İki Kitap Bir Yazar – 13 (Singularity, Tektipleştirme ve Özgürlük İllüzyonu)

, 8 Ağustos 2017

Singulariteryen akım gerçekten göründüğü gibi özgürlükçü mü?

Daha önceki yazılardan birinde (serinin 10.yazısında), aslında Singularity’nin metafizik öğelerin arkasına saklanmış tam bir materyalist (maddeci) hareket olduğu üzerinde durmaya çalışmıştık. Singularity’nin ve singulariteryen düşüncenin aldatıcı diğer bir yönünün de kendisini özgürlükçü olarak sunmasında saklı olduğunu düşünüyorum. Şu an için bireye sınır tanımaz özgürlükler, mutlak hürriyet ve hatta “tanrılık” vaadediyor gibi gözükse de, güç ve iktidar paradigması üzerine kurulan her materyalist sistem gibi, doğası gereği, şartlar oluşup zamanı geldiğinde belki de tarihte daha önce görülmemiş şekilde; farklılığa, çokrenkliliğe ve bireyselliğe karşı korkunç bir baskı ve zulüm uygulayacağın inanıyorum. Muhtemelen, önceleri bu durumu kendince argümanlarla meşrulaştırmaya çalışacaktır, fakat sonrasında belki buna bile gerek duymayacak, kutsadığı ve dayattığı “sistem“ini küresel ölçekte ayakta tutabilmek adına, ihtimal, kitleleri gözünü dahi kırpmadan yokluğa mahkum edip, o günün teknik ve teknolojik imkanlarının verdiği ölçüde paletlerle presleyip, üzerinden geçecektir.

Tarih ayniyet değil fakat misliyet perspektifinden tekerrür etmektedir. Yani tarihî olay ve süreçler aynılık içinde olmasa da benzerlik içinde tekrar etmektedir. Dolayısıyla toplumsal bir hareket veya bir düşünce akımının niteliklerine, karakteristik özelliklerine bakarak geçireceği safha ve değişimler hakkında (detaylarını şu an için bilmek mümkün olmasa da) bir ölçüde isabetli hüküm vermek herkes için mümkündür. Bu bağlamda, Singularity’nin zirveyi tuttuğu bir dünyada, özgürlükler (bir şekilde) tamamen kısıtlanacak/kısıtlanmaya çalışılacak ve birey gittikçe değersizleş(tiril)irken, bir noktada değeri sıfırlanacaktır. Rengi ve söylemi ne olursa olsun, tarih, nicelik/hakimiyet (iktidar)/materyalizm saçayağı üzerine oturan her hareket ve sistemin kaçınılmaz olarak (o gün içinde bulunulan teknik ve sosyolojik şartların elverdiği ölçüde) bu yöne doğru savruluşunun sayısız örnekleriyle doludur. Kuvvetin çıldırtıcılığını da hesaba katınca, bu perspektiften insanlık tarihi bir yönüyle acı, kan ve gözyaşının tarihidir. Singularity ise, dikkatli bakan, bakıp da çekirdekte meyveyi görebilen için, bugün her ne kadar kuzu postuna bürünüp masumu oynuyor olsa da, esasen insanlığın kanına susamış acımasız kurdun ta kendisidir.

Konu ile bağlantılı olarak, daha geniş ufuklu bir tefekküre vesile olur düşüncesiyle, Ahmet Arvasi’nin Kendini Arayan İnsan kitabından bazı pasajları paylaşmak istiyorum:

İnsanlığın en korkunç savaşı

“Şimdi, gruplar ve zümreler, baskıcılıklarını yeni bir değere dayamak için yollar ve metotlarlar araştırmaktadırlar. İhtimal ki, pozitif bilim insanı sürüleştirmek için günümüz toplumcuları elinde teknoloji ile birlikte korkunç ve sindirici bir silah ve araç haline gelmek üzeredir. Bununla beraber, ümidimiz şudur ki, insan, hürriyetçi ve inklapçı karakterini (mücadele ruhunu) bilimin ve teknolojinin demir çemberi içinde terk edip, maddenin boyunduruğuna girerek köleleşmeyecektir. İnsanoğlu, kişiliğini bazılarının “deli saçması” dedikleri ve gerçekten de pozitif bilim ve aklı tedirgin eden modern ve abstre (soyut) sanat eserleri ile; hürriyetçi gücünü de ezelî ve ebedî Yaratıcı’ya özlem duymakla geliştirerek kendini yeni bir ahenge ulaştıracaktır. İnsanlık, en korkunç savaşını galiba, bilimi ve teknolojiyi insanı esir almak için vasıta haline getirmek isteyenlere karşı verecektir. Çünkü madde dünyası, insanı köleleştirmek için yeterince güçlü bir tehlike kaynağıdır. Bunlar insanı, madde gibi olmaya, madde gibi hareket etmeye zorlayacaklar ve insanı madde gibi idareye çalışacaklardır. Bu baskıcılar, bize madde dünyasındaki ahengi ikna edici delillerle göstereceklerdir.

