Farklı Bir Perspektiften Singularity – 22: İnsan (4)

, 6 Eylül 2017

Nursî külliyatında insanın ele alınışına bakmaya devam edelim:

İnsan, ölüm sonrası hayat ve öteki dünya inancı

Hiç mümkün müdür ki; insanın kâinattaki varlıklar içinde önemli bir vazifesi, özel ve farklı bir yaratılışı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam sanat eserleriyle kendini tanıttırsa, karşılığında insan iman ile onu tanımazsa.. hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse; karşılığında insan ibadetle kendini ona sevdirmese.. hem türlü türlü nimetleriyle sevgisini ve rahmetini ona gösterse; karşılığında insan şükür ve hamdle ona hürmet etmese; o insan cezasız kalsın, başı boş bırakılsın, o izzet ve ululuk sahibi Zât-ı Zülcelal onun için bir ceza yeri hazırlamasın? Hem hiç mümkün müdür ki: O Rahman-ı Rahîm’in hadsiz eser ve nimetleriyle kendini tanıttırmasına karşılık; iman ile tanımakla ve sevdirmesine karşılık, ibadetle sevmek ve sevdirmekle ve rahmetine karşılık, şükür ile hürmetle mukabele eden müminlere bir mükâfat yeri, ebedi bir saadet yurdu vermesin?

Hem hiç mümkün müdür ki: Nihayetsiz cömertlik, tükenmez servet, bitmez hazineler, benzersiz bâkî cemal, kusursuz ebedî kemal; bir saadet ve ziyafet yurdu içinde daimî bulunacak olan muhtaç şükredicileri, hayretli seyircileri istemesinler? Evet dünya yüzünü bu kadar süslü eserleriyle dizayn etmek, Ay ve Güneşi lamba yapmak, yeryüzünü bir nimet sofrası olarak yiyeceklerin en güzel çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçların elleriyle bizlere uzatmak, mevsim mevsim o hediyeleri yenilemek sınırsız bir ikram ve cömertliği gösterir. Böyle sınırsız bir cömertlik ve ikram ise, tükenmez hazineler ve rahmet, arzu edilen herşey içinde bulunur daimî bir ziyafet sofrası ve saadet yuvası ister. Hem yine ister ki; o ziyafetten lezzetlenen misafirler o saadet yurdunda devam etsinler, ebedî kalsınlar. Tâ ki oradan ayrılık veya nimetlerin tükenmesiyle acı çekmesinler. Öyle bir ilahi cömertlik, elem çektirmek istemez. Yani bu sonlu dünya hayatından sonra bitimsiz bir ahiret hayatı doğacaktır.

Hem hiç mümkün müdür ki: Ölmüş, kurumuş şu geniş yeryüzünü her baharda hayatlandıran ve o hayat verme içinde herbiri insanlığın ahirette haşri gibi hayret verici yüzbinlerce haşir ile kudretini gösteren ve o haşir ve neşir içindeki gayet derecede karışıklık içinde, gayet derecede incelik ve ayrıştırmayla ilminin kuşatıcılığını gösteren ve bütün semavî kitaplarıyla beşerin haşrini vaadetmekle kullarının bakışlarını ebedi saadete çeviren ve bütün varlıkları başbaşa, omuz omuza, elele verdirip emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı kılmakla idareciliğinin ve saltanatının azametini gösteren ve beşeri, kâinat ağacının en kapsamlı, en kuşatıcı, en nazik ve en nâzenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi olarak yaratıp, kendine muhatab yaparak, ayrıca herşeyi ona hizmetkâr kılmakla, insana bu kadar önem verdiğini gösteren kudreti sonsuz, rahmeti engin bir Kadîr-i Rahîm, ilmi ve hikmeti kuşatıcı bir Alîm-i Hakîm, kıyameti getirmesin? Haşri yapmasın veya yapamasın? Beşeri diriltmesin veya diriltemesin? Ahiretteki Büyük Mahkemeyi açmasın? Cennet ve Cehennem’i yaratamasın? Hayır, mümkün değil.

Hem yine hiç mümkün müdür ki: Cenab-ı Hak, insanı şu kâinatta görünen geniş saltanatı içinde en değerli bir kul ve hitabına mazhar en mütefekkir (düşünür) bir muhatab ve ilahi esmasına mazhar en kapsamlı bir ayna olarak ahsen-i takvimde yaratsın da, onu çok arzuladığı ve lâyık olduğu bir ebedî âleme göndermeyip, hakikat nazarında çirkin bir haksızlık yapsın!

Hem hiç kabul edilebilir mi ki: Mutlak hâkimiyet ve şefkat sahibi bir Rab; insana öyle bir potansiyel verip, yer ve gökler ve dağların yüklenmekten çekindiği emaneti ona yükleyip, yani küçücük cüz’î ölçüleriyle, sanatçıklarıyla Hâlıkı’nın kuşatıcı ve mutlak sıfatlarını bilip; hem yerde en nazik, nâzenin, nazdar, âciz, kırılgan olarak yaratıp; aynı zamanda meleklerine tercih edip hilafet rütbesini verdiği halde; ona bütün bu vazifelerinin gayesi ve neticesi ve meyvesi olan ebedi saadeti vermesin? Onu bütün yaratılmışlar içinde en bedbaht, en çaresiz, en musibetzede, en dertli, en zelil bir derekeye atıp; kuşatıcı hikmetine büsbütün zıt ve kucaklayıcı merhametine tamamen ters bir merhametsizlik etsin. Hâşâ ve kellâ! Mümkün değil.

İnsan ebed için yaratılmıştır ve ebede gidecektir. Bu dünya ona bir misafirhane ve âhiretine bir bekleme salonudur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.