Oltaya Gelmek 2 – Yatırım

, 12 Temmuz 2017

“Gülünü senin için bu kadar önemli kılan ona harcadığın zamandır.”
“Gülümü benim için bu kadar önemli kılan, ona harcadığım zaman…” diye tekrarladı Küçük Prens unutmamak için.

Serinin ilk yazısında nasıl oltaya geldiğimizi incelerken değişken ödül kavramı üzerinde durmuş ve her seferinde değişen, tahmin edilemez ödülün alışkanlık oluşturmadaki rolünü incelemiştik.

Bu yazıda da Nir Eyal’ın olta çemberi kavramının bir diğer unsuru olan “yatırım” kavramından bahsedeceğiz.

İnsan sıklıkla irrasyonel şekilde karar veren bir varlık. Ürün tasarımcıları da insanın karar mekanizmalarındaki irrasyonelliklerin farkında ve bunları kullanmanın yollarını geliştiriyorlar.

Bu irrasyonelliklerden birisi de “IKEA etkisi”. Bir ürünün yapımına katılırsak ona verdiğimiz değer de artıyor. Harcadığımız zamanı ve emeği düşünerek o eşyayı objektif değerinden daha yüksek bir değerde görüyoruz. Montajını yaptığımız bir IKEA mobilyası tamamen aynı özelliklerdeki muadiline kıyasla bize daha değerli geliyor. Bu etki bazı deneylerle de gözlemlenmiş. Denekler, yapımına katıldıkları mobilyalara, kendi ürettikleri origami eserlerine bunların yapımına katılmayanlarınkine kıyasla daha yüksek değerler biçmişler.

Bilişsel çelişkiden kaçınma davranışı da bu eğilimi açıklamaya yardımcı olabilir. Bilindiği üzere insan bilişsel çelişkinin ağırlığından kurtulmak için kendini kandırabilir. Davranışını değiştiremiyorsa inancını değiştirir. Her günah içinde küfre giden bir yol vardır sözü bununla da ilgili. Çelişkiyle yaşayamayan insan sürekli tekrarladığı davranışların günah olduğunu kabul etmekte zorlanır ve bunların günah olduğunu da inkar etmeye kadar gider. Bu neredeyse kaçınılmaz bir şeydir çünkü insan zihni uzun süre kendi içinde çelişmeye dayanamaz. Ya günahı ya da o davranışın günah olduğuna olan inancını terk eder.

Bilişsel çelişkiden kaçınmanın bir başka örneğini de pahalıya alınan bir eşyada görebiliriz. İnsan, buna bu kadar para verdim, kıymetsiz bir şeye bu kadar para vermem mümkün olmayacağına göre bu sahip olduğum şey çok kıymetli olmalı, diye düşünür. Eşya gerçekte o kadar etmeyecek bir şey olsa bile insan bilişsel çelişkiden kaçınmak için o şeyde bir kıymet vehmeder.

Bu örneklerde olduğu gibi insan saatlerini, günlerini, hatta bazen yıllarını harcadığı bir şeyin bomboş ve kıymetsiz bir şey olabileceği gerçeğini kolayca kabul edemez. Kabul etmesi halinde büyük bir bilişsel çelişkiye düşer. Bundan kaçınmak için zamanını harcadığı işte bir kıymet vehmeder.

Yaptığı şey ne kadar anlamsız olursa olsun bu böyledir. “Bu köyü kurmaya aylarca uğraştım, ana binayı 9999. seviyeye getirene kadar neler çektim, bu oyunu öyle hemen bırakamam.” diyebilir. Aylarını harcadığı bir mobil oyun hemen bırakılacak kadar bomboş ve manasız olmamalı diye düşünür. Çünkü aksi takdirde çok da akıllıca bir iş yapmadığını kabul etmek gibi zor bir durumla karşılaşacaktır.

Alışkanlık yapıcı ürünler tasarlayanlar insandaki bu eğilimi bilerek kullanıcıları ürünlerine yatırım yaptırmaya zorlarlar. Twitter’a ilk kez girdiğinizde Twitter sizi bir takip listesi oluşturmaya teşvik eder. Yatırdığınız zaman karşılığında daha memnun kalacağınız bir deneyim elde edersiniz. Takipçileriniz de gelmeye başladıktan sonra yaptığınız yatırım daha da artmış demektir. Artık sesinizi duyurabildiğiniz bir kitleniz oluşmuştur ve Twitter’ı bırakıp başka bir platforma geçmenin maliyeti sizi Twitter’a daha da bağlar. Benzer dinamikler Facebook, Instagram, Pinterest, LinkedIn gibi birçok site için de geçerli.

Görüldüğü gibi yatırım unsuru sadece irrasyonel karar alma mekanizmalarıyla ilgili değil. Bazen de bu şekilde gayet somut ve rasyonel avantajlar sağlayarak bağlayıcılık oluşturuyor.

İster rasyonel ister irrasyonel şekilde olsun; emek, zaman, dikkat, para gibi sınırlı kaynaklarımızı bir şeye yatırdıkça o şeye verdiğimiz değer de artıyor ve bazen bu durum bizi o şeye daha fazla yatırım yapmaya sevk ediyor. Böylece olta çemberi içinde döndürülmeye devam ediyoruz.


Peki Tilki Küçük Prens’e yanlış bir ders mi verdi? Öncelikle söylemek gerekir ki Tilki olanı tespit ediyor ve söylediği şey doğru. Küçük Prens’in gülünü onun gözünde binlerce diğer gülden ayıran ve önemli kılan şey Küçük Prens’in gülüne yaptığı yatırım. Peki bu Küçük Prens’in kurtulması gereken bir irrasyonellik mi? Daha iyi bir gül gördüğü an kendi gülünü unutmalı mı? Tilki’yi evcilleştirdiği için ondan ayrılırken ağlaması irrasyonel mi?

Evet bunlar mekanik şekilde bakarsak irrasyonel. Hiçbir gülün, tilkinin ve Küçük Prens’in ruhu olmadığını, herhangi iki şey arasında özel bir bağ kurulamayacağını kabul edersek yatırımla oluşan bu bağların hepsi irrasyoneldir diyebiliriz. Ancak burada aceleci davranmamak ve vefa, ülfet gibi insana has kavramları düşünmek gerekir. Karşılıklı zaman harcadığınız dostunuzla aranızda bir ülfet oluşur ve vefa ilişkisi de doğar. Hatta daha hassas ruhlar kırık bir kaşığı bile uzun süre kullandıkça ona ülfet edip vefa duygusuyla dolabilir, atmaya kıyamaz.

Yazının başından beri sanki insandaki bir kusurmuş gibi anlattığımız bu bağlanma probleminin sebebi aslında ulvi bir öze sahip. Ancak neredeyse her ulvi şey gibi suistimali mümkün. Suistimal edildiğinde sağlıksız ve zararlı kötü alışkanlıklara sebep olurken iyiye kullanıldığında sağlam ve vefalı ilişkiler kurulmasına hizmet edebilir.

Gülümüzü ya da sanal tarlamızdaki ekinlerimizi sulamayı seçmek elimizde.

“Oltaya Gelmek 2 – Yatırım” yazısına bir yanıt var

  1. Soundbug demiş ki: ( 13 Temmuz, 2017, 9:06)

    Çok güzel bir yazı. İnsan kendi tercihlerinin çocuğu.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.