Canlı
Mehmet Aydemir, 21 Haziran 2017Ortaokulda hatırladığım kadarıyla biyoloji dersi canlılarla başlardı. Öncelikle bir sınıflandırma ağacı yapılırdı. Bitkiler, hayvanlar, mantarlar, tek hücreliler, omurgalılar-omurgasızlar şeklinde uzar giderdi. Sonrasında canlıların ortak özelliklerinin anlatıldığını hatırlıyorum. Çok temel bir konu olduğundan hala aynı şeyler anlatılıyor. İnternette gördüğüm güncel biyoloji kitaplarında canlıların ortak özellikleri şu şekilde sıralanıyor:
1. Canlılar hücrelerden oluşur.
2. Canlılar beslenir.
3. Canlılar solunum yapar.
4. Canlılar boşaltım yapar.
5. Canlılar hareket eder.
6. Canlılar büyür ve gelişir.
7. Canlılar uyarıcılara tepki gösterir (irkilir).
8. Canlılar ürer.
Teknoloji ve insan üzerindeki etkileriyle beraber değerlendirildiğinde gelecekte ne kadar canlı özellikleri göstereceğimiz ilgi çekici bir konu. Bu kısımdan sonrası biyoteknolojinin alanına giriyor. Malum olduğu üzere biyoteknoloji, biyoloji yani canlı bilimiyle teknolojinin birleşimi bir disiplin. Zor şartlara dayanabilen organizmaların enzimlerini endüstriyel alanlarda kullanma, genetik yapıların değiştirilmesi, yapay doku, organ ve uzuv geliştirmek gibi transhumanizmin belki de en fazla ağırlık verdiği alan olan biyoteknoloji özetle canlıların işlevselliğini arttırma ve meta olarak daha gelişmiş bir seviyeye taşımayı kapsıyor. Teknolojiyi en özet haliyle alet ve makine (araç) yapma bilgisi olarak tanımlıyoruz. Biyoteknolojiyle alet/makine kullanan insanın kendisi, bizatihi alet/makineye dönüşüyor. Her aletin veya makinenin de bir kullanıcısı vardır ve mutlak bir amaca hizmet eder. Kendi kendilerini kullanamazlar. Tabiri diğerle yüzüğü takan yüzüğün sahibi olmaz, yüzükleşir. Her şeyin sahibi Allah’tır ancak kul başkalarını mabud belleyip kendini kullandırtabilir. Peki yönünü şaşırıp makineleşen insanı kim kullanacak?
“En iyi insan ölü insandır” dolayısıyla canlı olmamalıdır, canlı özellikleri taşımamalıdır düsturuyla hareket eden şeytanın kıyamet koptuğunda yerine getirmiş olması gereken bir vaadi var. Tek başına yerine getiremeyeceği, altından kalkamayacağı bir vaat bu. Bu yüzden şeytana bir makina lazımdır. Bütün kainat içindekilerle beraber (belirli bir çerçevede) kullanımına sunulmuş hatta kendisine emanet edilmişken emanete hıyanet etme pahasına her şeyi bırakıp özünü terk eden bir makina aşığı. Ahşaplar üzerinde en muhteşem oymacılık eserleri vermeye namzet bir marangozun iskarpelaya veya Michelin Rehberi’nin en prestijli aşçısı olabilecekken kepçeye, tencere-tavaya dönüşmek istenmesi gibi bir durum. Karikatürize bir örnek de olsa aslında var olan bu. Mesela vücudunun %60’ı sentetik hücre ve makinelerden oluşan bir transhuman için ancak “%40 canlıdır” çıkarımı yapılabilir. Canlıdaki “can” Türkçeye Farsçadan geçmiş. Yaşama yani hayat anlamında. Hayatın süresine de ömür denmiş. Beşeriyet kanunlarının dışına çıkılmışsa birinci hayat mertebesinden bile çoktan düşülmüş demektir. Tıpkı komadaki bir insan için “makineye” bağlı yaşıyor dememiz gibi. İnsanlıklarını vermeleri karşılığında hem düşmanını yok et hem de vaadini yerine getir. Ne karlı bir ticaret…
Yarı insan yarı makina bir yana Westworld ve Battlestar Galactica’daki gibi tamamen yapay ancak canlılardan ayırt edilemeyecek türlerin ortaya çıkışı biz canlılar için enteresan bir deneyim olacak. Sadece humanoidleri kastetmiyorum. Hayvanlar da animaloidlerle tanışacaklar. Darpa’nın çitasını gören bizim hakiki çita an ne hissedecek acaba? Ustasının telif haklarını çalıp, eciş bücüş kopyalayıp bir de orijinal eserin karşısına rakip olarak çıkarma cesaretine hayret eder herhalde. İnsanın durumunu düşünemiyorum bile. 2001 A Space Odyssey’deki insanın en zayıf olduğu uzayda HAL 9000’ın kültleşmiş kırmızı gözünden insan davranışlarını hatırlayın. İnsanın artık HAL 9000’e aciz, zayıf, sıkılgan görünmesi ve o başkaldırışın resmedilmesi…73’te genel izleyici kitlesi anlatılmak isteneni ne kadar anlamıştır bilmiyorum. Şüphesiz 2017’de izleselerdi çok daha anlamlı gelecekti. Belki bir 30 yıl sonra izlense hiç boşluk kalmayacak. Kubrick ve Clarke’ın ortaklaşa dehaları belki 70 yıl sonrasını anlatan yapay zeka tehlikeleri üzerine en didaktik eseri ortaya çıkarmışlar.
