Alper Bilgili’nin “Bilim Ne Değildir?” Kitabından Bazı Pasajlar – 6

, 25 Eylül 2017

Bilim ve Etik

“Şengör’ün (bir daha hatırlatmak gerekir ki burada Şengör’ün şahsı değil, temsil ettiği zihniyet asıl muhataptır ve bu zihniyetin bilime yükledikleri anlam ve fonksiyonun problemli yanları ortaya konmak istenmektedir)

doğa bilimsel bilgi dışındaki bilgi türlerini reddetmesi, beraberinde çeşitli etik problemleri de getirecektir. Bir yandan “İkinci Dünya Savaşı’nda altı milyon suçsuz insanın fırınlandığı cehennemler de bilimin ürünüydü.” diyen Şengör, diğer yandan tek rehberin bilim olması gerektiğini, bilim dışında rehber aramanın gaflet olduğunu iddia ederek başka bir tutarsızlığa imza atar. Bilimin tek rehber olması durumunda Nazilerin nükleer silah projesinde çalışan büyük fizikçi Heisenberg’i hangi zeminde eleştirebiliriz? Bilim tek rehber olduğunda Hitler Almanyası’nda Doktor Mengele tarafından yürütülen ve 900 kadar çocuğun ölümü veya ciddi sakatlığı ile sonuçlanan deneyler nasıl kınanacaktır? Doğa bilimlerinin hangi teorisi, hangi dalı bu eylemleri yasaklamaktadır? Mengele’ye kızmamıza neden olan ahlaki öğretilerin bilimsel metotla elde edilmediği açıktır. Eğer bilim dışında rehber yoksa, ahlaki öğretilerin savunulması da mümkün olmayacaktır. Çünkü doğa bilimlerinden, iyiliğin kötülüğe tercih edilmesi gerektiği konusunda bir tavsiye edinemeyiz. İyi veya kötü olduğunu düşündüğümüz bir olayın – söz gelimi Nazilerin İkinci Dünya Savaşı’ndaki ırkçı politikalarının – yol açtığı somut zararlar doğa bilimleri tarafından incelenebilse de doğa bilimleri bu olayları “iyi” veya “kötü” olarak tanımlıyamaz. Neyin “iyi” neyin “kötü” olduğu tartışması, felsefenin ve teolojinin konusudur. Alman sosyolog Max Weber “Meslek Olarak Bilim” adlı çalışmasında doğa bilimlerinin bu konudaki sınırlarını şu şekilde ifade etmiştir:

“Hayat yaşanmaya değer midir ya da ne zaman yaşanmaya değerdir?”, tıp bu soruyu sormaz. Doğa bilimleri bize, hayata teknik bakımdan egemen olmak için ne yapılması gerektiği sorusunun yanıtını verir. Hayat üstünde teknik egemenlik kurmamız gerekip gerekmediği ve bunun anlamlı olup olmayacağı sorusunu bir yana iter ya da bu konuda bazı kabuller yaparak ilerler.”


“İngiliz filozof Bertrand Russel, bilim ile din ilişkisini ele aldığı kitabında şunları söyler:

Bilimin değerler konusunda söyleyeceği hiçbir şey yoktur, “sevmek nefret etmekten daha iyidir” ya da “iyilik zorbalıktan daha çok istenir” gibi önermeleri tanıtlayamaz”


“Benzer bir çelişkiye son dönemin en çok okunan yazarlarından olan Yuval Noah Harari’nin Sapiens adlı eserinde de rastlanabilir. Harari, bu eserinde insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi kavramların bizim yarattığımız mitler olduğunu iddia eder. Ancak hemen sonra Hindu toplumundaki eşitsizliklere dair eleştirel bir yaklaşımda bulunur ve “insanlık onuruna aykırı koşullar”dan yakınır. Bu yazarlar, mantıklarıyla ulaştıkları sonuca (yani Tanrı yoksa ahlaki öğretilerimizin birer illüzyondan ibaret olduğuna) sezgisel olarak direnmektedirler. Muhtemelen etik kuralların olmadığı bir dünyada yaşama fikri onları bilimin rehberliği konusunda tutarsız davranmaya itmektedir.

