Farklı Bir Perspektiften Singularity – 16: Ölüm (2)
Selim R. Toprak, 14 Mart 2017Geçen yazının sonunda belirttiğimiz gibi, bu yazıda Nursî külliyatında ölümle ilgli bazı pasajları (sadeleştirerek) paylaşmaya çalışacağız.
Başta Ray Kurzweil gibi transhümanist modern çağ peygamberleri (!) olmak üzere, singülariteryenler birkaç on yıl içinde teknolojinin eksponansiyel (üssel) gelişimi ile ölümsüzlüğe ulaşılacağını iddia etseler de, şu an için bu konuda kaydadeğer bir gelişme olduğunu söylemek oldukça zor. Gerçi Nursî, eserlerinde Kuranî bir perspektiften sıklıkla ele aldığı ve önemle üzerinde durduğu ölüme, gelecekte kısıtlı bir zaman için dahi olsa hayat rengi verilebileceğini (Hz.İsa’nın Allah’ın izniyle, mucize olarak ölüleri diriltmesinin buna işaret ettiğini) belirtse de, son tahlilde insanlığın ölüme hakikî bir çare bulamayacağını ortaya koyar:
“Allah’a ve ahirete iman edip, inandığı gibi yaşayan bir insan için ölümün o dehşetli yüzünün altında çok ünsiyetli, dostane, sürurlu, nurlu, sıcak, mutluluk verici bir hakikat vardır.”
“Ölüm, aklını tamamen kaybedip, nefsine bütünüyle teslim olmamış bir insan için; aldatıcı, fani, geçici dünya hayatının lezzet ve ziynetlerini (süslerini) paramparça edip, acılaştırmak için yeterlidir. O dehşetli darağacından yani ölümden kurtaran ve ölümü mübarek bir terhis tezkeresine veya mezuniyet diplomasına çeviren yalnız Kur’an ve imandır. İşte bunun içindir ki, bu hakikat-ı muazzama-i mevtiye (büyük ölüm hakikati), Risale-i Nur’da gayet mühim ve geniş bir mevki almış.”
“Herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm (aslı olmayan kuruntu, vesvese) edilen ölümün yüzüne baktım. Kur’an nuruyla gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mümin için asıl siması (yüzü) nuranidir, aydınlıktır, güzeldir.”
“Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde (makalelerde, mektuplarda) gayet katî, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur’an-ı Hakîm’in verdiği nurla ispat etmişiz ki, ehl-i iman için ölüm, hayat vazifesinin külfetinden (zorluğundan) bir terhistir. Hem dünya meydanındaki kulluk imtihanından bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş birçok ahbap, dost ve akrabaya kavuşmak için bir vesiledir. Hem insan için hakiki vatanına ve ebedi makam-ı saadetine (mutluluk yurduna) girmeye bir vasıtadır. Dünya zindanından cennet bahçelerine bir davettir. Hem Halık-ı Rahim’in (şefkati engin Yaratıcı’nın) fazlından, O’nun yolundaki hizmete karşılık ücret ve mükafat almaya gidiştir. Madem ölümün içyüzü hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, aksine rahmet ve saadet alemine bir giriş nazarıyla bakmak gerektir.”
“Kuran diyor ki: Sizlere müjde! Ölüm idam değil, hiçlik ve yokluk değil, fena değil, dağılış ve yokoluş değil, sönmek değil, ebedi bir ayrılık değil, tesadüf değil, failsiz, başıboş ve tesadüfî değil; belki (bilakis), bir Fail-i Hakim-i Rahim (rahmet ve hikmetiyle her işin arkasında bulunan Hz.Allah) tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır (yer değiştirmedir), saadet-i ebediye (sonsuz mutluluk yurdu) tarafına, asıl vatana doğru bir sevkiyattır, dostların mecmaı (toplanma yeri) olan berzah âlemine kavuşma kapısıdır.”
“Kabir ise zulümatlı, karanlık bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli, aydınlık âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasına rağmen ahirete nispeten bir zindan hükmündedir. Elbette, dünya hapishanesinden cennet bahçelerine çıkmak ve cismanî hayatın baskılarından sıyrılıp, daha rahat bir aleme, meydan-ı tayeran-ı ervaha (ruhların uçuştuğu geniş meydana) geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp Rahman’ın huzuruna gitmek, bin can ile arzu edilir bir seyahattir, bir saadettir.”
Ölümün hayat gibi mahlûk (yaratılmış/yaratılan) ve hem bir nimet olduğunu beyan eden Nursî, “ihtiyarlık gibi hayatı ağırlaştıran birçok sebep vardır ki ölümü hayatın pek üstünde nimet olarak gösterir. Hem musibetzedelere ve intihara sevkeden belalarla müptela olanlar için de nimet ve rahmetin tâ kendisidir.” der.
“Dış yüzü itibariyle inhilal (çözülme, dağılma) ve bir intıfa (sönme) olarak göründüğü halde, hakikatte, insan için bakî bir hayata mukaddeme ve mebde (giriş ve başlangıç) olan ölüm, ehl-i iman olan insanlar için bir rahmet semasına bir merdivendir.”
Evet, ölümü fikren yaşamak, yani ölmeden evvel ölmek, yani lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikretmekle (hatırlamakla) kulluğun ruhu olan ihlâs (Allah’a karşı samimiyet) kazanılır. Kötülüğü emreden nefsin oyun ve hilelerinden; riyadan/gösterişten kurtulup, dünyanın ve insanın fani olduğu idrak edilir; bu sayede insan; dünyevî hırs ve bağımlılıklardan kurtulur, ahiretine ciddi çalışır, ahiretini dünyaya feda etmez, ebedi hayatını dünyevi hayatı için bozmaz, gereksiz ve anlamsız şeylerle ömrünü telef etmez, kendini misafir bilip,misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket ederek, kabir kapısını kendi hakkında ebedi mutluluğa giden bir koridora çevirir.”
Nursî 40’lı yaşlarda yaşadığı, kendi ifadesiyle Eski Said’den Yeni Said’e dönüştüğü metamorfozu tetikleyen bir olay (aynada kendi saçındaki beyazlıkları görmesi, farketmesi) sonrası kendi nefsine şöyle seslenir:
“Aklı başında olan insan, ne dünya adına kazandığına mesrur (mutlu) ve ne de kaybettiği şeye mahzun (mutsuz) olmaz. Zira dünya durmuyor gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak ihtiyarlık şafağı kulaklarının üstünde (beyaz kılların şahitliği ile) doğmaya başlamış. Başının yarısından fazlası adeta beyaz kefene sarılmış. Vücudunda yerleşmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Bununla birlikte, ebedi ömrün önündedir. O sonsuz/ebedi ömürde göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fani ömürde gayret ve çalışmalarına bağlıdır. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel, uyan!”
“Sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu mevkiden ayrıldığın gibi, bu dünya şehrinden de çıkacaksın. Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış. Varlığını, sana var olma şerefi lutfeden Hakikî Varlığa yani Sahibine feda et; karşılığında büyük bir fiyat alacaksın.”
“Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mutlu hayatı, bir saat hayatına karşılık gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline karşılık gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin (bütün güzelliklerin hakikî kaynağı, celal ve azamet sahibi Hz.Allah’ın) rahmet dairesine ve huzuruna gidiyorsun.”
Transhümanist akımın da “ölümü öldürmek” iddiası ile adeta baş düşman olarak tanımlayıp savaş açtığı bu önemli (belki de insan için en önemli) konuya, Nursî perspektifinden önümüzdeki yazıda devam etmeye çalışalım.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017