İki Kitap Bir Yazar – 4
Selim R. Toprak, 17 Mayıs 2017Geçen yazıda kaldığımız yerden devam edelim. İnsanı görüntüsüyle, davranış ve tepkileriyle mükemmel bir şekilde taklit edebilen ileri teknoloji bir robota canlı diyebilir miyiz? İnsanlık gelecekte (belki de çok da uzak olmayan bir gelecekte?) birgün böyle bir human-robot (?) yapmayı başarırsa, maddeye can vermiş, hayat üflemiş, canlılık kazandırmış olur mu?
Kendini Arayan İnsan kitabından bir pasaj:
” Hayatı nasıl tarif edelim?
Hayat nedir? Onu nerede ve nasıl arayacağız? Madde ve enerjinin üstünde, ötesinde ve mahiyetinde (niteliğinde) ayrıca “hayat” diye birşey var mı? Hayatı fiziksel ve kimyasal kanunların ve materyalist açıklamaların dışında mı, içinde mi mütalâa edeceğiz? (ele alıp, değerlendireceğiz?)
Materyalist tutuşlar bütün hayatî kabiliyetlerimizi, bütün ruhî kıpırdanışlarımızı uyarıcı-cevap ilişkileri içinde hapseder. Ruhî dediğimiz, bütün davranışlarımızı fizik etki-tepkilere yaklaştırmaya çalışır. Canlılık ifade eden bütün olay ve oluşları karmaşık davranış düğümleri içine sokar. Varlıklar arasındaki davranış farklarını, o varlığı meydana getiren fiziksel ve kimyasal yapıda ve bu yapının çeşitli oluşumlarında bulur. Uyarıcı-cevap arasındaki “ben”i, dolayısıyla irade, hürriyet, şuur gibi kavramları reddeder veya bilerek ihmal eder. Gerçekten de, uyarıcı-cevap arasındaki “ben” fiziksel ve kimyasal bir yapıdan ve bu yapının çeşitli oluşumları olmaktan ileri gitmese idi, bu ben ihmal edilebilirdi. Böylece kalite (nitelik) farkları gerçekte kantite (nicelik) farklarının bir sonucu olarak yorumlanabilirdi. Halbuki durum hiç de öyle gözükmemektedir. (..)
Yaşadığımız alemde, çıplak gözle görüyoruz ki, her varlık orijinal (kendine has, özgün) bir yapı ve faaliyet içindedir. Yine gözlüyoruz ki, varlıklar kendilerini savunurlarken bu orijinalliklerini savunmaktadırlar. Niçin varlığımızın başka bir varlığın bünyesinde erimesine direnmekteyiz? Maddi varlığımızın başka bir madde kompozisyonuna katılmasına niçin ölüm diyoruz? Böyle bir ölümün maddi varlığımızı tehdit etmesi muhal (imkansız) olduğu halde bizim korumak istediğimiz nedir? Görülüyor ki, ölüm, maddi varlığımızı değil, orijinalliğimizi ve manamızı tehdit etmektedir. Apaçık görülüyor ki, “ben” bu orijinalitedir. Uyarıcıları cevaplandıran sadece kemmi (niceliksel) farklar değil, bu kemmi farkları aşan bir mana ve orijinalliktir. Her uyarıcı-cevap arasında bu uyarıcılara yön veren ve ihmal edilmesi kabil (mümkün) olmayan bir “ben” vardır.
Hele insanda bu “ben” ihtirasla çırpınmakta, varlığını diğer varlıklara duyurmak için çığlık çığlık dolaşmakta, pırıl pırıl ışıldamaktadır. İşte biz, hayatı ve insanı izah ederken kemmiyetimizin (suretimizin, niceliğimizin) çerçevelediği bu orijinal “ben”i ele geçirmek ve bu “ben”i gizleyen perdeyi aralamak istiyoruz. Biz bu “ben”in üzerine doğrudan doğruya varamayacağız. Bizim tahlillerimizde (analizlerimizde) “ben’in kendisi” değil, tezahürleri (yansımaları) esas olacaktır. Biz, insanı ben’ine has cevapları bulup tahlil etmeğe çalışacağız. Her halde insanı, insana has cevaplarda yakalamak mümkün olacaktır.(..)
İnsan, “hayat” ve “canlı” kavramlarını belirli bir faaliyet tarzı ile izah ediyor. Mineraller cansız sanılıyorsa onda belirli bir faaliyet tarzını gözleyemediğimizdendir. Nedir bu faaliyet tarzı? Bu, insana benzer veya insan gibi davranmak ve faaliyette bulunmak demektir. Filozoflar insanın bu tutuşuna antropomorfizm diyorlar.
Biz, bizim gibi davranan varlığa canlı diyoruz. Varlık, davranışları ile insana ne kadar yaklaşabilirse o kadar canlıdır ve insanın sempatisini toplar. Bitkiler canlı ise, orada, minerallere nazaran, insana benzeyen faaliyet ve davranışlarının hayli fazla olmasındandır. Biz hayvanları ve hele maymunları zeki ve ileri derecede canlı buluyorsak onlarda kendi faaliyet tarzımızdan ve kendimizden bol miktarda benzerlik buluşumuzdandır. İnsan zihni için ileri derecede faaliyette bulunmak demek insan gibi davranmak demektir. (..)