Son olarak şu noktanın altını çizmek gerekir. Şengör – muhtemelen “iyi” ve “kötü” kavramlarını tartışılmaz, objektif ve evrensel zannettiği için – bu konuda felsefi bir tartışmaya girmemektedir. Yeni-ateistler ise, Şengör’ün aksine, ahlak konusunun ateizm için sıkıntılı sonuçlara gebe olduğunu fark etmişler, bu konuda argüman geliştirmeye çalışmışlardır. Birçok evrimsel biyolog ve felsefeci, eylemleri “iyi” ve “kötü” olarak nitelememizin nasıl gerçekleştiği sorusunu sormuştur. Bunların bir kısmı, eylemleri bu şekilde nitelememizin bir yanılsama olduğunu kabul etmiştir. Michael Ruse, Richard Dawkins ve Edward Wilson gibi ateist düşünür ve bilim insanlarına göre ahlaki eğilimlerimizin ardında evrimsel süreç yatmaktadır. Bazı eylemler, örneğin aynı türün diğer üyeleri ile yardımlaşma, evrimsel süreçte ayakta kalma olasılığını artırmış, zamanla bu eylemler bize “iyi” gibi görünmeye başlamıştır. Oysa bunlar işe yarayan illüzyonlardan ibarettir. Yani gerçekte bu eylemler “iyi” ya da “kötü” değildir. 

Gerçekten de Tanrı’nın veya O’na benzer aşkın bir gücün devre dışı bırakıldığı bir durumda eylemlerin ahlakiliğinden veya gayri-ahlakiliğinden söz ederken başvurulabilecek iki kaynak vardır. Bunların ilki evrimsel biyologların vurguladıkları evrimsel süreçlerdir. Bu süreçlerden tamamen bağımsız düşünülemeyecek bir diğer kaynak ise toplumsal öğretilerdir. Bir eylemin ahlaki olarak değerlendirilmesinin toplumdan topluma nasıl değiştiğine şahitlik eden herkes toplumun ahlaki değerleri şekillendirme gücünü takdir edecektir. Bununla beraber, gerek evrimsel süreçler gerekse toplumsal etki neticesinde ortaya çıkan ahlaki normların “objektif” olduğunu iddia etmek için başka bir kaynağa referans verilmelidir. Çünkü evrimsel ve toplumsal açıklamalar, beraberinde şu soruyu getirir: “Eğer evrim farklı gelişseydi veya farklı bir toplumda yaşasaydık da şu an “iyi” olarak nitelendirdiğimiz eylemleri yine “iyi” olarak nitelendirecek miydik?” Ruse bu soruya olumsuz cevap verir:

Eğer tüm yemekler Pablum (bir bebek gıdası) olsaydı muhtemelen dişlerimiz olmadan daha iyi durumda olurduk. Eğer tüm ilişkilerimizi kâr-zarar hesabı ile analiz edebilseydik, muhtemelen ahlak olmadan daha iyi bir durumda olurduk.

Kısacası, Ruse’a göre eğer evrimsel süreç farklı gelişseydi veya farklı bir toplum içerisinde olsaydık bu durumda ahlaki normlarımız farklı olacaktı, belki de hiç var olmayacaktı. Bu durum, gerçekten de “iyi” ve “kötü” eylemlerin var olmadığı, sadece bizim “iyi” veya “kötü olduğunu düşündüğümüz eylemlerin var olduğu anlamına gelir.”


“Richard Dawkins, hatırlanacağı gibi, insanla diğer hayvan türlerini farklı bir ontolojik (varoluşsal) statüde görmenin ve insanı daha değerli kabul etmenin tek tanrılı dinlerden kaynaklandığını belirtmekteydi. Bu dinî öğretinin – yani insanın doğada özel bir yeri olduğunun – reddedilmesi durumunda ise yeni-ateistlerden Sam Harris’in bilime dayandırdığı ahlaki sistemi çökecektir. Çünkü bu durumda Harris, ahlakilik tartışmalarına insanların esenliği kadar, akşam yemeğinde yediğimiz tavukların, salataya doğranan havucun, bilimsel deneylerde kullanılan tavşanların, zika virüsü taşıyan sivrisineklerin esenliğini de dahil etmelidir. Harris bir yandan dinleri insan icadı olarak görürken bir yandan da – Dawkins’in de belirttiği gibi – İbrahimî dinlere borçlu olunan “insanın özel bir yeri olduğu” görüşünü sorgulamadan kabul etmekte, böylece tutarsız bir pozisyon benimsemektedir.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.