Farklı Bir Perspektiften Singularity – 23: İnsan (5)
Selim R. Toprak, 13 Eylül 2017Nursî külliyatında insanın ele alınışına bakmaya devam edelim:
Yaratılmışların en şereflisi ve yeryüzünün halifesi olan insan, dünya üzerinde yaşayan en gelişmiş ve en değerli varlıktır. Gelişmiş bir beyne ve soyut düşünce yeteneğine sahip olması, kendinin farkında olması, rasyonelliği, analiz yeteneği ve zekâsı gibi yüksek seviyede düşünmesini sağlayan özellikleri, onu hayvanlardan ayıran ve insanı insan yapan temel niteliklerdendir.
İnsan sadece maddî değil, sahip olduğu ruh cevheriyle manevî yönü de olan bir varlıktır. İnsanoğlunun sahip olduğu, Allah’ın insana en büyük bir lütfu olan ruh cevherine sahip olan bir varlık olma hasebiyle, mükerrem bir varlık olan insan, tek boyutlu değil, bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir.
Beden ve ruhtan oluşan bir varlık olma yönüyle insan, Kuran-ı Kerîm’de eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir. Zaten Kuran surelerine iniş sırası itibariyle baktığımızda ilk olarak Alak sûresinde insan tarifi ile karşılaşırız. Yani her şeyden önce Kuran, insan ile ilgilenmiş ve Sâni-i Kâinat’ın (Kâinatı sanatla yaratan Allah’ın) nazlı bir sevgilisi olan insana ihtimam göstermiştir. İnsan, insan olma yönüyle üstün addedilmiştir. Yine Kuran-ı Kerîm’de karşımıza çıkan “Ey insanlar! Ey Âdemoğulları!” seslenişinin de diğer yaratılmışlardan farklı olarak doğrudan insana yapılmış olması, insanın özel bir muhatap seçildiğinin en açık göstergesidir.
Hâlıkımızı (Yaratıcımızı) bize tanıtıp, tarif eden üç büyük tanıtıcıdan birisi olan ezeli kelâm Kuran, söze Allah ile yani besmele ile başlamakta, insan ile yani “nâs” ile son vermektedir. Bu da Kuran-ı Kerîm’in nihai hedefinin insan olduğunun bir başka delilidir.
Yaratıcımızı tanıtıcı ve tarif edici bir diğer delil olan Efendimiz (sav) ise, mükerrem bir varlık olan insana en üst seviyede değer vermiş, düşmanı dahi olsa hiç kimseye insan haysiyet ve onuruna yakışmayacak şekilde davranılmasına müsade etmemiştir. Çünkü nebevî bakış açısıyla değerlendirildiğinde, her insan saygıdeğer ve sevilmeye layıktır.
Sevgi ve merhamet peygamberi olan Efendimiz’in (sav) insana olan sevgisini Kuran-ı Kerîm “And olsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün ve size karşı çok merhametli ve şefkatlidir” ayetiyle ortaya koymuştur.
İnsanlık hakikatinin zirve temsilcisi olan şefkatli Nebî (asm), müminlerin dertlerini, sıkıntılarını devamlı vr derinlemesine yüreğinde duymuş; ızdırapları, duası ve gayretiyle insanî değerlerin yok olduğu bir dönemde sıradışı bir sevgi toplumu oluşmasına vesile olmuş ve asırlar boyunca O’nun (asm) yolundan, izinden yürüyenlere de insaniyete layık, onurlu bir yaşam sürebilmenin sırrını öğretmiştir.
Kâinat bir ağaç olarak değerlendirildiğinde insan bu ağacın en son ve en kapsamlı meyvesi olarak kabul edilirken, Muhammedî hakikat yönüyle ise aslî bir çekirdek olarak değerlendirilmiştir.
İnsan kâinat Kuran’ının âyet-i kübrası yani en yüksek ve parlak ayetidir. Hakiki insan ism-i Âzâm sırrını kendinde taşır.
İnsanın mahiyeti ve yaratılış gayesini anlamada en önemli yöntem nebevî çizgiyi doğru değerlendirmekten ve Efendimiz’i (sav) anlamaktan geçer.
İnsan kâinat sarayının kıymetli, mükerrem ve şerefli bir misafiridir.
İnsan, istidatça (kabiliyet ve yetenek olarak) yaratılmışların içerisinde en zengin, mahiyetine ilahî kudretten çok önemli maddi manevi donanımlar ve kaderden kıymetli programların yüklendiği; şaşırtıcı cihazlar, organlar, hisler ve duygularla süslü vücud libasına (varlık giysisine) sahip değerli bir varlıktır.
İnsanın hamuru hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir fakrla yoğrulmuştur. Bununla birlikte sayısız maksatları ve sınırsız arzuları, varlığını tehdit eden çeşit çeşit düşmanları bulunan çaresiz bir canlıdır. Ancak insan acizlik ve fakirliğine karşın, kudretiyle her şeyin dizgini elinde, servetiyle bütün hazineler yanında, ilmiyle her şeyin yakınında, aczden sonsuz derece uzak ve müberra, her mekânda hazır, kusurdan mukaddes, eksiklik ve noksanlıktan muallâ, Kâdir ve Gânî yani kudreti sonsuz, hazineleri sınırsız Biri’ne dost ve muhatap olma potansiyeline sahiptir. Bu açıdan o, zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret barındırır.
İnsan kâinat ülkesinin yeryüzü memleketinde Ezel ve Ebed Sultanı’nın aziz bir misafiri, o Sultan’ın gayet dikkati altında bir müfettişi ve halife-i arzıdır.
Değeri ve yüklendiği sorumluluğun önemi açısından; göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindikleri en büyük emaneti omzuna alan insan bu sorumluluğun yerine getirilmesi adına çok geniş bir kullukla sorumlu bir temsilcidir.
İnsana ehemmiyetli bir rütbe verilmesi ve her amelinin, sözünün dikkatli bir şekilde muhafaza altına alınması, büyük bir muhasebenin varlığına işaret eder. İnsan başıboş bırakılmış bir varlık değildir.
İnsanın bir ferdi, hayvanların bir nevi hükmüne geçebilecek bir potansiyele sahiptir.
İnsan ancak iman ve ibadet ile gerçek mânâda kıymet kazanır.
Fıtraten mükerrem olan insan ebed için yaratılmıştır ve ebede gidecektir.
İnsanı yüce makamlara ulaştırıp, cennete lâyık bir kıymet alabilmesini sağlayabilecek, ancak imanın aydınlığı ve nurudur. İman ise Yaratıcı’sıyla insan arasındaki nuranî bağın adıdır.
İnsanın yüksek mertebelere, büyük makamlara çıkabilmesi Yaratıcısını tanımak ve bilmekten geçer. Marifetullah yolculuğunda basamak kaydeden herkes, kendisine ihsanlar eden Zâtı perestiş ölçüsünde sevme derecesine mazhar olur. Böylelikle hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını suistimal etmeyenler ebediyet yurdu olan ahirette, bâkî cennetlere mazhar olacaktır. Yani insan için mutlu bir hayatın esası ve sırrı, yaratılış gayesi ile paralel bir hayat sürdürebilmektedir.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017