İkinci Düşüş – 9: Yolun Sonu
Faruk Ay, 12 Nisan 2017Bu dünyada inşa edilecek yalancı bir cennet var ve bu yazı dizisinde insanlığın yaşayacağı ikinci düşüşün nasıl süslü bir şekilde takdim edileceğine değinmeye çalıştık.
“Deccal’ın beraberinde bir cennet ve bir cehennem vardır. Onun cehennemi bir cennet, cenneti de bir cehennemdir.”(Müslim, Fiten, 104,109; İbn Hanbel, 5/383; İbn Mâce, Fiten, 33/ 4071)
İnşası için hummalı bir çalışma yapılan bu cennetin, girdikten sonra çıkması çok zor olacak bir hapishane olacağını öngörmek hiç de zor değil. Halihazırda günümüzdeki basit bir mesajlaşma uygulamasını bile hayatından çıkarmak için zorlanan insanoğlu çok daha büyüleyici ve süslü şeylerle karşılaştığında bırakıp geri çekilebilecek mi?
Bu hapishanenin inşası adına yakın gelecekte gerçekleşecek önemli gelişmelerden biri dünya üzerinde internetin kapsamadığı bir alan kalmaması olacak.
Project Loon
Google’ın atmosfer altı balonları ile internet dünyanın en ücra köşelerine bile iletilecek. Her ne kadar yaptığı kazalarla gündeme gelse de Google nispeten düşük maliyetli bu projesi ile sürekli online olmamızı sağlamayı hedefliyor
Facebook Aquila
Facebook’un aynı alandaki çalışması da güneş enerjisi ile çalışan kocaman bir drone sayesinde dünyanın her yerine kesintisiz internet götürülmesi.
Feridun B. Kaya’nın Ya Süperman Ya Huzur – 4 yazısında geçen Max Spiers’ın bu videosunu hatırlayalım.
Spiers burada dünyanın bir hapishaneye çevrilmeye çalışıldığı bunun için önlerindeki engelin insan kalbi olduğu ve bunu aşmak için transhümanizm gibi teknoloji eksenli yollar deneyeceklerinden bahsediyor.
Bu konseptte değerlendirdiğimizde insanlığı fareli köyün kavalcısı gibi o neşeli seslerle istedikleri yere götürüp bir daha haber alınamaz hale getirecekleri bir dünya inşa ediyorlar. Gerçeklikle bir daha şu anda olduğu kadar bile olsa etkileşimde bulunamayacağımız bir dünya.
Nanobotlar
Ray Kurzweil 2005 yılında dile getirdiği bir gelecek öngörüsünde 2030 lu yıllarda insan vücuduna gönderilecek nanobotların insan beynine ulaşması ile beyne giden sinyallerin “gerçek” dünyadan gelen sinyallere bloke edilmesi ve bunun yerine sanal dünyanın sinyallerinin beyne iletilmesi gerçekleşeceğini iddia ediyor.
Bu senaryoyu her zaman olduğu gibi japon kültürü (Ghost in the Shell) çoktan bizim için resmetmiş durumda. 2014 senesinde aynı isimli mangadan yola çıkarak hazırlanan “Sword Art Online” isimli anime insanların neokorteksine doğrudan müdahale edebilen bir sanal dünya oyununun nasıl korkutucu bir şekilde insanları içine hapsettiğini, oyunu tasarlayan kişinin nasıl bir hubris ile hareket ettiğini ilgi çekici bir şekilde ortaya koyuyor.
Sanal İnsan
Martine Rothblatt ise meseleye insanın sanallaşması yönünden yaklaşıp zihnin dijital kopyalanması konusunu ele aldığı kitabında (Virtually Human) çarpıcı ifadeler kullanıyor. İnsanın kendini sanallaştırmasına bir ihtimalden ziyade bir mutlaklık içinde din, hukuk, etik, psikoloji ve sosyoloji gibi alanlarda nasıl kendine yer bulacağından bahseden Rothblatt, bunun için önümüzdeki 20 seneyi yeterli görüyor. (Kurzweil’in öngörüsü ile örtüşen bir şekilde)
İnsanın dijital teknolojik sonsuzluğa cesediyle olmasa da sanal zihni ile ulaşabileceğini, bu sanal zihnin gerçek zihinden hiçbir farkı olmadığını açıklarken bu zihin için protez zihin ifadesini de kullanıyor. Henüz tüm sırlarını koruyan bilinci de içinde barındıracak bu çifte zihin kimliğini izah ederken Einstein, Budizm, aydınlanma çağı ve Darwin’in görüşlerinden yararlanmaya çalışan Rothblatt her inanç ve düşünceye göz kırpıyor ve bu sonsuzluk ilacından herkes yararlansın kimse dışarda kalmasın istiyor. Elbette bir süre bu dijital benliklerin kendini kabul ettirmekte zorluk çekebileceğini öngörüyor fakat dinlerin ve farklı görüşten kaygı taşıyan insanların zaman içinde buna alışıp kabul edeceğini söylüyor.