Aslında canlılık özelliğini kısmen yitiren ve de facto ölüme giden insanı anlatacakken serbest çağırım ve birbirleriyle bağlantılı meseleler konuyu fazlasıyla saptırdı.
İnsanın Hareketsizleşmesi
İnsan canlı özelliklerini birçok açıdan kaybediyor. En can alıcısı ise hareket özelliğinin giderek azalması. İnsan fıtratı gereği sürekli hareket etmek üzere bir yapısının olduğunu bel fıtığı için gittiğim fizik tedavi uzmanı uzun uzun anlatmıştı. Fıtratımızın aksi bu gidişi biraz irdelemekte fayda var.
En belirgin etkisi sanayi devrimiyle başladı. Üretim tekniklerinin hızla değişmesi sonucunda beden gücünden makineli kitle üretimine geçildi. El emeği konvansiyonelden üretimden çıkıp otantik bir uğraşa dönüştü.
İkinci etki televizyonun hane halkının evine girdiği ve karasal yayınlarla milyarları etkileyen yapımların ortaya çıkışıyla oldu. Disney çizgi filmlerinden tutun da Dallas’a Küçük Ev’e kadar birçok televizyon programı milyarlarca insanı-çocuğu belirli bir ekrana hapsetti. Tabi televizyonculuğun gelişmesiyle ortaya çıkan reality show’lar, dizi furyası, bol kavgalı açık oturumlar, magazin programları sürekli izleyici kitlesi oluşturmayı başarabildi. Halen de devam ediyor. Güncel bir veri paylaşalım.
Ülkelere göre günlük ortalama televizyon izleme dakikaları
Türkiye 330 dakika
Japonya 265 dakika
İtalya 261 dakika
Polonya 247 dakika
İspanya 244 dakika
Rusya 239 dakika
İngiltere 232 dakika
Fransa 226 dakika
Almanya 221 dakika
Brezilya 217 dakika
(Türkiye’nin 5,5 saatlik ortalamasını inşallah 2023’te 8 saatin üzerine çıkarmasını temenni ediyorum. Amin.)
İkinci ekran hapsi bilgisayarlar, oyun konsolları, tabletler ve akıllı telefonlarla ama daha çok internetin yaygınlaşmasından sonra başladı. İnternet bilgiye (ama irfana dayalısına değil onun yeri kitaplardır) sürekli erişimi gerçekleştirdi. Sosyal medya bağımlısı asosyal kitleler oluştu. Ortaya çıkan birçok problem değişik platformlarda yazılıp çiziliyor. Ancak Steve Jobs’ın yaptığı devrime değinmek isterim. Iphone hareketsizleşme adına en önemli devrimlerden biridir. Çok iyi bir tasarımla, tuşları ortadan kaldırıp bir dönem ekrana bakarken şimdi doğrudan ekranla işini gören, insanın vakit öldürmek için ihtiyaç duyacağı birçok şeyi avuç içine sığdırmıştır. Kendisini kafası önde, dünyadan kopmuş insan prototipinin mucidi olarak lanse etsek zannediyorum yanlış olmaz. O kadar başarılı olmuştur ki sektörü dönüştürmüştür. Bu arada ekranı dokunma ve evde işte arabadaki günlük hareketlerin de sesli komutla kontrol sağlayan cihazlar yaygınlaştıkça sonu gelecek gibi görünüyor. Apple Siri, Google Assistant, Microsoft Cortana ve Amazon’un Echo’su bu amaç üzerine çalışan bazı markalar.
Şimdi daha çok hareket üzerine temellendirilse de AR ve VR da hareketsizliği tetikleyecek teknolojiler olarak ön plana çıkıyor. Bu halleriyle bile henüz çok ilkel bir noktadalar. Kafayı sıkıca takılan bir ekranda gösterilen içerikle kullanıcıya dış ortam unutturulup verilen gerçeklik hissiyle ve birkaç m2’lik hareket alanıyla kullanıcının deneyimi maksimum seviyeye çıkarılıyor. Bir de bunun gelecekte doğrudan bedene entegre edildiği yani vücudun bir parçası olan, hormonların manipüle edileceği versiyonlar üreticiler için en büyük hedef. Sıfır hareketle sonsuz hazza ulaşmaktan bahsediyorum.
İnsan Avatar gibi (James Cameron’unki) rüyalarında maceradan maceraya atıladursun veya dilerseniz Matrix’deki gibi durumundan habersiz enerji üreten insan tarlalarına benzer bir forma doğru koşarken robotların git gide hareketleniyor olması üzerinde durulması gereken bir tezat.
Ortaokul biyoloji kitabından girip epey şamata çıkardık. İleride bu konuya tekrar döneceğiz.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017