Biyoteknoloji – 3
Ali Fevzi, 3 Mayıs 2017“Bu yüzyılın sonuna kadar, bizler mitlerde geçen tanrılara özgü, hayat ve ölüm üzerinde kontrolü olan gücün çoğuna sahip olacağız. Ve bu güç, hastaları iyileştirmeyle sınırlı olmayacak, insan bedenini iyiye götürmek ve hatta yeni yaşam formları yaratmak için kullanılacak. Bu güce, dualar ya da büyülü sözler aracılığıyla değil, biyoteknoloji mucizesi ile kavuşacağız.” Diyor Michio Kaku, 2100 yılına kadar, bilim, insanlığın kaderini ve günlük yaşamını nasıl şekillendirecek sorusuna yanıt verdiği “geleceğin fiziği” adlı kitabında. Tıp için öngördüğü hemen hemen tüm tahminler ve yeniliklerin merkezinde genetik ve biyoteknoloji alanında atılacak adımlar yer alıyor. Biyoteknolojik süreçler kullanılarak üretilen ürünlerin dünya pazarındaki paylarına bakıldığında %77 ile gıda, şu an, ilk sırada yer alsa da yatırımların sektörlere göre dağılımına bakıldığında, %69 ile sağlık sektörü başta yer alıyor. İşte bu yüzden tıp tarihinde yeni bir dönemin başındayız.
Gözde gen tedavisi umut veriyor
İngiliz bilim adamları, doğuştan gelen göz hastalıklarının tedavisinde devrim niteliğinde bir operasyona imza attı. Uzmanlar, gen tedavisine dayanan yöntem sayesinde körlüğün tarihe karışmasının mümkün olabileceği müjdesini veriyor. 15 yıldır hayvanlarda denenen gen tedavisinin, ameliyat edilen köpeklerde görme yetisini zamanla geliştirdiğini tespit eden uzmanlar, yöntemi ilk kez bir insan üzerinde denedi. 23 yaşındaki erkek hastaya uygulanan yöntem, gözdeki sorunlu genlerin sağlıklılarıyla değiştirilmesi esasına dayanıyor. Böylece renkleri ya da ışığı seçme konusunda başarısız olan sorunlu genler, retina içine enjekte edilen sağlıklı genlerle tedavi ediliyor. Uzmanlar, kalıtsal göz hastalıklarının tedavisinde çığır açabilecek yöntemin, ileride körlüğün tedavisinde de başarıyla uygulanabileceği düşünüyor.
125 yaş ve kansersiz bir hayat ütopik değil.
İspanyol bilim adamları, gen terapisiyle farelerin ömürlerini yüzde 45 oranında uzatmayı başardı. İspanyol Ulusal Kanser Araştırma Merkezi (CNIO) uzmanları, ‘Sadece ömürleri uzamadı, kansere de yakalanmadılar. Bunu insanlara uyarlayabilirsek 125 yaşına kadar kansersiz bir hayat yaşanacak’ dedi.”
“Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” Al-i İmran Suresi, 3:49.
İşte, şu ayet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede beni Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hatta ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür. Anadan doğma körleri, körlüğü kalıtsal olanlar şeklinde yorumlarsak, biyoteknoloji başta kalıtsal olmak üzere, kanser gibi, genetik yapısı mutasyona uğramış hücrelerin sebep olduğu birçok hastalığın tedavisinde büyük umutlar vaat ediyor. “Gen terapisi” olarak literatürde yer alan tedavi şekli, kusurlu genin normal genle yer değiştirilmesi, kusurlu genin inaktive edilmesi veya hastalıkla mücadelede vücuda yeni genin tanıtılması şeklindeki üç yaklaşımı ile hayatımıza giriyor.
Organ üretimi başlıyor
Domuzlara enjekte edilecek kök hücreler sayesinde üretilecek insan organları daha sonra insana nakledilebilecek. Kök hücre çalışmalarını ilerleten bilimciler, sıçanlardan aldıkları kök hücreleri, genetik olarak değiştirilmiş fare embriyosuna enjekte ederek farelerde sıçana ait organlar geliştirmeyi başardılar. Uzmanlar bu tekniğin domuzlarda insan organı üretmeyi de sağlayabileceğini düşünüyor. Bu yöntemle nakil için sıra bekleyen hastalara yetecek sayıda organın sağlanabilmesi hedefleniyor.
Dünya sağlık örgütünün verilerine göre dünyada yaklaşık organ nakli bekleyen hasta sayısı 2 milyon. Her yıl ortalama 150 bin kişi, uyumlu organ bulamadığı için hayatını kaybediyor. Pek çok insan yeni bir organ için binlerce dolar vermeye hazır. Kök hücrelerden faydalanarak laboratuvar ortamında üretme çalışmalara devam etse de Japonya’nın başını çektiği, organ transplantasyonu, yakın gelecek için en mümkün görünen teknik. Organ nakline ihtiyaç duyulan hastadan alınan hücreler ile domuz embriyoları birleştirilerek “kimerik embriyo” elde ediliyor ve domuz fetüsüne aktarılıyor. Böylece domuz fetüsü anne karnında büyürken, vücudunda kendi pankreası, kalbi veya böbreği değil, insanın organı yetişiyor. Hayvan olarak domuzun seçilmesi ise, bu hayvanın iç organlarının büyüklüğü, insan organlarının büyüklüğüne çok yakın olması. Antrparantez belirtelim, ünlü transhumanist Martin Rothblatt’ın, bu şekilde organ üretimine dayalı, bir organ çiftliği kurma projesi mevcut.
İlk yapay kromozom elde edildi
DNA araştırmacısı Amerikalı Craig Venter, aralarında Nobel ödüllü Hamilton Smith adlı bilim adamının da bulunduğu 20 kişilik bilimsel ekibi ile elde ettiği sentetik kromozom, şimdiye dek başarılamayan bir biyolojik mühendislik harikası olarak görülüyor. Laboratuvar kimyasal malzemeleri kullanılarak yapılan buluşta, bilim insanları özenle ve zahmetli bir şekilde, 580 bin çift genetik şifre içeren 381 geni birbirine ekleyerek yapay kromozomu elde etti. “Bu kendi türümüzün tarihinde çok önemli felsefi bir adım. Genetik şifrelerimizi okumaktan bunu yazmaya doğru gidiyoruz. Bu bize varsayımsal olarak daha önce hiç düşünülmeyen şeyleri bile yapabilme olanağı sağlayacak” diye konuştu.
Genetik yapısının bilgisayarda belirlenip, anne ve babanın sipariş üzerine çocuk sahip olduğu bir dünya!!! Belki de Huxley’in Cesur Yeni Dünya adlı romanında ki gibi istikrara adanmış bir toplumda, üremenin tamamen yapaylaştığı, üretkenlik adına insanların merak, akıl, tutkularının köreltildiği bir köle topluma doğru gidiyoruz. Mutlu kölelik ve köle olduklarını görmeyen, görse de umursamayan, insan gibi görünen, fakat bildiğimiz anlamıyla insan olmayan ve bundan yakınmayan varlıklar.
“Bu teknoloji, insanlığımızı, yani insanlık tarihindeki bilinen pek çok değişime karşın korunan kim olduğumuz ve nereye gittiğimizle ilgili duyguları yitirmemize yol açacaktır. Daha da kötüsü bunu, çok değerli bir şeyi kaybettiğimizin farkına bile varmadan gerçekleştirebilecek olmamızdır.” – Francis Fukuyama
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017