İğreti – 2
Feridun B. Kaya, 31 Ağustos 2017İyi Polis ve Kötü Polis Oyunu
Yapay zeka popüler bir mevzu… Bu popularite tüm Dünyada (Türkiye’de de) geçtiğimiz 3 sene içinde gözle görülür bir şekilde arttı… İnternet sitelerinde ve gazetelerde konu ile ilgili haberin çıkmadığı bir gün yok. Bu furyanın başlamasının başlangıcını ben, iyi polis ve kötü polis oyununun devreye girmesinden sonra olduğunu düşünüyorum. İnsanlar genellikle iki karşıt tarafının mücadelesine ve kavgasına dikkat kesilirler ve bir müddet sonra ikisinden birinin tarafı olurlar… Ve ardından hikaye gelişir… Çok eski bir oyun… YZ konusunda ilerlemeler ve bu ilerlemeler ile ilgili haberler hep olurdu. Ama ne zamanki, “meşhur hoparlör” Stephen Hawking, Microsoft’un kurucusu Bill Gates ve daha sonra da Elon Musk yapay zekanın tehlikelerinden bahseder oldular, bu konu aniden dünyanın en yaygın sohbet konularından biri haline geldi ve popülerleşmeyi başardı.
Bu konu ile alakalı hangi görüşte olursan ol, hür düşünmek eskisinden daha zor. Herkes için mevzilenebilecekleri yerler hazırlanmış. Birbiri ile savaşan iki 3.Dünya ülkesine de silah (birine saldırı diğerine savunma sistemleri mesela) satan bir silah tüccarı gibi… Faruk Ay’ın bir makale serisinin konusu olan labirentler inşa ediliyor. Yapay zeka konusunda da… Bu konuda kınayacaklar olacaktır ama kanaatim bu yönde. YZ konusundaki gelişmelere karşısında temkinli misin? Bir takım endişler mi taşıyorsun?
“Abicim sana da yer var… Bak geç arkaya orada tekerlekli sandalyede gözlüklü bir amca var… Geç onun yanına… Bill! Birader.. yer aç yeni gelen kardeşe!”
İşin Ciddiyetine Vakıf Olanlar
Birçok insanın bu konudaki endişeleri bile gerçek değil ve iğreti… Ben bu konuda; yani yapay zeka ve muhtemel riskleri ile alakalı olarak, gerçekten endişelenen ve bu endişeyi de yüzünden okuduğum bir kişi gördüm: Burak Sadık Ünal’ın makalelerinde kendisinden birkaç kez bahsettiği “Hugo de Garis”. “Artilect War”u anlattığı aynı dakikalar içinde, hem bu yapay varlıklara olan tutkusunu ve taraftarlığını hem de müstakbel insan neslinin AGI karşında önemsiz birer böcek olacağı düşüncesinden kaynaklı karanlık bir ümitsizliğin ve psikolojik çöküntünün eserlerini Hugo de Garis’in yüzünde müşahede ediyorsunuz.
Nick Bostrom’da da, Hugo kadar karanlık olmasa da bir endişeyi veya en azından, bir düşünce adamının ciddiyetini ve verdiği emeklerin onun üzerinde hasıl ettiği aurayı hissediyorsunuz.
Mevzu ile alakalı olarak OpenAI’ı kuran Elon Musk’ı da ciddi ve samimi görüyorum. Zaten Elon hiçbir zaman kolay yolu seçmedi. Popülerliğinin, kendisini gözümde matlaştıramadığı kadar parlak bir adam. Taklitçi ve şabloncu değil. Silicon Vadisi havası, “çılgınım”, “farklıyım” klişelerinden biri olduğunu düşündüğüm o basit shirtleri giyen tiplerden değil de, normal ceket gömlek giyen bir iş adamı görüntüsü vermesi bile, benim için gerçek farklılığının bir emaresi.
Silicon Vadisi demişken, bu klişeleri de çok güzel tiye alan bir dizi var: “Silicon Valley” . O çılgın, renkli ve serbest iş habitatlarını; TED tarzı sunumları ve o meşhur: “To Make The World A BetterPlace”
Herbiri Steve Jobs özentisi şu tiplere bakın…
Öyle Bir Eser Vereceksin ki En Az 150- 200 yıl Dünyayı Etkilemeli
“İğreti” tabiri ile anlattığım özellikle benim ülkemin manzarası… Herşeye rağmen bu iğretilik bile ilerlemedir daha önce değindiğim gibi… Ama daha derinlikli düşünen, çalışan, üreten insanlara ihtiyacımız var. Hem entelektüel hem de mühendis ve mucit olarak… Bu ihtiyaca cevap verme amacıyla yola çıkan; şu anda mini ama gelecek adına ümit verici girişimlerden (TRAI): Türkiye Yapay Zeka İnisiyatifi’ni de burada anmak istiyorum.
