Teknoloji Ve Hakikat Arayışı
Murad Ünal, 29 Eylül 2017En eski insan toplulukları bile aşkın bir inanışa sahiplerdi. Tarihi ve arkeolojik çalışmalar sonucu ortaya çıkan gerçek bu. Yani insanlar her zaman kendilerinden üstün bir gücün varlığına inandılar. Hem kendilerinin hem de onları çevreleyen eşyanın varlığının kaynağını ve amacını sorguladılar. Bu sorgulama din ve felsefe olmak üzere iki ana hat üzerinden yürüdü. Bu çabaya hakikat arayışı diyebiliriz. Din ve felsefe bu süreç boyunca kimi zaman yakınlaşıp kimi zaman uzaklaştılar. Eski Mısır ve Yunan gibi antik medeniyetlerde felsefe doğmadan önce, varlık mitoloji üzerinden açıklanıyordu. Karmaşık bir tanrılar hiyerarşisi içinde insanlar yollarını bulmaya çalıştılar. Ancak belirtmek gerekir ki paganizmin egemen olduğu dönemlerde bile tek Tanrı inancına sahip insanlar ve topluluklar bulunuyordu. Bir zamanlar öne sürüldüğü gibi monoteizme evrimsel bir süreç sonucu ulaşılmadı. Derinleşen araştırmalar bunu açıkça gösteriyor.
Felsefe antik yunanda eşyaya dair mitoloji dışında izahlar getirme çabasıyla başladı. Thales (m.ö 546-624) her şeyin yaratıldığı ilk maddenin su olduğunu ileri sürüyordu. Böylece evrenin yaratıldığı ana madde konusu ortaya atılıp mitoloji dışına çıkılıyor ve akla kapı açılıyordu. Daha sonra çağları etkileyen Socrates(sokrat), Platon(eflatun), Aristotales(Aristo) gibi dev isimler zuhur ettiler. Görüşlerinin doğuda ve batıda ciddi etkileri oldu. Bu isimler ve onları izleyen başkaları hem varlığa ilişkin açıklamalara giriştiler hem de arzulanan insan tipi ve toplum düzeni üzerinde durdular. Temel sorular, varlığın kaynağı(ontoloji), bilginin kaynağı ve güvenilirliği(epistemoloji), insan nasıl bir hayat yaşamalıdır? (etik) olmak üzere üç başlık altında toplandı. Bu başlıkların karşılık geldiği şey hakikat arayışıydı. Her filozof ve felsefi ekol bazı ortak noktalar olmakla birlikte bu temel çerçevelerdeki sorulara farklı cevaplar ürettiler.
Hakikat arayışının diğer ekseni olan din ise kaynağını doğrudan yaratıcıya dayandırıyordu. Semavi dinler felsefenin aksine temel konularda benzer hükümler içeriyorlardı. Her filozof bir öncekini reddederek yoluna devam ederken peygamberler birbirlerini destekleyen şeyler söylediler. Felsefenin materyalist ve ateist kısmında kalan temsilcileri dinleri reddettiler. Akla kurulmuş tuzaklar olarak gördüler. Ancak hiçbir filozof ve felsefi ekol bir semavi dinin gücüne ve kuşatıcılığına sahip olamadı. Materyalist, ateist filozofların dinlerin doğuşu ve gelişimine ilişkin açıklamaları çok yetersiz kaldı. Nasıl olup da hiçlikten çıkıp her türlü maddi imkansızlığı aştıkları, çok büyük ve güçlü düşmanlara rağmen yayılabildiklerini açıklayabilmek mümkün olmadı. Ancak sonuç olarak birbirleriyle çatışsalar da din ve felsefe hakikat arayışının temsilcileri oldular. Gelinen aşamada ise teknoloji adeta yeni bir din hüviyetine bürünerek insanlığın temel sorularını anlamsızlaştırmakta. Din ve felsefenin yerini bilim ama daha da fazla teknoloji almakta.
