İkinci Düşüş – 7: Cennet Mühendisliği
Faruk Ay, 24 Mart 2017Daha önceki iki bölümde gerçekliğin bir uyarıcı ile (illüzyon) ya da uyarıcı olmaksızın (halüsinasyon) nasıl değiştirilebildiğini ve bu değişimlere göre Disneyland ya da Hassan Sabah’ın Alamut kalesi gibi farklı cennetlerin inşasına tanık olduk.
Fakat bu denemelerin gerçekliğin bir alternatifi olacak kadar güçlü olmadığı ve kontrol altına alınamadığı için ikinci düşüşe zemin olacak yeni cennet için uygun değillerdi.
Dijital Devrim – Bilgisayarlar
İlk dijital hesaplama yapan bilgisayarlar Amerikan donanmasında torpidoların hareketli hedefleri vurması için kullanılmıştı. (1938) Fakat bildiğimiz modern bilgisayar sistemini ilk olarak tanımlayan Alan Turing’ti. 1936 senesinde yayınladığı “Hesaplanabilir Sayılar Üzerine” isimli makalesinde günümüz modern bilgisayarlarının çalışma prensibinin temellerini atmış ve bu çalışmadan yararlanarak günümüz bilgisayar mimarisinin babası sayılan Von Neumann’a ışık tutmuştu.
İlk otomatik dijital bilgisayar 1942 senesinde Iowa Üniversitesinde görevli John Vincent Atanasoff ve Clifford E. Berry tarafından 300 elektron tüpü kullanılarak yapılmıştı. Fakat gerçek anlamda Von Neumann mimarisine göre üzerinde program çalıştırılabilen ilk bilgisayar 1952 yılında Cambridge Üniversitesinde EDSAC ismi ile geliştirilmişti. Bu bilgisayarın diğer bir özelliği de dünyanın ilk dijital oyunu “OXO” nun yazıldığı bilgisayar olmasıydı.
Sıçrama yılı 1968
Donanım tarafı bu şekilde gelişirken, tarihler 9 Aralık 1968’i gösterdiğinde Stanford Üniversitesinde gerçekleştirilen 90 dakikalık bir tanıtım belkide teknoloji dünyasının yönünü belirlemede en etkili sunum olmuştur. Bu yüzden “Mother of all Demos” olarak adlandırılan bu sunumda dünya ilk kez, Mouse, video konferans, hypertext ve email gibi kavramlarla aynı anda tanışmış oldu. Bu sunumu bizim için ilginç kılan bir başka nokta ise bir sonraki yazı dizimizin baş aktörü olan Stewart Brand’in bu çalışmaya danışmanlık ve kameramanlık yapması.
1968 senesini ilginç kılan bir başka gelişme ise ilk başa takılan ekran (Head-Mounted Display) Ivan Sutherland ve Bob Sproull tarafından “Sword of the Democles” (Demokles’in Kılıcı) adıyla geliştirilmişti.
Elbette 1968’in en önemli gelişmesi ARPANET yani bugünkü haline internet dediğimiz ağ sisteminin ilk halka açık tanıtımı yapılmıştı. Kısacası günümüzde bizleri esir eden teknolojilerin birçoğu neredeyse birbiri arkasına ortaya çıkmıştı. Acaba bu gelişmelerin bu kadar hızlı ve erişilebilir olması uzay çalışmalarını yavaşlatmış mıydı?
Yeni Dünyanın Keşfi
Teknoloji insanı ve çevreyi değiştirmeye başladığından beri bilim kurgu insanı ve gerçekliği sorgulamaya başladı. 1941 yılında Heinlein’ın “Onlar” (They) isimli kısa hikayesi simüle edilen evren kavramını literatürde ilk gördüğümüz eser.
Özellikle Philip K. Dick’in tasvir ettiği gelecek kurguları alternatif bilinç, alternatif tarih ve minyatür evren simülasyonları ön plana çıkmıştı.
“Singularity” kavramını da literatürde şimdi anladığımız şekliyle kullanan yazar Vernor Vinge’in 1981 yılında yazdığı “True Names” (Gerçek İsimler) bilim kurgu hikayesinde alternatif gerçeklik kavramını “Diğer Taraf” olarak ele almış ve bu hikaye daha sonra “hacker” akımı için ilham kaynağı olmuştu.
1982 yılında William Gibson ilk defa siberuzay kavramını kullanmıştı. Bu kavram önemli, çünkü gerçekliğin tek kabul edilir alan olduğu bir dünyada yeni bir dünyanın varlığını bu denli güçlü şekilde ortaya koyması önemliydi. Bu kitap için de “world wide web”in ilham kaynağı olduğu söyleniyor.
1992 senesinde ise yine bir başka ünlü bilim kurgu yazarı Neal Stephenson’un “Snowcrash” kitabında sanal gerçeklik, internet ve süslü gerçeklik konseptlerinin bir arada oluşturduğu gerçeklik algısına “Metaverse” (Kainat-ötesi / Üst-kainat) ismini vererek Second Life isimli sanal gerçeklik projesine ilham kaynağı oldu.
İlk Dalga Sanal Gerçeklik
Başını Jaron Lanier ve Stewart Brand gibi isimlerin çektiği ilk sanal gerçeklik furyası 90’lı yılların başında yaşandı. Filmler çekildi, üzerine makaleler yazıldı, cihazlar geliştirildi ama sonuç pek de beklendiği gibi olmadı.
Stewart Brand’ın düzenlediği 24 saat süren Cyberthon Etkinliği o zamana kadar düzenlenen en ilgi çekici sanal gerçeklik sunumu idi. Belki “mother of all demos” etkinliğindeki gibi bir sonuç öngörülmüştü, fakat ilk sanal gerçeklik dalgası beklenen etkiyi yakalayamadı ve uzun ömürlü olmadı.
Bu akımın sinemaya tezahürü de akımın kendisi gibi çok başarılı olmadı. Zamanı değildi belli ki.
Belki bu filmlerle eş zamanlı çıkan Total Recall (Gerçeğe Çağrı) filmini bunlardan ayırmak gerek zira film nispeten başarılı olsa da (2012 de tekrar çekildi) tam bir sanal dünya filmi demek mümkün değildi.
İlk dalga belki teknolojik açıdan başarısız olmuştu ama zihinsel ürünleri ve gerçekliğin sorgulanmaya başlaması meşhur manga Ghost in the Shell’in 1995 de beyaz perdeye çıkışı ve ardından altın vuruş 1999 da vizyona giren ve “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedirten Matrix filmi ile geldi.
Simülasyon teorisi gibi teoriler ile gerçeklik her geçen dün daha fazla sorgulanırken, bir başka gerçeklik ortaya çıkmıştı, “Sanal Gerçeklik”, buradaki kavramın daha önceki yazılarda ele aldığımız kesinlik taşıyan fiziksel gerçeklik kavramı ile nasıl karşıtlık taşıdığını anlamışsınızdır. Gerçeklikten pay alan bir sanallık hatta kendi gerçekliğini ilan eden sanallık. İşte yeni cennetin inşa edileceği yer.
Gelecek bölümde Sanal Gerçekliğin günümüzde belki hala henüz ilkel durumdaki halini ele alıp sonrasında geleceğine birlikte göz atacağız.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017