aynasını bir hane veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa; misalî bir hane, bir şehir, bir bahçe o aynada görünür. En küçük bir hareket ve küçük bir değişim aynanın başına gelse, o misalî (aynada sureti görünen) hane ve şehir ve bahçede herc ü merc (alt üst olma) ve karışıklık olur. Hariçteki (dış dünyadaki) hakikî hane, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana fayda vermez. Çünki senin elindeki aynadaki hane ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız aynanın sana verdiği ölçü iledir. Senin hayatın ve ömrün, aynadır. Senin dünyanın direği ve aynası ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır. Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harab olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir. Madem öyledir; sen, bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme!..”
Önümüzdeki yazıda, bir yönüyle insan için en büyük nasihatçi olan “ölüm”le ilgili farklı pasajlarla devam etmeye çalışalım.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017