Yeni Teknoloji Din Ve Felsefe
Bilgisayarın gelişimi, dijital devrim, sibernetik ve robotik alanında sağlanan çarpıcı ilerlemeler insanlığa yeni hayaller kurduruyor. Artık teknoloji o kadar vaatkâr ki yaşlanmanın durdurabileceğini, hastalıkların tarihe karışacağını hatta en nihayetinde ölümün bile yenilebileceğini iddia ediyor. Bir kısmı yakın zamana kadar bilim-kurgu olarak görülen diğer kısmı bilim-kurgu için bile ileri sayılabilecek bu vaatlerin gerçekleşebileceğine inananların sayısı her geçen gün artıyor. Modern insan için din devrini tamamlamış ve arkaik bir yapıyı temsil etmekte. Felsefe için de aynı şey söylenebilir. Modern insan gelişen teknoloji sayesinde daha hızlı ve rahat yaşıyor, varlık üzerine düşünecek, karmaşık felsefi eserler okuyacak zamanı yok. Sonuçta yaşadığımız modern dünya tüm bu felsefi görüşlerin bir toplamını yansıtıyor. Modern zihin sadece iyi yaşamayı ve bunu mümkün olduğunca sürdürmeyi amaçlıyor. Sorun şu ki eşyanın tabiatı gerçekleşmeye devam ediyor. Yani hastalık, yaşlılık, ölüm var olmayı sürdürüyorlar. Hayatın içinde kötü sürprizler saklı ve insanlar her zaman işlerini, paralarını kaybetme riskiyle karşı karşıyalar. Her ne kadar teknolojik oyuncaklar çoğalsa ve insana düşünecek zaman bırakmasa da bir noktada kadim sorunlarla yüzleşmek kaçınılmaz. Bu durumda din ve felsefenin kapısını çalmak gerekebilir mi? Hiç de değil! Artık teknoloji bilimin desteğiyle mistik bir nitelik kazanmak üzere. İnsan zihninin dijital olarak kopyalanmasından, insan makina karışımı siborglara, kuantum seviyesine kadar küçültülmüş makinalar ile insan biyolojisine müdahaleye kadar varan seçenekler her sorunun bilim destekli teknoloji eliyle çözülebileceği bir gelecek resmi çiziyor. Bu gelecekte Tanrı’nın varlığına dair soru sormak gereksiz(!) Nitekim Singularity akımının önde gelen temsilcileri de tam olarak böyle düşündüklerini söylüyorlar. Çoğunlukla agnostik olduğunu söyleyen bu insanlara göre tanrının olup olmaması bir önem taşımıyor. Önemli olan insanları tanrısal güçlere sahip kılmak. Büyük olasılıkla hepsi kendilerini modern promoteuslar olarak görüyorlar. Ne olursa olsun insanın aşkın bir güce inanma arzusu ve buna bağlı olarak anlam arayışı sürmekte. Ancak teknolojinin artık buna da verecek bir cevabı var. Gidilen yolun sonu insanı kat be kat aşan bir yapay zekâ tarafından yönetilmek ve onun tanrılığını kabul etmek. Ray Kurzweil tanrı var mı sorusunu cevaplarken bunu açıkça söylüyor. Ona göre tanrı henüz yok ve biz onu inşa ediyoruz.
Dinlerin mensuplarınca çok kötü temsil edildiği, felsefenin ise eski sıkıcı bilgi yığını olarak görüldüğü post modern zamanlarda eski hakikat arayışı büyük ölçüde sona erdi. Artık renkli ve cazip bir dil kullanan bilim ve teknik insanlarının eliyle yükselen mistik teknoloji gerçeğin ne olduğunu söyleyecek. Kurzweil’in sözleri insanların bir kez daha kendi putlarını yaptıklarını gösteriyor. Yalnız bu kez putlar taştan ve ahşaptan olmayacaklar. Dolayısıyla onlardan kurtulmak da eskiden olduğundan çok daha zor olacak.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017