Farklı Bir Perspektiften Singularity – 19: İnsan (1)
Selim R. Toprak, 15 Ağustos 2017Singülariteryen düşünce insanı materyalizm, natüralizm ve transhümanizm temelli bir yaklaşım ile ele alır. Ona göre insan tesadüf rüzgarları ve evrimin elinde bir oyuncaktır. Kaosun hakim olduğu kâinata düzen getirip, kendi kaderine hakim olabilmesi için teknolojinin yardımıyla kendi evrim sürecine müdahale etmesi ve tanrılaşmaya çalışması gerekmektedir.
Nursî’nin Kuran temelli yaklaşımında ise:
İnsan bir seyyahtır. Uzun bir yolculuğun dünya durağındadır. Herşeye güç yetiremez. Hatta birçok şeye güç yetiremez. Sınırsız ihtiyaçlar sahibidir. Namzet olduğu cennetle kıyaslandığında bir çöl mesabesinde olan bu dünyanın Sahibi ve Hükümdârını tanıyıp, onun ismiyle hareket ettiği zaman dünyadaki olay ve olguların baskısından kurtulur.
İnsanın hamuru acz, fakr ve kusur ile yoğrulmuştur. Fakat doğru bir yaklaşımla, bunlar insanın en önemli sermayesi haline gelebilir. Zira sınırsız acz insanı sınırsız bir kudret arayışına, sınırsız ihtiyaçlar ise sınırsız rahmet ve zenginlik arayışına iter. Kudreti sonsuz, rahmeti engin Rabbi’ni bulmasına vesile olur.
İnsan sayısız nimetlerle kuşatılmıştır. Adeta her an başından aşağı ikramlar, ihsanlar, lütuflar yağmaktadır. Bütün bu kıymetli nimetlere karşı kendisinden beklenen ise farkındalık ve şükür hissidir. Yani Rabbin rahmetinin hediyeleri, kudretinin mucizeleri, sanatının harikaları olan nimetler karşısında gözünü kapamamak. Kapsamlı ve samimi bir şükür, ciddi ve içten bir saygı ile karşılık vermek.
İnsan birçok özelliği kendinde toplayan çokboyutlu ve kapsamlı yapıya sahiptir. Bu özel yaratılış onu rahmet, şefkat ve refete ayna yapmıştır. Onun simasında rahimiyet hakikatı okunur. Adeta rahmet insanı kucağına almış, başını okşamaktadır. İnsan bu cazip, çekici, sevimli rahmet hakikatine tutunduğu sürece yalnızlığın dehşetinden, ihtiyaçların eleminden kurtulup, rahmetin kaynağı Ezel ve Ebed Sultanı Rabbinin muhatabı ve dostu olabilir.
İnsan kâinatta dalgalanan binbir ilahî ismin kesişim ve odak noktasıdır. Bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları atomlar gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve atomları muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı İlahî’nin yeryüzündeki narin ve nazlı bir misafiridir.
İnsan varlığı kendi iç dünyası penceresinden seyreder. Bencil ve benmerkezci olduğu ölçüde varlığı karanlık görür. Bencilliğinin cezası olarak karamsarlık üzerine yapışır. Bu pesimist bakışta herkes ona düşman ve yabancıdır. Onun gözünde bütün canlılar ölüm, yokoluş ve çözülmenin ağında ağlayan yetimler, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Daha bunun gibi birçok elîm, ezici, dehşetli evham yani aslı olmayan kuruntu onun ruhunu ve şuurunu sarmış, manevi olarak ona azap vermektedir.
Hakikat arayışı ve güzel ahlak ise insana varlığın aslî aydınlık yüzünü gösterir. İnsan kalbini temizlediği ölçüde hakikate yanaşır. Hakikat ise cazip ve güzeldir; bütün varlık kardeşlik beşiği içinde el ele diz dizedir. Bu aydınlığa açılan bir insan eserleri aracılığı ile Rabbini tanır, kalbinde ve vicdanında onu sezer ve tasdik eder.
İnsan için bu dünya bir imtihan ve talim yeridir. Ölüm ise terhistir. Vazifesini yerine getirip bitirenler bu sıkıntılı ve fani dünyadan, daha geniş ve rahat bir âleme geçerler.
Ruhlar aleminden gelip, kabirden geçip ahirete giden hayat yolunda ibadet ve takva (günahlara karşı tavır almak) insan için koruyucu bir silah ve yolculuk için ihtiyaçlarının içinde bulunduğu bir çanta gibidir. Yolculuk esnasında bunları taşımanın bir parça zahmeti olsa da, kalp ve ruha verdikleri rahatlık yanında bu zahmet hiç hükmündedir. Böyle bir insan Yaratıcı ve Rızık Verici olarak sadece Allah’ı tanır. Zarar ve fayda O’nun elindedir. O hem Hakîm’dir, abes iş yapmaz. Hem Rahîm’dir, ihsanı ve merhameti çoktur. Bu inancı insana herşeyde bir rahmet hazinesinin kapısını gösterir ve buldurur.. O kapıyı dua ile çalar. Hem herşeyi kendi Rabbinin emrinde gördüğü için, doğrudan Rabbine sığınır. Sıkıntılar karşısında tevekkül ile ona dayanır. İnancı ona tam bir emniyet hissi verir.
