Yeni Dünya

, 15 Eylül 2017

Medeniyet tipi 1’e geçerken ekonomik birliklerin rolünden söz etmiştik. Bu birliklere dahil olmak siyasi ve ekonomik istikrarı arttırarak zenginleşmeye katkı sağlıyor. Dışında kalmak ise tam tersi bir etkiye sahip. Teknoloji’nin büyük katkılarıyla ticari ve finansal bir ağ oluşmuş durumda. Bu sebeple bir ülkede baş gösteren bir finansal kriz kısa zamanda tüm Dünya’ya yayılıp yıkıcı sonuçlara yol açabiliyor. Bu da aslında sınırları aşan küresel medeniyetin ekonomik ayağında epeyce yol alınmış olunduğunu gösteriyor. Ekonomik gelişim hukuktan bağımsız olarak düşünülemeyeceği için uluslararası hukukta gelişmekte. Artık ülkeler daha önce hiçbir dönemde olmadığı kadar birbirlerine bağımlı haldeler. En azından belli bir ekonomik düzeyin üzerinde olanlar ve bu düzeyi yakalamak isteyenler için durum böyle.

 

Ancak küresel ekonominin büyükler lehine işleyen bir tarafı var. Büyük ekonomilerdeki olumlu gelişmeler aynı oranda küçük ülkelere yansımazken, krizler bu ülkelerde daha şiddetli hissedilebiliyor. Kapitalist sistemin doğal sonucu bu.

 

Kapitalizm’in Şekillendirdiği Dünya

 

Bugün yeni medeniyet tiplerinden ve bir dünya medeniyetinin doğuşundan bahsedebilmemizin sebebi bizi bu noktaya kadar getiren kapitalizm. Öyleyse bu sisteme bir göz atmak ve bundan sonra yaşanacak muhtemel gelişmelere bu çerçeveden bakmak aydınlatıcı olacaktır.

 

Modern düşünce kutsalı dışlarken ideolojilerin doğuşuna yol açtı. Modern dönemde sömürgeciliğin, ırkçılığın ve ideolojilerin yükselişine şahit olduk. Sömürgecilik klasik anlamıyla sona erdi. Irkçılık büyük acılara, çatışmalara yol açtıktan sonra lanetlendi ve hararetini yitirdi. Hala korkutmaya ve çeşitli olaylar vesilesiyle kendini hatırlatmaya devam ediyor. Ama en azından bu konuda bir farkındalık ve mücadele var. Modern çağın iki büyük ideolojisinden sosyalizm çökmüş durumda. Kapitalizm ise varlığını güçlü bir biçimde sürdürüyor. Kapitalizm ve sosyalizmin düşünsel temelleri çok eskilere dayansa ve modern öncesi dönemde izleri görünse de tam olarak sistemleşmeleri modern zamanlarda oldu. Sosyalizm kapitalist gelişmeye tepki olarak sistemleşti. Sosyalist hareketler kapitalizmin ehlileşmesine sebep oldular ama müstakil olarak kurulan yapılar başarılı olamadı. İnsanlığa dünya cenneti vaat edip cehennemi yaşattılar. Otoriteye karşı olduklarını ilan edip en otoriter, baskıcı rejimleri kurdular. Piyasayı dışlayan özgürlükleri boğan sistem kendi sonunu getirdi. Kapitalizm ise onca yıldır yaşadığı tüm krizlere rağmen ayakta kaldı. Bugün yaşadığımız dünya iyisiyle kötüsüyle büyük oranda kapitalist düzenin ürünü.

 

Kapitalizm doğası gereği ilerlemecidir. Her zaman daha fazla kazanç hedeflenmeli ve sermaye(kapital) arttırılmalıdır. Artan sermaye yeni yatırımlara kaynak sağlayacak, bu yatırımlar üretimi çoğaltıp kazancı arttıracaktır. Kazanç artışı mal ve hizmet talebini arttıracak böylece üretim artacaktır. Bu birbirini besleyen süreç devam edip gider. Daha fazla üretim yapmak, verimliliği arttırmak için teknolojik gelişim sürekli teşvik edilir. Bu kazanç güdüsü aslında pek çok bilimsel ve teknik atılımın temeli, ateşleyicisi olmuştur.

 

Kapitalist’in geleceğe bakışı genel olarak iyimserlik içerir. Bundan dolayıdır ki kapitalizm tarihi boyunca hep aşırı üretimden dolayı krizler yaşamıştır. Arz talep dengesi önemlidir elbette ama her zaman arzı belirleyen talep değildir. Çoğu zaman arz talebi yaratabilir. Fransız iktisatçı ve iş adamı Jean Baptiste Say (1757-1832) bu durumu “her arz kendi talebini yaratır” sözüyle ifade etmiştir. Bu bakış açısı üretim fazlası olamayacağı, üretimin mutlaka tüketileceği varsayımına dayanır. Bunun sonucu olarak aşırı üretim krizleri kapitalist sürecin parçası olmuştur. Say parayı nötr bir araç sayıyor ve sadece mübadele için kullanılacağını düşünüyordu. Onun için ortada tüketilmeyen bir ürün varsa dahi bu karşılığında değiş tokuş edilecek bir ürün olmadığı içindi. Yani sorun fazla üretim değil eksik üretimdi. Say paranın modern fonksiyonlarını göz ardı ettiği için bu yanlışa düşmüştü.

