Alper Bilgili’nin “Bilim Ne Değildir?” Kitabından Bazı Pasajlar – 4
Enes Bertuğ, 11 Eylül 2017Bilimin doğası ve ahlaki değerler
“Şengör, 1980 darbesi sonrasındaki işkencelerle ilgili yorumunda da benzer bir çabaya girişir. Bu röportajda Şengör, insanlara dışkı yedirmenin işkence olmadığını çünkü gorillerin de dışkı yediğini belirtmiştir:
Bir kere dışkısını yedirmek işkence değil… Ben bal gibi yerim. Niye biliyor musun?… Ben bunların yendiğini gördüm. Bir gün San Diego Hayvanat Bahçesi’nde goriller birbirlerine dışkılarını ikram ediyorlardı. Onlar da bizim gibi primatlar. Gayet güzel, hiçbir şey de olmaz.
Yukarıdaki alıntıda da görmekteyiz ki Şengör’e göre, doğa, neyin ahlaki olup neyin olmadığını da belirleyen bir otorite halini almıştır. Ayrıca şunun altını çizmem gerekir ki Şengör, zaman zaman “bilimin rehberliği” ile “doğanın rehberliği”ni birbirine karıştırmaktadır. Esasen bilim, doğayı anlamamızı sağlayan bir araçtır. Ancak bilim bize, Şengör’ün düşündüğü gibi, “Doğada gördüklerinizi kopyalayın, taklit edin” demez. Diyelim ki bilimin yardımıyla doğada gorillerin dışkı yediğini gördük. Hiçbir bilimsel yasa, bize dışkı yememiz gerektiğini öğütlemez. Bilim sadece şahitlik ettiğini söyler. Ne yapmamız gerektiğini değil. Dolayısıyla gorillerin davranışlarından kendi yaşantımızla ilgili ders çıkarmak bilimin rehberliğinden ziyade doğanın rehberliğine örnek teşkil eder.
Bir an için Şengör’ün bilim ve doğa konusundaki kafa karışıklığını görmezden gelelim. Hatta dışkı yemenin, Şengör’ün eylemlerimizde temel belirleyici olarak aldığı sağlık açısından da son derece sakıncalı bir eylem olduğu gerçeğini bir kenara bırakalım. Yani bir an için Şengör’ün haklı olduğunu; bilimin bize, mahkûmlara dışkı yedirilmesinde bir sakınca olmadığı yönünde rehberlik ettiğini farz edelim. Şimdi dilerseniz, Şengör’ün bu çıkarımının sonuna dek tutarlı şekilde savunulması durumunda bilimin rehberliğinin nelere izin vereceği üzerine ufak bir zihin egzersizi yapalım. Örneğin Bonobo maymunlarında yetişkinlerin çocuklarla cinsel ilişkiye girmeleri sıradandır. Şengör’ün doğadan ve bilimden rehber edinme yöntemini benimseyen bir kişi, aynı mantıkla pedofiliyi meşrulaştırabilir. Veya bazı örümcek türlerine atıfta bulunarak bir kadının eşini yemesini meşru görebilir. Yine hayvanlar âlemine atıfla insanlar için de hırsızlığı, tecavüzü, cinayeti, ensest ilişkiyi dahi “ahlaki” bulabilir.
İşin gerçeği, bu tür eylemleri ahlaksızlık olarak değerlendirmek için insan ile hayvanların ontolojik (varoluşsal) statülerinde bir fark olduğunu varsaymak gerekir. Ancak bilim bize bu tür bir ontolojik farklılıktan söz etmez. Bilim, insanın bilinç sahibi ve zeki olduğunu söyler ancak bu, insanı üstün bir varlık yapmaya yetmez. Neden zekâyı üstünlüğün belirleyicisi olarak alalım ki? Neden hızlı koşan değil de zeki olan üstün olsun? Ya da şu soruyu soralım: Üstünlüğü belirleyen kriter zekâ ise zihinsel engelli kişileri ontolojik (varoluşsal) merdivende nereye yerleştireceğiz? Felsefe bize çoğu zaman en sorgulanmaz gördüğümüz kabullerimizin temelsiz olduğunu gösterir. Esasen, insanların diğer canlılardan üstün olduğu ve onlar gibi davranmaması gerektiği yönündeki kabul de bunlardan birisidir. Oysa insanların diğer canlılardan farklı ve üstün olduğu yönündeki görüşün bilimsel bir desteği yoktur. Bu ontolojik statü farkını bilimle değil insanı “eşref-i mahlûkat” olarak gören dinle temellendirmek mümkündür. Yani, başka bir deyişle, dinlerin ontolojik sınıflandırmalarının göz ardı edilmesi durumunda, tıpkı Şengör’ün de ima ettiği gibi insanların eylemlerini doğadaki diğer canlıların eylemlerinden farklı değerlendirmek için bir gerekçe bulmak zordur.
