İki Kitap Bir Yazar – 6 (Akıl ve Zeka)

, 20 Haziran 2017

Akıl, felsefe ve dinler tarihi boyunca üzerinde önemle durulan bir konu. Aklın niteliği ve mahiyeti nedir? Sınırları nerede başlar, nerede biter? Kutsal kabul edilmeli midir? İnsanlığın ortak bir aklından söz edilebilir mi? İnsandaki düşünce mekanizması nasıl işler? Bu mekanizmayı tekrar şekillendirmek mümkün müdür? Aklın yolu bir midir? Aklın duygularla, hislerle, hafızayla, hayal gücüyle; daha da ötesinde kalp ve ruhla ilişkisi nasıldır? Neden – sonuç ilişkileri (nedensellik, kozalite, sebepler dairesi) üzerinden fonksiyonunu icra eden aklî meleklerin parlatılması/keskinleştirilmesi veya dumura uğratılıp, kadükleştirilmesinin insanın cevherine etkisi ne olur? Sebepler dünyasını yırtan aşkın bir akla ulaşmak mümkün müdür? İnsanlardaki muhakeme ve analiz mekanizmaları sureten benzer görünürken, neden IQ seviyesinin yüksekliği tartışılmayacak birçok dahi insan tarafından aynı konuyla ilgili birbirinden farklı hükümler verilmiştir? Aklın irade ve şuur ile ilişkisi nedir? “Aklı akılla aşmak” ifadesi ile ne kastedilmiştir? Hayvanlar için de akıldan söz edilebilir mi yoksa düşünce/fikretmek sadece insanlara mı mahsustur? Akl-ı mead, akl-ı meaş, akl-ı küll, dünyevî akıl, uhrevî akıl gibi kavramlarla açıklanmak istenen nedir? Ve sorular uzatılabilir..

Arvasi’nin akıl ve zeka kavramlarını kullanımı genelden farklılık arz etse de, ifade etmeye çalıştığı hakikat, İslam tarihi boyunca, birçok değerli insan tarafından birçok defa üzerinde durulmuş bir konu. Gazali’den Mevlana’ya, imam Rabbani’den imam Nakşibendi’ye kadar devasa insanların önemle üzerinde durduğu bu konu adeta insan için bir nirengi noktası. Ayrıca Antik Yunan’dan yakınçağ düşünürlerine kadar birçok deha sahibi düşünürün de akıl bahsine ciddi mesai verdiklerini görüyoruz.

Her-An platformu olarak (mütevazi bir ölçekte dahi olsa) farkındalık oluşturmaya çalıştığımız konuların (bizim ifademizle insanlığa doğru yaklaşmakta olan devasa tsunaminin) perde önündeki (mesela ülkemizde Nat Geo kanalında Zihin Oyunları/Brain Games programını sunan Jason Silva) veya gerisindeki (tam olarak perde gerisinde sayılmasa da, bir yönüyle perde önünde başka bir yönüyle perde gerisinde olan Ray Kurzweil) gibi öncü isimlerinin insan beyni konusuna adeta takıntı derecesinde odaklanmaları üzerinde düşünmeye değer. Konunun sanal gerçeklik, teknolojik cennetler, yapay zeka, simülasyon teorisi gibi konularla da çok sıkı bağlantısı olduğunu hatırlatıp, Arvasi’nin Kendini Arayan İnsan kitabından bazı satırlarla sizleri başbaşa bırakmak istiyorum:

” Biz zeki doğarız, fakat aklı sonradan kazanırız. Zeki varlık, objeler arasındaki etki-tepkilerle yoğurulur; eşyadaki ilişkilerin katılıklarına intibak eder. Zeka insandaki yüksek idrak gücü ise, akıl bu gücün objektifleşmesi ve sosyalleşmesidir. Akıl, zekanın bu hayatın eşya ile ve etrafındakilerle temasından doğan, tabî ve sosyal düzendeki ikişkilerin zeka ve hayata sirayetinden başka birşey değildir. Akıl, hayatın ve zekanın sosyal düzen ile eşya düzeni içinde duyumlara ait dogmatik ve somut idrakler ile terbiye edilişinin ve katılaşmasının bir sonucudur.

Sosyal düzen, gruptan gruba değiştiği için insanlar, aklı, sosyal ilişkilerden çok, her zaman ve mekanda ilişkileri kolay değişmeyen eşya düzenine göre düzenlemeyi uygun bulmuşlardır. Objektif akıl diyebileceğimiz ve çok ümit bağlanılan “akıl” gerçekte eşyanın ilişkilerine dayanır. Birçokları, aklın, objektifleştikçe ve pozitifleştikçe güvenilebilir bir değer olabikeceğine inanır. Halbuki, insan zekası, hayat ve orijinalliği temsil eder. Bu sebepten zeka, eşyaya insanın damgasını vurmaktan zevk duyar.

Objektif bir akıl, eşyadan kazanılmış determinist ve mekanist bir çehredir. Yine objektif mânâda akıl, alışılmış eşya düzenini kendini zekaya kabul ettirmesi; aklîlik determinizme ve mekanizme uygunluk keyfiyetidir. Bugün, aklın ve mantığın prensipleri dediğimiz şeyler, eşyaya uygun düşünmeyi ifade ederler. Yani, bugüne kadar bel bağladığımız mantık, eşyadan zekaya sirayet eden mantıktır.

Eğer zeka orijinalliği ve hayatı, objektif mânâda akıl da katılaşmaları ve eşyayı temsil ediyorlarsa bu ikisi arasında zaman zaman bir çatışmanın da olacağı kaçınılmazdır. Çünkü, böyle bir akıl, katılaşmaları, zorlanmaları kabullenirken zeka, hayatın tezahürüne uygun olarak, buna mukavemet edecektir (direnç gösterecektir). Nitekim, eşyaya bağlı bir akıl ile zeka arasında böyle bir mücadeleyi zaman zaman hem yaşamakta hem görmekteyiz. Akıl, insan idrakinin eşyaya intibakı (uyumu) ise, zeka bu intibakı kolayca yapar ve fakat kendini orada yitirmek istemez. Zeka, eşyayı katı, monoton ve dolayısı ile cansız bulur. Zeka katılaşmalardan, monotonluktan ve cansızdan ürker.

Özellikle alıntıdaki son bölüm “robotlar, yapay zeka ve vaadettikleri” konu başlığı altında tefekkürü hakediyor kanaatindeyim. Önümüzdeki yazıda yine akıl ve zeka konusundan devam edelim.

Not: Feridun Kaya’nın kaleminden konuyla ilgili bir pasaj:

“Bizim için savaşın en önemli cephesi zihinlerdir. Zihin cephesi aşılırsa “Gönül tepesi” düşebilir. Bu yüzden zihin ve gönlün emanet edildiği “İnsan”ı anlamak zorundayız. Zübeyir Yetik “Human” ile “Eşref-i mahlukât” olan “İnsan”ın birbirinden farklı olduğunu ifade etmişti. Tasavvufu reddeden bakışına katılmasam da, ıstılahi olarak beğendiğim bir tespit. Birinin İngilizce diğerinin Arapça kökenli Türkçe bir kelime olmasına takılmamak lazım. Arkalarında farklı “Dünya görüşleri” saklıyorlar. Ama “medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmeyerek”,bu kabil teferruatı “Yaratılışta kardeşimiz” olan diğer yollardakilerle aramızda bir ayrılık sebebi saymıyorum. Kısacası, bu manada “Human” da tehlikededir. “Transhumanizm” ve “Posthumanizm” bu tehlikenin ünvanlarıdırlar.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.