 

Bu tür eksik ve hatalı değerlendirmelerle kapitalizm sürekli krizler yaşasa bile düzeltmelerle yoluna devam edebildi. Hatta bu düzeltmeler zamanla doğal gelişim sürecinin parçası olarak görüldü.  Krizler sonucu mahvolan hayatlar hiçbir zaman sistemin konusu olmadı. Sonuç olarak kapitalizm bilimsel ve teknik gelişmeyi teşvik edip ilerlemeyi hızlandırdı. Dünyayı küçük bir köy haline getirdi. Singularity başlığı altında hayalleri zorlayan konuların tartışılmasına olanak sağladı. Kapitalizm aynı zamanda bir yaşam tarzı ve kültürü meydana getirdi. Zirvesini Amerika Birleşik Devletleri’nde bulan bu tarzın dünya üzerinde müşterisi çok. Amerikan rüyası olarak adlandırılan ve refah içinde yaşayan geniş bir orta sınıfı ifade eden tamlama artık Amerika sınırlarını aşmış ve dünya insanlarının talebi haline gelmiş durumda. Küresel medeniyete geçişin işareti olarak görülen yeni bir orta sınıflaşma aşamasından geçilmekte.

 

Yeni Oyuncular

 

Orta sınıflaşma sürecinin en yeni ve büyük oyuncuları Hindistan ve Çin. Bu iki çok büyük nüfusa sahip ülkede yüksek büyümeye bağlı olarak hızlı bir orta sınıf oluşumu gerçekleşmekte. Bunun anlamı ise çok daha fazla tüketim talebi ve elbette enerji ihtiyacı. Dünya mevcut ihtiyacı bile karşılamakta sorunlar yaşarken, milyonlarca insanın tüketim açlığıyla sisteme dahil olması kaynakları iyice sıkıntıya sokacaktır. Olacak olan daha fazla doğa tahribi ve ekolojik dengenin geri döndürülemez şekilde bozulmasıdır. Kapitalizmin vazettiği yaşam tarzının terkedilmesi beklenemeyeceğine ve yeni orta sınıflardan daha azıyla yetinmeleri istenemeyeceğine göre artan ihtiyaçları karşılamak için singulatiteryen vaatlerin hayata geçmesi gerekecek. Aksi takdirde eski maltusyen kâbus kapıyı çalabilir.

T. Robert Malthus (1766-1834) klasik ekonominin kurucu babalarından biri olarak kabul edilir. Malthus insan nüfusunun artması sonucu besin kaynaklarının zamanla yetersiz kalacağını öne sürmüştü. Öngörüsü bugüne kadar gerçekleşmedi. Bunun sebepleri ise insana besin olan canlıların insandan daha fazla çoğalmaları ve bilimsel gelişmeyle orantılı olarak tarımsal üretimin artmasıydı. Ancak gelinen noktada dünya nüfusunun büyüklüğü ve artış hızı, buna karşılık olarak ekolojik sistemdeki bozulma ve tarım alanlarının azalması kaygılanmayı gerektiriyor.

 

Kapitalizm doğayı ve aslında insanı bile umursamadan sadece daha fazlasını hedefleyerek insanlığı buraya getirdi. Bu sistemde geniş halk yığınlarının, yani başka bir deyişle insanların çoğunun refahı ve mutluluğu asla önemli olmadı. Sonuç olarak bunca gelişmişliğe rağmen dünya nüfusunun çok büyük bir kısmı çok zor şartlar altında yaşam sürüyor. Bu adaletsizlik aşırılığı, radikalizmi beslerken zenginler cenahında ise ırkçılığı ve farklı olana tahammülsüzlüğü derinleştiriyor. Bu sorunlara mevcut sistem içinden çözümler aranacağına göre bir güncelleme kaçınılmaz. Sorunlar artık tek tek ülkelerin altından kalkabileceği gibi değil. Medeniyet tipi 1’e doğru giderken zaten mecbur olunan bir hedefe doğru yürünmekte. Singulateryen vaatlerin sadece sözde kalması, teknolojik gelişmenin durması görülmemiş bir çöküşe yol açabilir. Artık bir tercih değil zorunluluktan bahsediyoruz.  Peki vaatler gerçekleşirse ne olacak?

 

Singulariteyenler parlak tablolar çiziyorlar ama kapitalist bir geçmiş ve materyalist birikimden beslenen bu insanların teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin daha adil bir sistem kuracaklarına inanmak için bir sebep bulunmuyor. Küreselleşme otomatik olarak fakirliği azaltmıyor. Hatta bazen tam tersi etki yapmakta. Medeniyet tipi 1’e geçildiğinde uzay çağı ile orta çağ birlikte yaşanabilir, yeni bir çeşit kast sistemi doğabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.