Bu konuyu biraz daha açalım. Ateist ahlak felsefecisi Peter Singer benzer bir tartışmaya girişir ve insanların hayvanlardan üstün görülmesini sorgular. Singer, buradan yola çıkarak, hayvanlar yerine anne babasız bebeklerin veya zihinsel engelli bireylerin de ölümcül bilimsel deneylerde kobay olarak kullanılabileceğini iddia eder. Çünkü bu bireyler de hayvanlar gibi belli zihinsel yetilerden mahrumdur, dolayısıyla onları hayvanlardan üstün görmenin rasyonel bir gerekçesi yoktur. HomoDeus kitabının yazarı ateist düşünür Yuval Noah Harari de hümanizmin, insanların diğer canlılardan özel olduğu inancına dayandığını ifade eder. Örneğin hemen hepimiz, insanların hayatlarının ineklerin hayatlarından üstün olduğuna yönelik bir inanca sahibizdir. Harari, bu tür inançların dinsel kökenlerine işaret ettikten sonra, dini inancın sorgulanması insanların özel varlıklar olduğu inancının da sorgulanması gerektiğini iddia eder. Yine yeni-ateizmin en önemli temsilcisi Dawkins de, bu tür “varsayım”ların dinlerden geldiğini kabul eder:
Bir hayvanat bahçesi yöneticisinin gereksinim fazlası şempanzeleri “uyutma” (öldürme) yetkisi vardır, fakat fazlalık bir hayvan bakıcısını ya da bilet satıcısını “uyutma” yetkisi müthiş bir öfkeyle karşılanacaktır. Şempanze hayvanat bahçesinin malıdır. İnsanlarınsa bugünlerde kimsenin malı olmadığı varsayılıyor. Fakat yine de şempanze ayrımcılığı bu biçimiyle pek ender dile getirilir ve bunu savunacak bir mantık olup olmadığı konusunda kuşkuluyum. Bizlerin Hristiyan kaynaklı davranışlarımızın insanın nefesini kesen türcülüğü işte böyle.
Dawkins’e göre “insan hakları, insanın asaleti ve insan yaşamının kutsallığı” gibi varsayımların da gerçekte karşılığı yoktur. Bunlar, dinlerin “uydurduğu” türcü varsayımlardan ve illüzyonlardan ibarettir. İlginç olan, Dawkins’in bu iddiasına karşın, kendisiyle çelişme pahasına da olsa, insanların hayvanlar âlemini ahlaki rehber olarak benimsememesi gerektiği yönündeki tespitidir. İngiliz biyolog, insanların doğayı örnek almaması ve Darwinist bir dünyada yaşamaması gerektiğini şu cümleleriyle özetlemiştir: “Ben hastanın bakıldığı, güçsüzün kollandığı, ezilenin gözetildiği bir toplumda yaşamak istiyorum, ki bu da anti-Darwinist bir toplumdur.” Dawkins, bir yandan dinlerin insanlık için son derece zararlı olduğunu ve bilimin dinlerin yerini alması gerektiğini savunurken, bir yandan da dinlere borçlu olduğumuzu kabul ettiği “insan yaşamı kutsaldır” ilkesini, doğadan veya bilimden devşirilmemesine rağmen benimsemektedir. Bu tutarsız pozisyon, elbette açıklanmaya muhtaçtır. En azından, Şengör, insanın özel olmadığını iddia ederek Dawkins’ten daha tutarlı bir pozisyon benimsemiştir. Bununla beraber rasyonel bir insan, Dawkins gibi tutarsız ateistlerle yaşamayı, Şengör gibi “tutarlı” ateistlerle yaşamaya tercih edecektir. Şengör, farkında olmasa da, hemen her eylemin mübah olduğu bir dünyayı savunmaktadır. Yani o, din ile beraber ahlakı da “çöpe attığının” farkında değildir. Ve yine farkında olmasa da bu tür bir dünya, onun eserlerinde sıkça rastlanan “insan onuru” gibi kavramları anlamsız kılacaktır.” (Bilim Ne Değildir?, Alper Bilgili, Doğu Kitabevi, 2017)
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017