Ya Süperman Ya Huzur – 6

, 11 Nisan 2017

Serinin son iki makalesinde “Huzura koşarken vurulan Süper Asker Max Spiers” ile ilgili bazı mülahazalar dile getirilmeye çalışılmıştı. 6. ve 7. makalelerimiz ile Max Spiers mevzusuna hitama erdirmeyi düşünüyoruz.

Farklı bir dünyada neşet etmiş ve sonradan farkına vardığı/hatırladığı geçmişi ile insanları tehlike kabul ettiği durumlara, müessese ve kişilere karşı uyarmaya çalışmıştı. Ne kadar başarılı oldu bilinemez ama, ölümüden aylar sonra Türkiye’de bile hakkında 3 makale çıkıyorsa, henüz misyonunu bitirdiğini söyleyemeyiz. Videoları ile belki bu mücadelesine devam edecek Max. İddialarının ne kadarı kendi tecrübesi ve ne kadarı da okuma ve araştırmalarına ait, bunu bilemiyorum. Okuma ve araştırmalarına ait olanlar varsa -kendi namıma- bunlara mesafeli olduğumu söylemeliyim. Zira komplo teorisi dünyası, içine girmek istemeyeceğim kadar karışık ve çöp düşünce ve iddialarla lebalep dolu bir halde. Bizim de, en kıymetli bir sermaye olan zamanımızı, bu çöplükte heba etmeye niyetimiz yok. Ama sahih olanla olmayanı/çöp bilgi ve iddiları birbirinden ayırmak oldukça meşakkatli ve mesai isteyen bir iş. Bizim bakış tarzımız ve derdimiz ise daha başka.

Yanlış anlaşılmasın;  o bilgi tarzının tamamen çöplük olduğunu iddia etmiyorum. O litaratüre pejoratif bir edayla dudak büken liberal/akademik mahallenin bakış tarzına mesafeliyim. Bu mesafelilik de sadece bana; yani Ferudun B. Kaya’ya ait. Her-an’ın görüşünü temsil etmiyor. Yoksa, Her-an’da da bu konuda farklı düşündüğümüz arkadaşlarımız var. Bu da bizim zenginliğimiz olsun. Zaten Her-an’ın giriş yazısında şu ifadeleri sarfetmemiş miydik?

 

Her-an’ın Kimliği ve Temennisi

“Her-an” sitesi bu büyük tehlikenin farkında olan bir grup dertli tarafından kuruldu. Bir süredir, yaklaşmakta olan bu mega-tsunami hakkında “Ne yapabiliriz?” mülahazaları ile okuyan, araştıran ve insanları kendi çaplarınca uyarmaya çalışan bir arkadaş grubu bu… Bu arkadaşların herbirinin kendisine göre ve diğerlerinden farklı da olabilecek aidiyetleri; irtibatlı oldukları sosyal yapıları var. Ama bir araya gelerek oluşturdukları “her-an” sitesi bu sosyal gruplardan herhangi birini temsil etmiyor. Elbette herbir yazar kendi beslendiği kaynakların; mensubu olduğu yapının edasını hissetirebilecektir yazılarında. Belki ileride her bir dindar ve seküler cemaatten yazarları olur bu sitenin… Zira bu dünya hepimizin ve bu mega-tsunaminin önüne bir set kurulmaz ise birbirimizi tartışarak da olsa yiyeceğimiz bir dünyamız olmayacak.”

16 Kasım 2012’ye ait bu ifadeler. Geçen yıllar içinde bu kanaatimizi değiştirecek bir şey olmadı. Şunu da ekleyelim ki temennimiz, bir gün Her-an platformunun,

dindar, din tanımayan, ate, deist, inananan ama inancın sadece bir vicdan işi olduğuna inanan vb.. tüm renklerden oluşan bir gökkuşağı;

gelmek üzere olduğunu görüp hissetiğimiz mega-tsunamiya karşı insanlığı tenbih eden, global vicdanın gür ve müessir bir sesi;

ve elinden gelen tüm imkanlarla -başta milletimiz- tüm insanlığın maddi/manevi terakkisi adına “iyilik duvarı”na taş koyacak ıslahçı aksiyonerler olmasıdır.

 

Max’ın Konuşmasını Hatırlayalım

Serininin 4. makalesinde, Max’ın ölümünden iki ay kadar önce; 23 Nisan 2016’da yaptığı Varşova/Polonya konuşmasından kısa bir bölüm paylaşmıştık. Kalbin ehemmiyetinden ve transhumanist görüşün kalp ile alakalı menfi bakışından bahsetmişti. Max ne demişti bir hatırlayalım:

“Burada devam eden savaşın bir yönünün tabanı açısından durduğumuz yer burası. Pek çok gezegeni almış ve onları birbirlerine bağlamış durumdalar. Hapishane gezegenlerini birbirlerine bağlamış durumdalar ve bağlayamadıkları bir yer var, o da Dünya. Dünya da kalp durumunda.

Kalp en dayanıklı noktadır. İnsanın en dayanıklı parçasıdır. En büyük sıkıntıyı kalbe karşı yaşarlar, çünkü direk olarak ilahi kaynağa bağlıdır. Bu vampirik, parazitik bilincin yapmaya çalıştığı her şeyin kontrolünü Tanrı’nın Kaynağı’ndan alıp ellerine geçirmektir. Bu mesele Atlantis’te Rahiplerle Bilim Adamları arasında yaşanan savaşa kadar dayanıyor. Rahipler içeriden, kalplerinden yaratma sürecini gerçekleştirebileceklerine inanıyorlardı. Bilim adamları ise kontrolü ellerine alıp dışarıdan inşaa etmek/yaratmak istediler. Bu transhümanist bir yaklaşım. Bu teknoloji.

