Dünya Medeniyeti

, 1 Eylül 2017

Eski çağlarda dünyayı baştan başa gezmek çok zorlu bir işti. Bunu başaran insanlar seyahatnameler yazarak tarihe geçtiler. İbni Batuta, Evliya Çelebi  gibi seyyahlar ve Marco Polo gibi tüccarlar, en azından o gün bilinen dünyanın önemli bir bölümünü görebilen şanslı insanlardı. Teknolojinin olmadığı o yıllarda böyle yolculukları yapmak çok uzun zaman almaktaydı ve epeyce tehlikeli bir işti. Teknolojik atılım bu durumu büyük ölçüde değiştirdi. Bir 19.yüzyıl romanı olan Jules Verne’in büyük klasiği seksen günde devri alem bu geçiş dönemini çok iyi anlatır. Romanın kahramanı bay Fogg dünyayı seksen günde dolaşabileceğine dair bir bahse tutuşur. Tüm engellemelere ve tersliklere rağmen hedefine ulaşıp bahsi kazanır. Çünkü artık dünya eskisine göre küçülmüştür. Bilim ve teknolojideki gelişim ulaşımı hızlandırmış, buharlı gemiler, lokomotifler hayat bulmuştur. Eski yüzyıllarda olduğu gibi sadece binek hayvanları ve rüzgara bağlı yelkenli gemiler ile yol alınmamaktadır.

Bugün artık çok daha ileri bir noktadayız; otoyollarda büyük hızlara ulaşan otomobil ve otobüslerle, demiryolları sayesinde yüksek hızlı trenlerle ,daha uzak mesafeler söz konusu olduğundaysa uçaklarla yolculuk ediyoruz. Dünya Jules Verne’in romanını yazdığı zamana göre çok daha küçük bir yer. Artık eski maceracı seyyah ve tacirlerin gezdiği güzergahları isteyen her insan –elbette yeterli bütçeye sahip olmak şartı -ile kolaylıkla gezip görebilir. Zaten bunu yapan pek çok insan var.

Farklı Kültürleri Tanımak ve Turizm

Ulaşımın gelişip kolaylaşması turizmin doğmasına yol açtı. Günümüzde ülke ekonomileri için çok büyük önem taşıyan turizm aslında çok yeni bir kavram. Geçmiş çağlarda saydığımız sebeplerde ötürü başka coğrafyalara gidip gelmek pek olası değildi. O günkü ekonomik yapı ve sosyal ilişkiler insanları doğdukları yerde yaşamaya zorluyordu. Pek az insan dünyanın başka yerlerini görme ve farklı kültürleri tanıma imkanı bulabiliyordu. Çoğu insan için yabancı topraklara ayak basmak ve diğer milletlerle temas etmek ancak savaş yoluyla gerçekleşmekteydi. Doğal olarak insanların böyle travmatik bir deneyim yoluyla tanıdıkları yabancı kültürlere yakınlık duymaları ya da sevmeleri düşünülemezdi. Toplumlar birbirlerini yönetici sınıfların onlara söyledikleri kadar tanıyorlardı.

Ekonomik yapıdaki dönüşüm ve buna bağlı olarak siyasi ve idari sistemlerin değişmesiyle yeni dönemin kapısı açıldı. Ağır bedeller ödenerek de olsa en azından dünyanın belli bir bölümünde demokratik sistemler kuruldu. Temelinde sömürgecilik olmakla birlikte bilim ve teknolojik atılım refah toplumlarının doğmasına yol açtı. Bu toplumlar savaş konusunda asla istekli değiller. Demokrasiyle idare edilen bir halkı savaşa ikna etmek eskisine göre çok daha zor. Bu insanlar sahip oldukları zenginliklerin tadını çıkarmak, başka coğrafyaları ve kültürleri tanımak eğilimindeler. Seyahatin çok kolaylaştığı bu devirde turizm hızlı bir şekilde büyüyor. Hem turistik faaliyet hem de medya araçlarının katkısı ile kültürler birbirini tanıyıp yakınlaşıyorlar. Dünyada artık kimse kimsenin pek fazla meçhulu değil. Elbette bu durumun bilim ve sanat alanında fazla ve nitelikli üretim yapan zengin ülkeler lehine bazı sonuçları var. Bu ülkelerin dili ve kültürü hızla yayılırken yerel dil ve kültürler zayıflıyor. İngilizcenin dünya dili haline gelmesi ve amerikan kültürü ve yaşam tarzının dünyayı sarması bu durumun bariz örnekleri. Ünlü fizikçi Michio Kaku kitabının (Future of Physics) bu konuları irdelediği bölümünde bu tablodan söz edip, her şeye rağmen yerel kültürlerin yok olmayacağını hatta bu konuda bilgisayarın büyük bir garanti olduğunu söylemekte. Dijital ortama aktarılan ve paylaşılan bir bilginin kaybolması neredeyse imkansız olduğu ve neredeyse her kültür ve inanca ait öğelerin bu paylaşıma dahil olduğu düşünülürse hiç de haksız değil. Kaku’ya göre yerellik hiç bir zaman kaybolmayacak, farklı milletler ve diller her zaman olacak; ancak bunun ötesinde küresel bir medeniyet, yeni bir dünya medeniyeti oluşumu kaçınılmaz görünüyor.

Yeni Medeniyet Tipleri

Kaku  yeni bir medeniyet sınıflaması yapıyor ve üç tip medeniyetten söz ediyor. Üç medeniyetin ortak yanları hepsinin bir birleşik dünya medeniyeti olmaları. Şu an bu medeniyet tiplerinden herhangi birine sahip değiliz. Ancak kısa bir süre içinde yani 2100 yılına kadar  birinci tip medeniyeti kuracağız. Bilim ve teknolojinin bir kez daha atılım yaptığı, dünya enerji kaynaklarının ortak olarak en kapsamlı şekilde kullanılabildiği, hava durumuna, belli ölçüde  doğal afetlere bile müdahale edilebildiği yani insanın doğa üzerinde daha fazla kontrol sahibi olduğu bir medeniyet. Kaku bu medeniyetin okyanuslara bile şehirler inşa edebileceğini, uzaya daha fazla erişim olacağını işaret ediyor. Ancak bu medeniyet tipinde hala büyük oranda dünyadaki enerji kaynaklarıyla sınırlı olacağız.

İkinci medeniyet tipi ise, dünyadan biraz daha sıyrıldığımız, yıldızların enerji kaynağı olarak kullanılabildiği, yakın güneş sistemlerinin kolonileştirilebildiği bir seviyeyi ifade ediyor. Kaku popüler kültüre  malolmuş kült yapım Star Trek serisini buna örnek vererek serideki gibi bir birleşik gezegenler federasyonunun olabileceğini söylüyor. Tabii ki bunun için daha çok zamana ihtiyaç olduğunu, bu medeniyet tipine henüz çok uzak olduğumuzu da belirterek.

Üçüncü tip medeniyete örnek olarak efsanevi Yıldız savaşlarına(Star Wars) gönderme yapıyor. Bu medeniyet galaksinin büyük bölümünü kolonileştirmiş ve galaksiler arası yolculuk yapma yolundadır. Çok çok uzak bir gelecek…

Kaku şu anda 0 noktasından medeniyet tipi 1’e geçtiğimizi iddia ediyor. Bu konuya devam edeceğiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.