Kalbi tam nurlanıp, iç aydınlığına ermiş bir insanı yerküre bomba olup patlasa dahi korkutamaz. Zira o, ilahi kudretin bu haşmetli manzarasını lezzetli bir hayret ile seyreder.
Kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğunda insana hergün 24 altın sermaye hükmünde 24 saat verilmektedir. Kendisinden bu 24 altından en az birini, yani günün bir saatini zirve ibadet olarak tanımlanabilecek namaza ayırması istenmektedir. İnsan için namazda ruhun, kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Beden için de çok ağır bir iş değildir. Namaz kılanın helal dairedeki diğer dünyevî işleri ise, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. İnsan bu surette bütün ömür sermayesini âhirete mal edebilir. Böylece fâni, geçici, ölümlü ömrünü, güzelleştirip sonsuzlaştırmış olur.
İnsan çalkantılı ve dalgalı bir mücadele meydanına atılmıştır. Bu dünya o mücadele alanıdır. İnsandan beklenen çirkinlik ve kötülükle mücadele etmesi ve bu sayede güzelleşmesidir. Her insan için, nefsine, şeytana, günahlara karşı mücadele ederek olgunlaşıp, potansiyel insanlıktan hakiki insanlığa giden yol açıktır, kendisinden beklenen de budur. Bu sayede kalp ve ruhunu ebedi helaketten kurtarabilir.
İnsanın rahmete iftira eder derecede maişet yani geçim sıkıntısını kendisine dert etmesi uygunsuz ve yakışıksızdır. En parlak bir mucize olan hayatı kim verdiyse rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur. Ayrıca helal rızık vasıtası güç ve iktidar değildir. Helal rızık ihtiyaca binaen gelmektedir. Bu hakikati anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile yetişkin yırtıcıları, ağaçlar ile hayvanları karşılaştırmak yeterlidir. “Aptal” ve “zayıf” olarak görülen meyve kurtları ve balıklar gibi hayvanlar en iyi beslenmekte; çocuklar ve yavrular gibi en narin ve nazik varlıklar en kolay şekilde en iyi rızkı yemektedirler.
İnsanın ibadet için yaratıldığını, fıtratı ve manevi donanımı göstermektedir. Zira dünya hayatının ihtiyaçları açısından bazen küçük bir kuşa dahi yetişemez. En basitinden uçamaz ve üzerinde sabit bir kürkü yoktur.. Fakat manevi hayatı ve ahireti için gerekli olan ilim ve ibadet yönünden hayvanların sultanı ve kumandanı hükmündedir.
İnsan eğer ahiret hayatını asıl gaye ve maksat yapıp, bu dünya hayatını da ona vesile ve tarla olarak görüp ona göre çalışırsa, o zaman bu dünyada hayvanların büyük bir kumandanı hükmünde Cenab-ı Hakk’ın nazlı ve niyazdar bir kulu, şerefli ve muhterem bir misafiri olur.
İnsana Rabbi tarafından beden, kalp, ruh, göz, dil, akıl, hayal, hafıza gibi çok önemli sermayeler verilmiştir. Hem peygamberler hem de kutsal kitaplar aracılığıyla bu sermayeleri nasıl doğru şekilde kullanıp, kendisine zulmetmenin önünü alacağı da açıklanmıştır. Fakat imtihan sırrı olarak seçim kendisine bırakılmıştır.
İnsan zayıftır, belaları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade. Acizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelal’e (kudreti sonsuz Allah’a) dayanıp tevekkül etmezse ve ona itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daima azab içinde kalır. Semeresiz (neticesiz, meyvesiz) meşakkatler, sıkıntılar, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar yapar.
İnsan için helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç gerek yoktur. Farzlar ise hafiftir, azdır. Allah’a kul olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise: Allah namına onun izni ve kanunu dairesinde hareket etmektir. İnsan böylece sükûnet yani rahat ve huzur bulur. Şayet kusur ederse, istiğfar etmeli, “Yâ Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini yani ruhumuzu almak zamanına kadar bizi emanette emin kıl” demeli ve ona yalvarmalıdır.
“Farklı Bir Perspektiften Singularity – 19: İnsan (1)” yazısına bir yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Çok toparlayıcı ve derin bir yazı. Her bir paragraf bir ayrı yazı konusu olabilir. Singularity ve transhumanizm düşüncesinin insana bakışı ile alakalı, bizzat kendi söylemlerinden/kitap ve konuşmalarından da ayrı ayrı makaleler oluştursa ne güzel olur… Selim Toprak çok velud bir yazar. Tebrikler.