Farklı Bir Perspektiften Singularity – 18: Ölüm (4)

, 5 Nisan 2017

Yazı serimizin son üç bölümünde paylaştığımız alıntılarla Nursî perspektifinden “ölüm” hakikati üzerinde durmaya ve ayrıca Singülariteryen hareketin, ahirzaman deccaliyetine zemin hazırlayarak, belki de yakın bir gelecekte milyarları peşinde sürükleyecek küresel çaptaki toplu hipnozunu gerçekleştirirken “ölümü öldürme” iddia ve vaadinin, programlarının merkezî bir motifini (hatta bir yönüyle omurgasını) oluşturduğuna/oluşturacağına dikkat çekmeye çalışmıştık.

Külliyatta ölüm hakikatinin Kuranî bir perspektifle, insanî ve duygusal boyutlarıyla ortaya konduğu sadeleştirilmiş alıntı bir pasajla bu faslı sonlandıralım:

” İhtiyarlığın alâmeti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda, (..) o beyaz kılların ihtarıyla baktım ki; çok güvendiğim ve zevklerine meftun olduğum gençlik elveda diyor ve muhabbetiyle (sevgisiyle) pek çok alâkadar olduğum dünya hayatı sönmeye başlıyor ve pek çok alâkadar ve âdeta âşık olduğum dünya, bana “Uğurlar olsun” deyip, bu misafirhaneden gideceğimi ihtar edip, hatırlatıyor. Kendisi de “Allah’a ısmarladık” deyip, o da gitmeye hazırlanıyor. (..)

İşte bu halde iken vaziyetime baktım ki; zevklerin kaynağı olan gençlik gittiği gibi, yerine hüzün ve üzüntülerin kaynağı olan ihtiyarlık geliyor. Ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor; zahirî (görünürde, sureten) karanlıklı ve dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor. Ve o çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin sevgilisi olan dünya, pek sür’atle zevale (yokluğa) kavuşuyor gördüm.

Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için, İstanbul’da haddimden çok fazla gördüğüm sosyal hayatın lezzet ve zevklerine baktım, hiçbir faydası olmadı. Bütün onların ilgisi, iltifatı, tesellileri; yakınımda olan kabir kapısına kadar gelebilir, orada söner. Ve şöhretperestlerin adeta yaşama nedeni olan şan ve şerefin süslü perdesi altında değersiz, anlamsız bir riya (gösteriş), soğuk bir hodfüruşluk (kendi imajı üzerinden adeta kendini kitlelere satma), geçici bir sersemlik suretinde gördüğümden, anladım ki; beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok.

Yine tam uyanmak için, Kur’anın semavî dersini işitmek üzere, Bayezıt Câmiindeki hâfızları dinlemeye başladım. O vakit o semavî dersten kudsî fermanlarla müjdeler işittim. Kur’andan aldığım feyz ile dehşet ve vahşet ve ümitsizlik aldığım noktalar içinde teselliyi, ümidi, nuru aradım. Cenab-ı Hakk’a yüzbin şükür olsun ki; dert içinde dermanı, zulmet içinde nuru, dehşet perdesi altında teselliyi buldum.

En evvel herkesi korkutan, en korkunç olarak görülen ölümün yüzüne baktım.. Kur’an nuruyla gördüm ki: Ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de; fakat mümin için asıl sîması nuranîdir, aydınlıktır, güzeldir. Ve çok risalelerde bu hakikat izah edildiği gibi; ölüm yokluk ve yokoluş değil, ebedi ayrılık değil; hayat vazifesinin külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir mekân değişikliğidir. Berzah âlemine göçmüş ahbap kafilesine kavuşmaktır.. Ve bunlar gibi hakikatlar ile ölümün hakikî güzel yüzünü gördüm. Korkarak değil, belki bir yönüyle severek onun yüzüne bakmaya başladım. (..)

Sonra insanların çoğunun âşık ve mübtela olduğu dünyaya baktım. Kur’an nuru ile gördüm ki; birbiri içinde üç dünya var. Birisi Cenab-ı Hakk’ın ilahî isimlerine bakar, onların aynasıdır. İkinci yüzü âhirete bakar, onun tarlasıdır. Üçüncüsü ise gafilleri aldatan fanî, geçici, kararsız yüzüdür.

Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Âdeta insanlar adedince dünyalar birbiri içine girmiş. Fakat herkesin hususî, özel dünyasının direği, kendi hayatıdır. Ne vakit cismi kırılsa, bedeninden ruh çekilse dünyası başına yıkılır; kıyameti kopar. Kendisini gaflet uykusuna salanlar, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak vaziyetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi daimî zannedip peşine düşer ve adeta ona kulluk eder.

Başkalarının dünyası gibi çabuk yıkılır, bozulur, benim de hususî bir dünyam var. Bu hususî dünyam, bu kısacık ömrümle.. ne faydası var diye düşündüm. Nur-u Kur’an ile gördüm ki: Hem benim, hem herkes için, şu dünya geçici bir ticaretgâh ve her gün dolar boşalır bir misafirhane ve gelen geçenlerin alış-verişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar ve Nakkaş-ı Ezelî’nin (Bütün varlığı ilahî tecellileriyle nakış nakış yaratan Hz.Allah’ın) devamlı yenilenen (hikmetle yazar bozar) bir defteri ve her bahar bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz bir manzum kasidesi ve o Sâni’-i Zülcelal’in (Azamet ve celal sahibi Sanatkâr’ın) isimlerinin yansımalarını tazelendiren, gösteren aynaları ve âhiretin fidanlık bir bahçesi ve rahmet-i İlahiyenin bir çiçekdanlığı ve bâkî âlemde gösterilecek olan levhaları, tabloları yetiştirmeye mahsus geçici bir tezgâhı olarak gördüm. Bu dünyayı bu surette yaratan Hâlık-ı Zülcelal’e (Ululuk sahibi Yüce Yaratıcı’ya) yüzbin şükrettim.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.