Vefalı olmak adına, 19 Ağustos 2006 senesinde bu hayata gözlerini yummuş ve ötelere gözünü açmış Şakir Kocabaş’ı anmadan olmaz… Şakir Kocabaş, Türkiye’de “Yapay Zeka Felsefesi” denilince benim ilk aklıma gelen kişidir. Seven dostlarının onun ciddiyet ve adanmışlığı hakkında söyledikleri ile makalemi bitirmek istiyorum:
- “Çalışmayı yayık vurma’ya benzetirsek, insanın belirli bir miktar ayrandan yağ elde etmesinin, ancak ve ancak sessiz ve derinden ama sürekli yayığı vurmaktan geçtiğini söyleyebiliriz. Kocabaş, hayat denilen süreçte çığır açıcı, insanlara bakış sağlayıcı, ufuk kazandırıcı bir çalışmanın, ancak ve ancak böyle bir yayık vurma eylemiyle mümkün olduğuna, dolayısıyla, yukarıda özetini verdiğim son sohbetin de gösterdiği üzere, “yarın ölecekmiş gibi hazır” ama “hiç ölmeyecekmiş gibi çalışılması” gerektiğine inanan bir insandı. Öyle ol’du, öyle öl’dü.” (İhsan Fazlıoğlu/Anlayış Dergisi, Eylül 2006)
- “…Yine o günlerden bana emanet gibi kalan sözü, her zaman hatırlarım: “öyle bir eser vereceksin ki en az 150- 200 yıl dünyayı etkilemeli…” Hayatı boyunca bu iddiayı kendine şiar edindiğini söyleyebilirim. Mütevazı kişiliği, basit yaşayışının altında böylesi bir hedefe adanmışlık olduğunu çoğu kimse fark etmemiştir. (…) Bir tür bilgelikle dervişliğin buluştuğu, kalp ve beynin insicamını temsil etti.En küçük çabasını topluma fatura edenlerin ortalığı kasıp kavurduğu bir ortamda hayattan hiçbir şey beklemeden hakikat peşinde olmayı hayatının hedefi olarak seçen ve son nefesine kadar bu amacı sürdüren bir gönül eri, parlak bir beyindi aramızdan göçen.” (Akif Emre/Yeni Şafak, 22.08.2006)
- “…“Şakir” denince aklıma hep yapay zeka gelirdi; tabii bir de ciddiyet ve tevazu; aynı zamanda amel-i salih bir mümin. …Her zaman durgun ve mahzundu; fakat içinde kıyametler koptuğu fark ediliyordu.İnanıyorum ki duyduğu acıda kendine ait bir şey yoktu; bu ülkede ilim yapılamadığını ve yapılamayacağını görüyordu; zira her konu ideolojiyle ele alınıyor, politikaya bulaştırılıyordu. Düşünen, idrak eden bir insandı; bilim yuvaları, üniversiteleri böyle olan bir memleketin geleceği nasıl olurdu? Ama o; “Gidemesem de yolunda ölürüm” diyen karınca misali elinden geleni yapmaya çalışıyordu. (…) Bir hafta kadar önce, bir öğrencisiyle ders yapmak için kütüphaneye gelmişti. Günümüzde hangi hoca, maddi hiçbir şey beklemeksizin, bir şeyler öğretebilir miyim ümidiyle öğrencisinin ayağına gider.” (Mehmet Niyazi)
- “Düzenli bir çalışma disiplini içinde olduğu her hâlinden belli oluyordu.Kafasında belli başlı felsefî meseleler ve bu meselelerin çözümüne dair ana hatları çizilmiş, referans noktaları aşağı-yukarı belirlenmiş kimi ulaşım düzenekleri mevcuttu.O yıllarda felsefe tahsilini sürdüren bendeniz, kendisinde tam bir felsefeci kimliği/kişiliği bulmuştum: İdealleri olan ve bu idealler için mesai harcayan bir ‘felsefeci’ tipi…Batı’nın bilim ve felsefe dünyasını yakından izliyor ve tanıyor, bu dünyanın felsefî disiplin ve çalışma prensiplerine ayak uyduruyor ve fakat bir Müslüman gibi düşünüyor; hayata, insana, dünyaya, varlığa ve varoluşa bir Müslüman gibi bakıyordu… Bu özelliğiyle de, felsefe çalışmaları için Batı’ya giden ve Türkiye’ye döndüğünde çalıştığı kurumda bir Batılı gibi düşünen, yapıp-eden kimi felsefe hocalarından kesinkes ayrıydı, farklıydı…” (İhsan Deniz/Yeni Şafak, 28.08.2006)
- “Düşünce dünyasında öyle bazı kritik eserler yazılmıştır ki, genellikle hacim itibarıyla küçük olmalarına rağmen son derece yoğun bir muhtevaya sahiptirler. Nesefi akaidine, Farabi’nin Medinetü’l Fadıla’sına veya Gazali’nin Tehafütü’l-Felasife’sine ve benzer başka birçok esere onlarca şerh yazıldığını biliyoruz. İşte Şakir Kocabaş’ın “İfadelerin Gramatik Ayrımı”isimli eseri de günümüz insanı açısından böyle bir kıymete haiz ilmî bir eserdir. Eğer klasik usûl eğitim süreci devam ettiriliyor olsaydı sözü edilen esere herhalde birçok haşiye yazılırdı. “İfade biçimleri” üzerine yapılan özlü ve derin analizler bizim camiamız açısından bir nevi “Tractatus” sayılabilir dersek abartı olmaz.” (Selçuk Kütük/Umran Dergisi, Eylül 2006) – Kaynak
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017