İki Kitap Bir Yazar – 7 (Akıl ve Zeka 2)

, 27 Haziran 2017

“Ahmed Arvasi, Cumhuriyet dönemi Türk toplumunun yetiştirdiği dikkate değer bir düşünce adamıdır. Fikirlerinin şekillenmesinde aile ortamında aldığı klasik İslam kültürü ve Batı kültürünün sentezi etkin olmuştur. Modern eğitim kurumlarında bir eğitim uzmanı olarak çalışırken kendine özgü fikrî sentezi onu kısa zamanda ünlendirmiştir. O, Batı’nın aydınlanmacı düşünceye dayalı çözümlerini hareket noktası yapmış ama bununla sınırlı kalmamıştır. Özellikle Maurice Blondel ve Türkiye’deki temsilcisi sayılabilecek Nurettin Topçu’nun hareket felsefesini, insanın yetkinliğini temellendirmede kullanmıştır.

Canlının mahiyetini açıklamada dayandığı madde-ruh çizgisi ve mavera düşüncesini, hareket ve özgürlük kavramyla açıklamıştır. Hareket ve özgürlük kavramları insanın madde ve ruh gibi iki boyutunu açıklamada daha anlaşılabilir bir çözümleme sunmaktadır.

Arvasi, modern bilimin ortaya koyduğu monist yaklaşımın açmazlarına karşı bu ikili kavramsal çözümleme biçimini başarıyla uygulayan biri olarak görünmektedir. O, modern çağın bilimi putlaştıran yaklaşımına karşı, aynı yöntem ve teknikleri kullanarak başarılı bir iman savunusu ortaya koymaktadır.

Arvasi, varlığın sınırlarını ortaya koyabilmek için üçlü kavramlar kullanarak fikirlerini inşa eder. Madde, hayat, ruh kavramlarının her birini ayrıca alt kavramlar vasıtasıyla açıklama yöntemini kullanır. Buna göre, akıl ve zekâ, hayatı açıklamada ve insan gerçekliğini anlamlandırmada önemli kavramlar olarak görülür. Akıl, zeka yetisi insanın vahiy gerçekliğiyle muhatap olmasını ve vahiy bilgisini temellendirmesini sağlayan araçlar olarak da görülür. Bunun yanında madde temelini açıklayan, determinizm, otomatizm, içgüdü, mekan, zaman, ayniyet, benzerlik, cemiyet kavramları, onun çözümlemelerinde epistemolojik zemini oluştururlar. O, bu kavramlar üzerine, şuur, sanatkârlık, gaye, hürriyet, ferdilik, yaratma kavramlarını inşa eder. Arvasi, fikirlerini, insanın özgürlüğü ve sonsuzluğunun imkânını ortaya koymayla taçlandırır.” (Hüseyin Subhi Erdem, Ahmet Arvasi’de İnsanın Tekâmülü Fikri / Notion of Existential Improving (Kamalât) of Human in Ahmad Arvasi)

Arvasi üzerine akademik bir çalışmadan alıntılanan yukarıdaki satırlardan da anlaşılabileceği üzere, Arvasi hayatı ve insan gerçekliğini anlamada akıl ve zeka kavramlarının hayati rolüne dikkat çekerken, akıl ve zekayı birbirinden ayırmaktadır. Yazarın kullanımı açısından, biri (akıl) evrendeki varlıklar, olaylar, olgular arasındaki kozmolojik/sosyolojik/psikolojik nedensellikler (sebep-sonuç ilişkileri) üzerinde yoğunlaşıp, yazarın ifadesiyle katılaşırken, diğeri (zeka) ise adeta ötesi (mavera) için çırpınmakta; orijinalliğin, hayatın, hareketin arkasında koşturup ancak bunlarla tatmin olmaktadır.

 

Hakikî İhtiyaç, Sahte Tatmin

Bir önceki yazıda, transhümanist çizginin savunucusu aktörlerin insan beynini fazlasıyla önemseyip, üzerinde yoğunlaştıklarını belirtmiştik. Bunun, insanın mavera (öte) arayışına sanal ve sahte bir cevap üreterek, yapay bir şekilde bu arayışı tatmin etme gayretiyle sıkı irtibatlı olduğuna inanıyorum. Ahirzaman deccaliyetinin önemli karakteristik özelliklerinden biri olan, hakikatlerin sahteleriyle insanları oyalamak ve kandırmak olduğu bilgisi bu inancımı güçlendiriyor. Zira insanın fıtratında bulunan (yaratılıştan gelen), yüksek/yüce/aşkın şeylere ilgisi ve arzusunun ancak bu şekilde uyuşturulması mümkün olabiliyor. Konu bağlamında arka arkaya iki alıntıyı paylaşmanın, biz günümüz insanlarının ve gelecek nesillerin karşı karşıya olduğu büyük tehlikeyi ve bu tehlikeyi teknoloji büyüsü yardımıyla planlayıp, kurgulayıp, realize etmeye çalışan; insanın yüksek cevherine ve insanlık hakikatine karşı adeta savaş açmış cepheyi bir parça daha tanımak ve anlamak adına faydalı olacağını düşündüm:

İnsana Dair Birkaç Tespit

“Nitekim, determinist düzenin kıskacında bulunmamıza ve aklın kanunları isimli zincirlerin çıngırtısını boynumuzda hissetmemize rağmen, biz insanların diğer varlıklardan farklı olarak, paradokslara, çelişmelere, kontrastlara, sürprizlere, orijinalliklere ilgi duymamız; hatta bunlardan kompozisyonlar meydana getirip haz duymamız bir hayli manalıdır. Mecburi sebep-netice ilişkilerinin mahbesinden (hapsinden) kurtulmakla büyük bir haz duyuyoruz, buna da karınca kararınca “hürriyet” diyoruz. Uğrunda da canımızı verebiliyoruz. Buradaki “hürriyet” sözü, etkisiz tepki yapabilme manasına alınmamalıdır, burada “hürriyet” bizim orijinalliğimizi mahva çalışan bir cebir (zorlama) ve zorbalığa karşı direnme isteğimizi ifade eder. Görülüyor ki, eşya düzeni, zekayı kendi kalıplarına zorlarken zeka, garipliklere, orijinalliklere, olağanüstü olaylara ziyadesi ile ilgi duymakta, bu olayları mukaddesleştirmektedir (kutsallaştırmaktadır). Zeka, mantık üstü endeterminist bir âleme özlem duymakla, eşyaya bağlı akla karşı gerçek bir savaş vermektedir.” (Ahmet Arvasi, Kendini Arayan İnsan)

 

Yukarıdaki satırlarda Arvasi, insandaki fıtrî arayışın temel motivasyon kaynaklarını ortaya koymakta. Ayrıca yazarın kullandığı orijinallik kavramını selim fıtrat kavramıyla birlikte ele almanın uygun olacağını düşünüyorum. Diğer taraftan insanın kendisini şaşırtan, hayret duygusunu tahrik eden şeyleri adeta büyülenmişcesine kutsama eğiliminde olması saptaması, teknolojik harikalar ve Singularity bağlamında düşünülünce karşımıza ürkütücü bir tablo çıkıyor malesef.

 

Aşağıdaki satırlarda ise F.Kaya insandaki bu fıtrî orijinallik arayışının Singülariteryen ve benzeri yaklaşımlarla nasıl suistimal edildiğini/edilebileceğini farklı bir açıdan belirtmekte:

 

“Mevlâna’nın tabakhanede çalışan bir kişinin, güzel koku satan arkadaşının dükkanında bayılması ve ancak pis bir deri getirilince kendine gelmesi gibi, tüm duyu ve hisleri ile“düşüş” (fall) yaşamış ve modernizm/kapitalizm/teknolojik toplum ile düşüşünü devam ettiren çağımız insanı, selim ve arızasız haline/fıtratına/aslına “geri dönmek”istiyorsa ilk önce “düştüğünü” kabul etmeli ve hakiki insan olmanın yollarını aramalı.

Esmaya; yani isimlere ve kavramlara yapışmalı. Yani tefekküre; iç ve dış alemi okumaya… Yani kavramları birbirine çatarak, daha büyük cümlelere… Sonra paragraflara… Sonra kainatın tamamını okumaya çıkmak… Okuduğu o zirvede herşeyin güzel olduğunu da keşfettiği esma-ı hüsna’ya (ilahî güzel isimlere) varmak…

İşte orada hakiki insan olur ve herşeyi güzel görmeye, güzel düşünmeye ve hayatından lezzet almaya başlarsın. Yoksa Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki, yaşlı nine kıyafetindeki kurtlar, bu gayr-ı şuuri çıkış/yükseliş (ascension) ihtiyacını“transhumanizm”, “posthumanizm”, “singularity”,“Homo Deus” kavramları ile; hakiki insan/insan-ı kamil ve Sultan olmanın alternatifi olarak tatmin etmeyi vaad edecekler. Bu bir çıkış ve yükseliş değil, ancak aşağıların da aşağısına yuvarlanmaktır. Düşen bir insanın aklı, kalbi ve zevki ise, misalde geçen tabakhane işçisi mesabesindenir.” (Feridun Kaya, Elbise-1)

Önümüzdeki yazıda devam etmeye çalışalım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.