Prematüre Düşünceler ve Sorular – 4
Bedirhan Sonakın, 6 Nisan 2017Bir önceki yazıyı iki temel ayrımı ortaya koyarak bitirmeye çalışmıştım. Bunlardan ilki, YZ’nın varoluşsal bir risk oluşturabilecek kadar önemli bir yere koyuyordu. Singularity perspektifi ise YZ’yı kucaklayarak onu gelişimin ve evrimin bir sonraki aşaması olarak görüyordu. Aslında bunlara eklenebilecek bir üçüncü bakış açısı da geçtiğimiz haftalarda yayınladığımız Bill Nye videosunda aktarılan ya da daha kurumsal olarak FLI ve ITIF – YZ Üzerine Farklı Yaklaşımlar yazısında değindiğimiz Robert D. Atkinson tarafından ortaya koyulan, YZ’nın insana rakip seviyesine gelebileceğine inanmayan, bunu öngörmeyen, YZ’yı herhangi bir alet gibi değerlendiren bakış açısıdır. Bu üç bakış açısı da kendi içlerinde tutarlılıklara sahip, popüler kültürde de bu üç bakış açısını da destekleyen örnekler de bulunuyor, o nedenle de üç bakış açısının da alıcısı bulunuyor.
Peki biz YZ hakkında bu bakış açılarından herhangi birine müşteri olabilir miyiz?
Bu üç YZ yaklaşımı da ortak bir noktadan hareket ediyor. Her birisi muhtemel bir YZ’nın kıyas aracı olarak insan zekasını ortaya koyuyor. YZ’yı varoluşsal bir risk olarak gören yaklaşım, bu sonuca varırken, insan aklı ile rakip olabilecek, hatta onun üstüne çıkabilecek bir YZ tasavvurunu ortaya koyuyorlar. Günümüz bilgi işleme ve karar verme sistemleri bile nicelik olarak insana üstünlük sağlamış durumda görülebilir. Nicelikteki bu ilerleme henüz insan denetimi dışında bir hamle yapamıyor. Veriler işlenip, bilgi haline dönüştürülüyor ama bu bilgiyi değerlendirme ve bu bilgi uyarınca aksiyon alma hala insan iradesine bağımlı. Bunun bağımlı olmadığı durumlarda da, insan iradesinin önceden sistemlere aktardığı kural setleri devreye giriyor, yani bu işleme gücü hala insanın iradesine bağımlı bir biçimde işliyor.
Tasavvur edilen YZ’nın bu noktaya gelmesi için, nicelik açısından gün geçtikçe artan bu işleme gücünün, kendi kurallarını ortaya koyacak bir noktaya gelmesi gerekiyor. Yani insanın iradesine karşı gelebilecek ve kendi iradesini ortaya koyabilecek bir nitelik sahibi olması gerekiyor. Burada yine geçmiş yazılarda değindiğimiz, rasyonel karar verme üzerine yapılan vurgular devreye giriyor. Türkçe’ye oran olarak çevirebileceğimiz rasyo kelimesi, zatında niceliksel bir vurgu taşıyor. Ancak bu niceliksel vurgu, rasyonel kelimesine dönüşürken niteliksel bir anlama bürünüp, mantıki olma, akla uygun olma gibi bir anlama dönüşüyor. Rasyonellik şemsiyesinin altında ölçülebilirlik, sınanabilirlik ve delillenebilirlik gibi şartlar ardı ardına diziliyor.
Bu niceliksel özellikler, özellikle modern insanın hayatında karar verme süreçlerinde oldukça önemli yer tutuyor. Ancak YZ’yı kıyasladığımız insanın tek özelliği bu niceliksel değerlendirmeleri değil. Örneğin insanın kararlarına etki eden inanç, sevgi, tutku gibi kavramlar ölçülebilirlikten uzak kavramlar olarak karşımıza çıkıyor. Carl Sagan’ın aynı adlı romanından uyarlanan Mesaj (Contact) filminde Jodie Foster’ın oynadığı bilim insanı Ellie Arroway karakteri ile Matthew McConaughey’in oynadığı din adamı Palmer Jones arasında geçen bir diyalog aslında derdimizi daha iyi anlatmaya yardımcı olacaktır. Ellie ile Palmer inanç hakkında tartışırken, Ellie Palmer’dan Tanrı’nın varlığını kanıtlamasını ister ve aralarında şu konuşma geçer:
Palmer Joss: Babanı seviyor muydun?