Beden ölse bile kendisi yaşamına devam edecek olan zihin kopyalarını akla yaklaştıran en iyi örnek olarak herhalde Black Mirror dizisinin geçen sezonki “Beyaz Yılbaşı” (White Christmas) bölümü ve yeni sezonda öldükten sonra bile sanal dünyada varlığını sürdürmeyi konu alan zihin transferi bölümlerini gösterebiliriz.
Kısacası önce dünya sanallaşacak, ardından insan. Bedenleri ölse de bir çeşit yapay zeka tarafından zihin simülasyonları gerçekleşen dijital varlıklar ne kadar insanların ölümsüzlük arzusuna merhem olur bilinmez ama çok net hedefler ve her geçen gün daha fazla tanımladıkları kimliklerle insanlığı toplu bir göçe doğru yönlendiriyorlar.
“İkinci Düşüş – 9: Yolun Sonu” yazısına 3 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Senkronizasyon daha fazla veri girişini sağlayan bir işlem.Eğer ki gerçekten vaadedildigi gibi bilgisayara update edilen insan ile hayatta yaşayan insan aynı kişi olsaydı senkronizasyona gerek duyulmamasi gerekirdi. Halbuki senkronizasyon gerçek hayatı yasayan kisiyi ölene kadar oyalama islemi gibi geliyor.Yani aslı ile sahtesini yanyana getirmekten kaçınıldığını düşünüyorum.Insani suan en iyi taklit eden şey aynadaki görüntüsüdür. Ayna suretler alemi gibi düşünülebilir keza sanal aleme bir benzerliği de vardır; ama biz biliyoruz ki gerçek olanı öldüğünde aynadaki suret aynanın içinde sabit tutulsa veyahut suret oynatilsa da aynanın karşısındaki insan öldüğünde geriye sadece aynadiki sureti kalacaktır. Merak ettiğim bu konuyu nasıl aşmayı planlıyorlar yahut üzerini nasıl kapatmaya çalışacaklar?
Teşekkürler. Sorduğunuz sorular çok güzel. Detaylarına çok değinmedim ama Rothblatt aslında bu ihtimali ele alıyor, siz yaşarken “mindclone” adını verdiği sizin sanal zihniniz de kendi hayatını(!) yaşamaya başlayabilir diyor. Tabi kendi senaryosunun tutarlılığı için gün sonunda gerçek ve sanal zihnin senkronize olmalarını öngörüyor. Bugünden bakınca bunlar çok uzak görünebilir ama Ray Kurzweil’in Google’da yürüttüğü sanal asistan projesi bana bu sanal zihin kopyalarının öncüleri olacak gibi geliyor. Fikri satış noktaları ise bedenen ölsen de zihnen hala hayattar olacaksın, oy verecek hatta evlenebileceksin, torunların senin yokluğunu hiç yaşamayacak, kimse sevdiğini bütün bütün kaybetmeyecek.
Elinize sağlık. Yazılarınızı ilgi ile takip ediyoruz. Black mirror transcedence gibi dizi ve filmlerde dikkatimi çeken bir nokta var. Ölen kişilerin zihin simülasyonlari sanal ortama aktarılarak, bir ölümsüzlük vaadinde bulunuluyor ve bu bilgisayara aktarılan simülasyonun o kişi olduğu varsayılıyor. Merak ettiğim nokta şu; ya bu kişi yaşarken böyle bir aktarım yapılsa ve simülasyonu ile gerçek kişi karşılaşsa?? Acaba vaadedilen ölümsüzlük aldatmacası ortaya çıkar mı? Çünkü simülasyon için hep gerçek kişinin ölümü bekleniyor. Özellikle mi kaçınılıyor böyle bir karşılaşmadan? Bu konudaki yorumunuzu merak ediyorum.