İnsan zihninin bir özelliği olarak gözüken sonuç şudur: İnsan, varlığın kıpırdanışlarını ve hareketlerini dondurarak, katılaştırarak, yoğunlaştırarak eşyaya; kıpırdanışları ve hareketleri yumuşatarak ve oynaştırarak hayat ve zekaya ulaşmaktadır. İnsan zihni için eşya, donmuş, katı, uyuşuk ve yoğun olandır. Hayat ise hareketlilik, oynaklık, kendini yenileme iradesi ve orijinalliktir. Sanki eşya ayaklarımızın altındaki, hayat gözlerimizin ucundaki alemdir. İnsanoğlu oluşu dondurarak eşyaya, oluşu oynaştırarak hayata ulaşacağına kânidir (inanır). Hayatın altında ve gerisinde eşya, ilerisinde ve üstünde ruh vardır. İnsan zihni, apaçık böyle bir gözlem içindedir.”
Yukarıdaki satırlar ekseninde, gelecekte adeta ayrı bir tür (nev) olarak ortaya çıkmaları muhtemel human-robotlar (?) için yapay zekanın ötesinde yapay ruhtan ve hatta insan eliyle inşa edilmiş “ben”lerinden söz edebilir miyiz? Ya iradeleri ve şuurlarından? Ortaya çıkması muhtemel böyle yeni bir türe karşı kategorik olarak cephe almak faşizme ve ırkçılığa kapı aralamak olmaz mı? Peki onları taşıdıkları potansiyel risklere rağmen sorgusuz-sualsiz kabul etmek ve göz göre göre teslim olmak insanlığa karşı dönüşü olmayan bir ihanet, affedilmez bir cinayet mi sayılır? Görülüyor ki konu gözüktüğünden çok daha karmaşık ve çetrefilli sorulara kapı açmakta. Felsefeciler, biyologlar, farklı dinlerden din adamları, etikçiler vb. geniş katılımlı bir heyetin ancak başa çıkabileceği derecede büyük sorular..
Diğer taraftan varlığı daha kolay algılama adına yaptığımız cansızlar/bitkiler/hayvanlar/insanlar şeklindeki ve benzeri kategoriler ne kadar yeterli? Örneğin bütün insanlar hayattan, canlılıktan aynı ölçüde mi nasiptar? Fiziksel olarak düşünürsek yirmili yaşların başındaki olimpik bir yüzücü veya uluslararası bir atletle seksenlerindeki sıradan bir insan aynı ölçüde mi “canlı”dır? Veya manevî olarak düşünürsek, kalbi, duyguları, ilhamları ve hisleriyle dipdiri, içinde her an adeta çağlayanların köpürdüğü bir insanla, dünyevi/günlük hayatın rutinlerine sıkışmış, adeta bir robot, bir zombi gibi yaşamakta olan bir insanın “hayat”tan hissesi aynı ölçüde midir? Peki hayatın farklı mertebelerinden, boyutlarından bahsedilebilir mi? Rüyalar alemi, misal alemi, berzah hayatı, ahiret hayatı gibi ifadeleri ne kadar idrak edebiliyoruz? İslamî inanışa göre kâinattaki bütün hayat tecellilerinin (yansımalarının) arkasındaki hakikî kaynak olduğuna inandığımız Cenab-ı Hakk’ın Hayy ismi genel olarak varlıklara, özelde ise insanlara aynı ölçüde mi tecelli etmektedir? Yine islamî inanışta, doğum yapan bir anne için mecazî olarak “çocuğa hayat verdi” derken çocuğa hayat verilmesine vesile ve sebep olduğunu kastediyor ve bu ifadede (bir yönüyle) bir mahsur görmüyoruz. Peki aynı aşkın, ilahî kudret, insan vesileliğinde bir robota can veremez mi? Sonsuz kudret sahibi olduğuna (sahip olduğu mutlak kudret açısından bir atomu yaratmakla bir galaksiyi yaratmanın veya bir çiçeği yaratmakla koca bir baharı yaratmanın kudretine nisbeten aynı kolaylıkta olduğuna) inandığımız Yaratıcı (Kâdir-i Mutlak) için bu mümkün.. Peki bu yaratım (farklı derecede bir hayat tecellisine mazhar bir robot), ilahî hikmete uygun olur mu? İmtihan unsuru olarak hikmetle telif etsek bile, O’nun rızası/hoşnutluğu açısından uygun mudur? Diğer taraftan yaşanan acı tecrübeler sonrası, dünyadaki trendlerin “doğal”a (yeşil enerji, organik tarım vb) meylettiği bir dönemde, en doğal haliyle “insan” karşımızda dururken, yapay insan da diyebileceğimiz human-robot nosyonunun kitlelerin sempatisine sunularak meşruluk kazandırılmaya çalışılmasını nasıl açıklayabiliriz? Burada derin bir çelişki sözkonusu değil mi? Ayrıca birşeyin taklidi/replikası aslının, orijinalinin yerini ne kadar tutar veya tutabilir mi? Son olarak; açık hava bir çaybahçesindeki insan yapımı şelaleli minyatür bir havuzun bize ilham ettiği mânâ, doğada aynı büyüklükteki orijinaliyle aynı mıdır? Yoksa mânâsından kısmen uzaklaşmış, silik bir kopyası mıdır?
” Şeytan, orijinalitelerinin cazibesi (çekimgücü) nedeniyle insanları kendilerinden uzaklaştıramadığı ve yok edemediği hakikatleri maskelemek, insanlarla o hakikatler arasına girmek adına üzerlerine sahtelerini boca eder, değerli bir elmasın üzerine benzer büyüklükte birçok kıymetsiz cam parçasını dökmek gibi..”
Savaş “insan”a, insanın orijinalitesine, yani “insanlık hakikati”ne karşı..
Not: Bu bağlamda, şayet henüz okumadıysanız, Feridun Kaya’nın kaleme aldığı ve sonuncusu (serinin 5. yazısı olarak) yeni yayınlanan Savaşçı serisini, yine Feridun Kaya tarafından yazılmış Tarihi Kazılarda Singularity İzi ve Zirvedeki Son Savaş yazılarını okumanızı tavsiye ederim.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017