(Babası Ellie’nin hayatında önemli bir yer taşır. Onun uzay konusundaki ilgisini uyandıran ve bir bilim insanı olmasını sağlayan kişi olarak babası Ellie’nin yumuşak karnıdır.)
Ellie Arroway: Ne?
Palmer Jones: Baban. Onu seviyor muydun?
Ellie Arroway: Evet, hem de çok.
Palmer Jones: Kanıtla.
Bu konuşma retorik olarak değerlendirilip eleştirilebilir. Ancak ortaya koyduğu anlam değerlidir. Rasyonel aklın enstrümanları, insanı değerlendirmek için yeterli değildir. Bunun sebebi insanın sadece akıldan oluşmuş bir varlık olmayışıdır. Akıl günümüzde çok kutsandığı için ön plana çıkmış olmasına rağmen, insanın sahip olduğu aletlerden sadece birisidir. Bunu bir başka örnekte şu şekilde ortaya koyabiliriz. Koku duyusu, makine bağlamından bakıldığında sadece bir sensördür. Algıladığı kokuları tanımlar ve tasnif eder. Ancak bu kokunun insanda uyardığı hisleri, insanın belirli bir kokuyu algıladığında, zihninde beliren anıları ve bu anıların onun duygu ve düşünce dünyasında oluşturduğu etkiyi tasnif etme ve tanımlama, sensörün kabiliyetlerinin üstünde bir alanı bize açar. Anlamın merkezde bulunduğu soyut kavramlar silsilesini karşımıza çıkarır. Tüm bu soyut kavramlar iradeyi etkileyen ama rasyonel olarak tanımlanamayan parametreler gibidir. Ölçülebilir olarak görülen bir karar verme sürecine, karar anında var olmayan, anılar ve tecrübeler etki eder.
Tabi ki bilim bunları da gözlemlemeye, değerlendirmeye almaya çalışıyor. İnsanın farklı durumlarda ortaya koyduğu fiziksel değişimler gözlenerek, bu konuda da örüntüler(pattern) ortaya konulmaya çalışılıyor. Psikanalizden, genetik bilime kadar birçok alanda bu süreçleri tanımlamaya yönelik çabalar ortaya koyuluyor. Bunlar mutlaka belli bir seviyede başarı sağlayacaktır. Ancak temel sorun, önceki paradigmada her şeyin ölçüsü olan insanın, yeni paradigmada tamamıyla ölçülebilir bir metaya dönüştürülebilmesi çabasıdır. Ölçebilme beraberinde manipüle edebilmeyi de getiren bir olgudur. Bu insanı olduğundan aşağıya indirgeyen bir yaklaşımdır.
Eğer gerçekten Kendi Yapay Zekâ Felsefemizi ortaya koyacaksak ilk önce bu indirgemenin dışında hareket edebileceğimiz bir alan oluşturmamız gerekiyor. Alet yapan insan, uçakları yaparken mutlaka kuşlardan fikir almış, onların yapılarını incelemiştir. Ancak ortaya çıkarttığı teknolojinin hedefi kuşları ikame etmek değildir. İnsana fayda sağlayacak bir teknoloji ortaya koymaktır. Neil Postman’ın sürekli vurguladığı, bir teknolojinin geliştirilme sebebini ortaya koymak önemlidir. Bu noktada Kendi Yapay Zekâ Felsefemizi inşası, YZ üretmenin tepkisel bir gerekliliğinden çok, insana olan faydasını ortaya koymaktır.
Devam edeceğiz…
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017