FALC

, 29 Haziran 2017

Teknolojik ilerleme hakkında pek çoğu olumsuzlukları içeren farklı senaryolara Her-An’daki yazılarımızda da yer veriyoruz. Hep atıfta bulunduğumuz Nick Bostrom’un Varoluşsal Risk – Existential Risk kitabı da buna en önemli örneği teşkil edebilir. Bir diğer taraftan da Ray Kurzweil’ın ortaya koyduğu Singularity kavramı gibi, bizim olumsuz algıladığımız ancak farklı kitlelerin olumlu algılayabileceği metafizik senaryolar da mevcut. Bu iki bakış açısının ortak noktası, bize teknolojik ilerlemenin insanlığı götürebileceği son noktalar hakkında öngörü sunuyor oluşlarıdır. Bu sonuçlardan hangisine giderse gitsin, ya da (umulur ki) daha olumlu bir sonuca gitsin, insanlığın geleceğinin teknolojik ilerlemeden bağımsız düşünülemeyeceği bir çağda yaşadığımız aşikar. Bu nedenle, beklenen teknolojik gelişmelerin ortaya çıkaracağı yeni toplumsal, kültürel ve zihinsel ortamı öngörebilmek, yani önümüzdeki süreci görebilmek de sonuçlar hakkında öngörüde bulunmak kadar önemli.

Süreç kelimesi ile kastımız örneğin Michio Kaku’nun konuşmalarında ve belgesellerde ortaya koyduğu yakın gelecek öngörüleri benzeri bir dünya ya da hemen 5-10 yıl sonrasını anlatan bilim kurgu filmlerinde görselleştirilen dünya olarak anlaşılabilir. Yapay zeka, 3B yazıcılar, nanoteknoloji vb. farklı teknolojiler, bugünün mobil teknolojilerinin etkisinden daha büyük etkileri ile yeni bir toplumsal yapı oluşmasına katkıda bulunacaklardır. Bu sürcüsüz arabaların, giyilebilir teknolojilerin, yepyeni üretim teknolojilerinin vb. onlarca yeni teknolojinin var olduğu ve “nesnelerin interneti” gibi yaklaşımlarla birbirlerine entegre olarak, toplumun ve bireyin çevresinde bir otomasyon kuşatması sağladıkları bir dünyadır.

Beklenen toplumsal sonuçlar en zorlarından birisi, verimlilik sağlayan teknolojiler sayesinde oluşacak işsizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Gelişen teknolojiler bu işsiziliğin sadece üretim alanında değil, hizmet sektöründe de yaşanacağını göstermektedirler. Yakın geçmişte Carl’s Jr. fast food zincirinin de sahibi olan CKE’nin CEO’su Andy Puzder, çalışanları robotlar ile değiştirmek istediklerini, bu şekilde daha sağlıklı ürünlere yatırım yapabileceklerini söyledi. Onları da bu duruma iten şey San Francisco’da açılan ve tamamıyla otomasyon tarafından yönetilen Eatsa isimli restoran. Bu şekilde taze ürünleri uygun fiyata servis edebilen Eatsa hızlı bir biçimde ilgiyi üzerine topladı. Bu da hizmet sektöründe önemli bir yer tutan yeme-içme alanının da bu değişiklikten nasibini alacağını gösteriyor.

Bu sorun bir süredir tespit edilmiş, hatta “evrensel asgari gelir” gibi öneriler de ortaya koyulmaktadır. Bu şekilde çalışsın çalışmasın dünya üzerindeki her insanın belirli bir seviyede kazanç sahibi olması hedeflenmektedir. Çünkü özellikle 19.yüzyılda yaşanan Luddite eylemleri, yani işsiz kalan tekstil işçilerinin makinalara saldırmalarının benzeri bir tepkisellik ilerleyen dönemlerde de yaşanabilir. İşçi partilerinin ya da daha sol görüşlü partilerin bu konuda oluşturacakları politikalar, yakın geleceğimizde farklılıkları da beraber getireceklerdir.

Bu farklılıklardan birisi de günümüzde dillendirilmeye başlayan, özellikle de içerdiği olumlu hava nedeniyle üzerinden konuşulan ve dilimize “tam otomatik lüks komünizm” olarak çevirebileceğimiz FALC (fully automated luxury communism) kavramıdır. İlk duyulduğunda oksimoron gibi gelse de, oldukça ilgi çekici bir tarafı da var.

Novara Media isimli kuruluşun kurucularından olan Aaron Bastani de lüks komunistlerden. The Guardian gazetesine verdiği demeçte Bastani şu açıklamayı yapıyor:

“Kapitalizmde işçiliği otomatikleştirme gibi bir eğilim var, daha önce insanların yaptığı her şey otomatik fonksiyonlara dönüştürülüyor. Bunun karşılığında, talep edilebilecek tek ütopya, her şeyin tam otomasyonu ve otomasyona tabi olan her şeyi ortak mülkiyeti olabilir.” (The Guardian)

Bastani ve benzer görüşlerdeki kişiler, şu anda yaşadığımız değişim dönemini, “çalışma sonrası dönem”(post-work era) olarak adlandırabileceğimiz bir dönemin hayata geçirilmesi için bir fırsat olarak görüyorlar. 10-12 saatlik haftalık çalışma, evrensel olarak sağlanan gelir, barınma, sağlık ve eğitim hizmetleri bu dönemi tanımlayan temel unsurlar.

FALC taraftarları için de Uber önemli bir örnek teşkil ediyor. Uber’in 2030’da erişmek istediği sürücüsüz arabalardan oluşan bir ağın, neden bugünden itibaren belediyeler tarafından kurulmaya başlanmadığı en önemli sorulardan bir tanesi. Bir çok Avrupa şehrinde belediyeler tarafından ücretsiz ya da düşük ücretli abonelikle sağlanan bisiklet hizmeti benzeri bir hizmetin, sürücüsüz arabalarla ulaşımda da sağlanması talep ediliyor. Bunun yanında bir diğer örnek olarak da Wikipedia’nın merkeziyetçi olmayan, hiyerarşiden bağımsız yönetim biçimi gösteriliyor. Gelecekte ortak mülkiyete ait olacak olan üretim araçlarında bu yönetim biçiminin uygulanabileceği savunuluyor.

Plan C isimli sol görüşlü oluşumun da FALC’ı desteklediği biliniyor, hatta Berlin’deki bir eylemde “herkes için lüks” (luxury for all) şeklinde bir slogan bile kullanılmıştı. Onlara göre FALC komünist literatürün günümüz ve gelecek için yeniden okunması ve yorumlanması anlamına geliyor. Bunu şu sözlerle dile getiriyorlar:

“Bize göre bu talep modern komünist hareketin amaçlarını düzgün bir biçimde derleyip toplamıştır.”

FALC bize oldukça ilgi çekici bir tekno-ütopya sunuyor. Bunu da 20.Yüzyıl’ın son 20 yılında yenilgisini ilan eden bir sistemi, kapitalizm tarafından ortaya koyulan “bolluk” kavramını kullanıp, güncellenmiş bir biçimde piyasaya sürerek yapıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.