Postmodern Toplum
Ali Fevzi, 26 Temmuz 2017İçinde bulunduğumuz zaman dilimini, “postmodern” dönem olarak nitelendiriyor sosyal bilimciler. Selefi olan “modern” döneme ait tüm ideolojilerin öldüğü bir çağda yaşıyoruz. Tüm değerlerin ve doğruların göreceli olduğu fikri yaygınlaşırken, tüm ülkeler için en “doğru” olanın iktisadi büyüme ve tüm bireyler için en değerli şey “mutluluk” olduğu tekrar tekrar vurgulanıyor. Gelecek adına herhangi bir ideali, amacı olmayan günümüz insanı için hayatın anlamını, çok para kazanmaya indirgenmiş “başarı”, gücü temsil eden “statü” ve nefsin arzularını tatmin etmeye yönelik “eğlence” oluşturuyor. Tarihsel ilerlemenin tamamını bilimsel ve teknolojik ilerlemeye indirgeyen ve bunun sonucu olarak teknolojinin araç olmaktan çıkıp amaç haline geldiği bu dönemde, “akıllı” yazılımlarıyla hayatımızı kuşatmış dijital teknolojiler ve onları kullanabilme yetisi, iktisadi kalkınmanın ve başarının, modernliğin ve verimliliğin, eğlencenin ve mutluluğun anahtarı olarak kabul görüyor. Artık insanlığın ihtiyaçları teknolojileri değil, kullandığımız teknolojiler insanlığın ihtiyaçlarını belirliyor.
Birey, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, hayata bakışını ve ahlakını, bunu sonucu olarak da eylemlerini ve davranışlarını, kime? Neye göre belirler? Bir zamanlar buna cevap olarak aile büyükleri, kanaat önderleri, bilgeler, filozoflar, dinler ve din adamları ya da politikacılar diyebilirdik. Kitle iletişim araçlarının her bir bireye doğrudan erişebilme ve etkileme gücü sayesinde, “post modern” dönemde küresel firmaların kar odaklı oluşturduğu, “popüler kültür” artık tek belirleyici. Internet, televizyon, oyunlar, reklamlar, filmler, alışveriş merkezleri bize neyin nasıl yapılması gerektiğini söyleyen yegâne otorite artık. Çoğunluk için yediği yemekten, izlediği filme, tatil anlayışında, spor zevkine, okuduğu kitaptan dinlediği müziğe kadar ortak bir kültür mevcut. “İktidar her yerde ve hiçbir yerdedir” tespiti günümüz için çok “doğru” görünüyor.
Otoriteyi elinde tutan şirketler, endüstri ve ekonomi için en önemli olgu, “inovasyon” yani yenilik. Hem üretim araçları, hem de üretilen ürünler için sürekli yeni teknolojiler, yeni uygulamalar ve yenilik. Ayakta kalmanın, küresel rekabette söz sahibi olmanın tek yolu olmuş durumda. Endüstri yeni teknolojileri belirlerlerken, yeni teknolojiler de endüstriye yön veriyor. Her şey tüketim endeksli olduğu için kültür, sanat, fikirler, ilişkiler, ilgi alanları da bu yeni icatlarla beraber değişiyor ve yenileniyor. 25 yıl öncesine kadar kimsede cep telefonu yok iken, şu an telefonsuz sosyal hayat imkânsız olmakla beraber, onsuz evin yolunu bulamayacak haldeyiz. Değişim, değişmeyen tek şey olarak her zaman vardı. Fakat değişimin “hızı” hiçbir zaman bugünkü kadar hızlı olmadı. Tekniğin yarattığı bu hız fırtınasında, doğal olarak, yaşanmaya başlanan ve ilerde daha hızlı yaşanacak büyük sosyal dönüşüm sürekli gündemde. Sorulması gereken soru, bu fırtınalı ortamda, tekneler gibi savrulan insan “nereye” gidiyor? Kendini hangi sahile vurmuş bulacak? Post-modern sonrası insan toplumunu nasıl tanımlayacağız? Onların hayata yüklediği anlam ve hayat tarzı nasıl olacak?
Hayatın anlamı nedir? Sorusuna verilecek cevap, insanın bu dünyadaki rolü nedir? Sorusunu da dolaylı olarak açıklayacaktır. Teknoloji üretmekte yarışan postmodern insan için, hayatın anlamını, zekânın evrimi olarak açıklayan transhumanistlerin, bugünkü insana biçtiği rol, kendinden daha üstün yapay zekâ teknolojisini ortaya koymak. Belki de insanoğlunun son icadı yapay zekâ ile birlikte robotların oluşturacağı, insanların makinelere entegre olacağı, yeni toplumu inşa etmek. Peki, kendisine emanetin tevdi edildiği, Cenabı Hakkın halifesi ve kendinden ruh üflediği “insanın”, post modern dünyada, üstlenmesi gereken tarihi rol nedir?
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017