Maddede boğulmak ve köleleşme ilişkisi

Madde dünyasındaki ilişkiler, kölelik doğurabilecek niteliktedir. Maddî toplanmalarda (özellikle atomlar dünyasında) birimler (mesela elektronlar) yapıda birbirine eşittirler.(..) Yani atomik yapılarda bulunan birimler eşit fonksiyonlar almışlardır. Hareketleri karşılıklı mecburiyet ifade eder. Maddede müstakil (bağımsız) hareket eğilimlerine şiddetli mukavemet (direnç) vardır. Madde, kendini teşkil eden (oluşturan) birimlere hürriyet tanımaz. Atomik birimler bu zorlamaya boyun eğmiş ve kendisi gibi birimlerin , içinde katılaştıkları bir topluluğun mecburiyetleri (zorlamaları) altında istiklâlini (bağımsızlık ve özgürlüğünü) kaybetmiş bulunmaktadırlar. Maddî olan her varlık, diğer maddî varlıkların tazyik ve baskısı altında hareket eden ve asla hür olamayan bir varlık demektir. Kısacası, madde, asla hür olamayan bir varlıktır. Madde, sınırlı ve esir bir değerdir.

Materyalistin, hürriyetçi olmayışı normaldir. Madde hür olamaz ki maddeci hürriyetçi olabilsin. Materyalistin insan grupları için uygun göreceği rejim, hiç şüphesiz desteklerini de maddenin verileri içinde arayacaktır. Hiç olmazsa, arı kovanını, karınca kolonilerini insan grupları için model almaya çalışacaktır. Bireyleri, topluma kurban edecek, boyun büktürecek ve onlardaki bireysel kıpırdanışları isyan olarak değerlendirecektir. Böyle bir rejim kendini materyalist bir felsefeye tutunarak savunacak, bilim ve teknolojiyi bu yolda sömürmeye çalışacaktır. Böylece, sert ve toplumcu bir rejim bireyin şahsiyet kazanmasına direnç göstererek, farklılaşmalara düşmanca bir tavır takınacaktır. “Birey yok, toplum ve sistem vardır” diyeceklerdir. Bu sözü, ister toplumsal bilince bağlı, E.Durkheim’ın takipçisi Z.Gökalp, isterse materyalist K.Marx söylesin, verdiği sonuç Hitler’in veya Lenin’in elinde aşağı yukarı aynı karakterde aksiyon haline gelecek ve birey ezilecektir. Bireyi ister devletin, ister toplumun, ister sistemin kurbanı ediniz, her halde aynı şeyi yapmış olursunuz. Bireysel egoizmadan bahsederek devletin, toplumun ve sistemin egoizmasını putlaştırmak bize bir fazilet olarak gözükmemektedir.

Gücün büyüsü ve hemcinsine tapınma

Tamamen bireye değer veren, bireyselleşmeye sınırsız imkanlar açmaya çalışan, “üstün insan“ı ele geçirmeye özenen ve farklılaşmaları Darwin’in naturel seleksiyonu (tabî elemesi) içinde ele alan rejimlere de insan tarihinde rastlanabilir. A.Smith’in dünyasında, insanlar, güçlü bireylere tapınarak köleleşmeye zorlanacaklardır. Birey sahip olduğu imkan ve güçleri diğer birey ve toplumların aleyhine kullanarak böyle bir ortamda kendini tanrılaştırmaya çalışabilir. Böyle bir rejim, ister firavunların “En büyük tanrı benim!” sözünden, ister Nietzsche’nin “Tanrı Diyonisis benim!” çığlığından güç alsın, sonuç değişmeyecektir. Güçsüzü güçlüye köle yapan böyle bir rejim (sistem), daha çok bireyin inklapçı ve hürriyetçi ruhî değerlerinden destek almaya çalışacaktır. İnsanı ister toplumun, isterse bireyin kölesi haline getirsin, insanı insana tapındıran her rejim, her din ve her felsefe, insanı sadece alçaltan gayriinsani bir tutum içindedir.(..)

Sonuç olarak, sosyal gruplar, bireyin şahsiyet (kişilik) bulması için zaruri olan beşerî ortamlardır. Bunun yanında birey, kendindeki “sahte tanrılık iddialarını” yenerek ve kendisine tahakküm etmeye (üzerinde baskı kurmaya) çalışan objektif ve sübjektif varlık tezahürlerini tanrılık tahtından indirerek, kendini Allah’a giden yolun anahtarı olarak idrak edebilecek seviyede olgunlaşabilmelidir. İslam dünyasında meşhur olan ve Hazreti Ali’ye atfedilen: “Kendini bilen Allah’ı bilir.” sözünün gizlediği hikmet bu olsa gerek.” (A.Arvasi, Kendini Arayan İnsan)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.