Teknolojiyi kullanarak kontrolü ele geçirmek ve insanları transhüman varlıklara dönüştürerek bizi tamamen kalplerimizden koparmak istiyorlar. Ve bu sayede sonunda bu gezegenin kontrolünü ele geçirip onu da diğer hapishane gezegenlerine bağlayarak bütüncül bir hapishane sistemine kavuşmak istiyorlar.” (Tercüme için Akif Manisalı’ya teşekkür ederim.)

 

Küçük Dünyamız Göklerin Kalbi mi?

Max Spiers’ın bir ifadesi oldukça dikkat çekici. Modern zamanlar insanı için bir hayli yadırgatıcı. “Dünya da kalp durumunda” tespitinden bahsediyorum. Bizler Batlamyus’un Dünya’yı merkeze alan görüşünden Johannes Kepler’in zihinlerimzde gerçekleştirdiği devrim ile vazgeçmiştik.  Modern bir insan olan Max Spiers ise, bir hayli zaman önce yürürlükten kalkmış olan fikirleri mi savunuyor ve insanlara bunları empoze ediyordu?  Elbette hayır. Meseleyi maddi büyüklük ve kemmiyet/kantite olarak değil de, kıymet/değer büyüklüğü ve keyfiyet/kalite olarak el alırsak anlaşılmadık bir şey kalmaz. Dünyanın kalp durumunda olması ifadesine başka yerlerde de rastgelmiştim. Max Spiers ile aynı kültür havzasında neşet etmemesine rağmen bir Kur’ân talebesinin benzerî ifadelerinin olması oldukça şaşırtıcı ilham verici. (Aşağıda alıntı yapmış olduğum metin üzerinde, daha rahat anlaşılması adına üzerinde tasarrufta bulunulmuştur. Orijinal metine, daha detaylı bilgilenmek isteyen meraklı okuyucularımız kolaylıkla ulaşabilirler.)

“İnsan, yaratılış ağacının ucundaki meyvesidir. Mâlumdur ki, bir şeyin meyvesi, onun köküne en uzak, en kapsamlı, en nazik ve en mühim kısmıdır.

İşte âlemin meyvesi olan insana da en kapsamlı, en benzersiz, en aciz, en zayıf ve en latif kudret mucizesidir. Bu yüzden, insanın beşiği ve meskeni olan yeryüzü/Dünya, göklere nispeten maddî küçüklüğü ve kıymetsizliğiyle beraber, mânen ve sanatça bütün kâinatın kalbi, merkezi..

bütün sanat mucizelerinin sergisi..

Allah’ın isimlerinin bütün tecellilerinin mazharı, odak noktası..

sınırsız Rabbanî icraatın mahşeri ve aynası..

Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz yaratıcılığının, bilhassa bitki ve hayvanların sayısız küçük türlerinde görülen cömertçe icadın merkezi ve çarşısı..

pek geniş ahiret âlemlerindeki sanatlı eserlerin numunelerinin küçük ölçekte sergilendiği yer..

ebedî dokumların süratle işleyen, bâki manzaraların hızla değişen tezgâhı ve aynen yapıldığı fabrikası..

ve daimi bahçelerin tohumcukları için süratle sümbüllenen dar ve geçici bir tarla, bir terbiye ocağı hükmündedir.

İşte bu manevî büyüklüğünden ve sanatça önemindendir ki, Kur’an-ı Hakîm, göklere nispeten büyük ağacın küçük meyvesine benzeyen yeryüzünü* bütün semâlara denk tutuyor. Onu bir kefeye, gökleri bir kefeye koyuyor. Tekrar tekrar “Göklerin ve yerin Rabbi” diyor. (Sözler / 15. Söz’den yorumlanarak)

* Evet, yeryüzü/Dünya, küçüklüğüyle beraber, göklerle kıyaslanabilir. Çünkü nasıl daima akan bir çeşmenin artık beslenmeyen büyük bir gölden daha büyük olduğu söylenebilir. Hem dağ gibi bir cisim, görünüşte kendisinden binlerce defa daha küçük bir ölçekle ölçülebilir… Aynen öyle de, Cenâb-ı Hak yeryüzünü sanatına bir sergi, yaratıcılığına bir mahşer, hikmetine merkez, kudretine mazhar, rahmetine bahçe, cennetine tarla, sonsuz kâinata ve mahlûkat âlemlerine bir ölçek ve mâzi denizlerine, gayb âlemine akacak bir çeşme hükmünde yaratmıştır. Her sene kat kat ve katmerli yüz bin tarzda, sanatlı nakışlarla dokunmuş gömleklerini değiştirdiği ve çok defa doldurup mâziye boşaltarak gayb âlemine döktüğü bütün o yenilenen âlemlere ve yeryüzünün çeşitli gömleklerine bak! Yani yeryüzünün bütün mâzisini o anda hazır farz et! Sonra tekdüze ve bir derece basit göklerle kıyasla! Göreceksin ki, yeryüzü üstün gelemese de, noksan da kalmaz. İşte “Göklerin ve yerin Rabbi” sırrını anla.”

(Devamı gelecek)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.