İki Kitap Bir Yazar – 15 (Teknolojik Dayatma ve İnsanın Özgürlüğü)
Selim R. Toprak, 27 Eylül 2017İnsan kayıtlardan kurtulabildiği ölçüde özgürdür; ve kalbî, ruhî, zihnî özgürlüğünü kazanabildiği ölçüde de mutlu.
Kâinattaki senaryoya biraz dikkatli bakınca, özü itibariyle insanın araçlaşmak, nesneleşmek, sömürülmek ve diğer varlıkların boyunduruğu altına girmek için yaratılmadığını görürüz. Bunu bize insanın maddi, manevi üstün donanımı ve insanlığın birikim ve aktarımlar üzerinden kurduğu medeniyet söylemektedir. Her türüyle kölelik insan fıtratına zıttır ve onu bunalım ve mutsuzlukların kucağına atar. Modern bireyin derûnundaki sıkıntıları duymamak adına, çözümü maddi tüketim, teknolojik eğlence araçları ve bilinci uyuşturucu farklı metod ve mecralarda aramasının kökeninde esasen bu durum yatmaktadır.
Evet, modern birey (kendisi farkında olsun olmasın) boynuna atılan sayısız kementlerle köleleştirilmiştir ve bu durumun sonucu olarak da mutsuzdur. Günümüzde insan endişeleriyle, korkularıyla, beklenti ve motivasyonlarıyla esaret altına alınmış; fıtratına aykırı değerler ona dayatılıp, empoze edilmiştir. İkilemlerinin, çıkmazlarının, hırçınlık ve huzursuzluklarının temelinde bu yatmaktadır. Zira özünde ahsen-i takvîm (çokboyutlu olarak tam ve en güzel kıvamda yaratılmış olma) sırrını, yeryüzünde ilahî ahlâkın temsilcisi olma şerefini ve Allah’ın muhatabı ve halifesi olma potansiyelini taşıyan bu şerefli varlığın izzeti ayaklar altına alınmış, sürüleştirilmiş ve köleleştirilmiştir. Bu bir realitedir. Özellikle son birkaç yüzyılda (sanayi devrimi ve modernite ile birlikte) bu hâl zirve yapmış ve modern insan acımasız birçok küresel sistem ve yaklaşımın çarkları arasında ezilmiştir ve hâlâ da ezilmektedir.
Bugün insan mutsuz, tatminsiz, bencil ve hırçındır; zira onuru elinden alınmış, izzeti çalınmış; kapitalizm ve postmodernizmin dişlileri arasında tüketici/edilgen konum kendisine layık görülmüştür. İşin acı tarafı ise, insanlar şuuru kadükleştirilmiş kitleler (yığınlar, sürüler, kalabalıklar) haline getirilirken, bireysellik ambalajında kendilerine satılan özgürlük ilüzyonunu gönüllü olarak satın almalarıdır.
Günümüzde durum, transhümanizmin de devreye girmesiyle daha vahim bir noktaya gidiyor malesef. Bir yandan “robotların ve yapay zekanın insanlık üzerindeki tehlikeli hakimiyeti” temalı çok sayıda distopik gelecek senaryosu konuşulurken, diğer taraftan her geçen gün teknolojiye daha tutkun ve bağımlı hale gelen genç jenerasyonların durumu trajik bir ikilem oluşturuyor..
Madde ötesi metafizik derinliklere açılma yeteneği (istidat ve kabiliyeti) ile yaratılmış insanın, mutluluk ve tatmini salt üç boyutlu madde alemine hapsolarak bulması elbette mümkün değil.
“Maddeler alemi, belirli şartlar içinde belirli sebep-sonuç ilişkilerini kanunlaştıran ve bu kanunların kontrol edilebilirliğini , yani istendiği zaman tekrar aynı olayların meydana getirilebilirliğini iddia eden bir determinizme ve mekanizme dayanır. Kâinatta mutlak bir determinizm bulunmamakla beraber, maddî olayların tekrar (tekerrür) etme eğilimlerini kabataslak sezmekteyiz. Sadece sezmek değil, maddedeki bütün bu eğilimden faydalanmaktayız da… Teknik, bu eğilimden insanoğlunun istifadesi olarak ortaya çıkmaktadır. Mineraller, bitkiler ve hayvanlar idamelerini (devamlılıklarını) tabiattaki bu tekrar etme eğilimlerine dayandırmışlardır. Organizma olarak, insan da dahil olmak üzere, bütün varlıklar tabiattaki tekrar etme eğilimlerini benimsemişlerdir. Sadece insanoğlu, hayat ve zeka olarak bu eğilimleri bütün alanlarda, olduğu gibi kabul edememiş, onu kendi idrakine göre yumuşatmaya çalışmıştır. Çağımızda, teknik bile insanı rahatsız etmeye başlamıştır. Makinenin bir ömür boyu mahkum olduğu monotonluk ve bu monotonluğun insan hayatına gittikçe dozunu arttırarak bulaşması, yani adeta birey ve toplum olarak insan varlığının bir mekanizme yuvarlanması yeni bunalımlara vesile olmaktadır. Makineyi esir alan fizik ve maddî kanunlar insanın yakasına da el atmış bulunmaktadır.
İnsan, organizması ile her ne kadar maddî kanunların , fizik ilişkilerin esaretinde ise de hayat ve (kalp yörüngeli) zeka olarak kendisinin bir makine, bir robot haline getirilmesine direnmekte ve apaçık isyan etmektedir. İnsan, organizma olarak tabiata uymak zorunda olmakla beraber, hayat ve zeka olarak bu tabiatı değiştirme, yeniden kurma, kendi sübjektif isteklerine göre tabiat kanunlarını aşma ve ona insanın renk ve damgasını vurma gibi bir tabiata da sahiptir. Yani insanda esasen tabiata ve tabiatın esaretine isyan eden (maddenin boyunduruğu altına girmek istemeyen) bir tabiat vardır. Mineraller, bitkiler, hayvanlar tabiatın boyunduruğunu kabullenmiş ve ona boyun eğmişlerdir, fakat insanlar tabiata “hâkim ve efendi olmak” iddiasındadırlar. “Eşref-i mahlukat” olmak, insanın vehmi değil, tabiatıdır; çünkü onun yaratılışı böyledir. İnsanlar tabiata tapınmak için değil, onu kendine boyun büktürmek için geldiklerini biliyorlar. Teknik (ve teknoloji), insanı tabiata (maddeye ve uzantılarına) köle yapmamalı, bilakis tabiatı insana hizmet ettirmelidir. Pozitif bilim insanı, tabiat karşısında boyun bükmeye ve saygı ile eğilmeye zorlamamalı, güneşi ile yıldızları ile bütün kâinatı insanın (insanca çizgide) hizmetine vermeye çalışmalıdır. İnsan yeryüzüne “Allah’ın halifesi” olarak gelmenin şerefini daima kendi varlığında duymalıdır. Bunu söylerken asla insana layık olmadığı bir statü vermek istemiyoruz; sadece insanın tabiatındaki özlemleri ve onun varoluş sebebini (vücud-u hikmetini) ortaya koyuyoruz. (Ahmet Arvasi, Kendini Arayan İnsan)
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017