Alper Bilgili’nin “Bilim Ne Değildir?” Kitabından Bazı Pasajlar – 9
Enes Bertuğ, 16 Ekim 2017Tarih boyunca yaşanan savaşları ve şiddet olaylarını dine mâl etmek ne kadar bilimsel, ne kadar haklı?
“Yeni-ateistlere göre din milyonlarca insanın savaşlarda ölümünden sorumludur. Kuşkusuz bu iddia da, öncekiler gibi yüzeysel ve ideolojiktir. Oysa detaylı bir tarihsel analiz bu tür kesin iddiaları desteklemeyecektir. Örneğin William T.Cavanaugh, Dinî Şiddet Miti (The Myth of Religious Violence) adlı eserinde dinin savaşlara yol açtığı tezini detaylıca ele almış, bu mitin ulus devleti meşrulaştırmak üzere yaratıldığını, esasen dinî savaşlar olarak adlandırılan savaşlarda dahi, savaşlara yol açan dinî motivasyonlar ile sosyo-politik ve ekonomik motivasyonların birbirine karıştığını göstermiştir. Başka bir ifadeyle, ulus devletin meşrulaştırılması gayesiyle savaşların “dinî olmayan” nedenleri göz ardı edilmiş ve bu savaşlar dinî savaşlar olarak tanımlanmıştır. Cavanaugh, dinlerin etkili olduğunun düşünüldüğü dönemlerde dahi, aynı dine hatta aynı kiliseye mensup siyasi güç odaklarının, kendi dinî görüşlerini paylaşan kişilere karşı başka dinî görüşleri benimsemiş siyasi odaklarla yaptıkları ittifaklara dikkat çeker. Örneğin 16. yüzyılda Katolik Fransızlar, Kutsal Roma İmparatoru olan Katolik Şarlken’e karşı Müslüman Osmanlı ile defalarca kez ittifak kurmuşlardır. Yine, Bizans’ı ve Hristiyanları, Müslümanlara karşı savunmak gayesiyle yapıldığı düşünülen Haçlı Seferleri’nin dördüncüsünde Batılı Hristiyanlar, Hristiyan Bizans’ı yağmalamışlardır. Kuşkusuz bu tarihi olay, din savaşlarının en klasik örneğinin dahi güç elde etme ve ekonomik çıkar elde etme gibi motivasyonlar göz ardı edildiğinde anlaşılamayacağını gösterir.
Sosyo-politik ve ekonomik motivasyonların, kendilerini dinî motivasyonlar olarak nasıl sunduğuna İslam dünyasından da örnekler verilebilir. Kuran, net bir şekilde savunma savaşı dışındaki savaşları yasaklamaktadır. Bu anlamda Kuran’ın, Japon İslam uzmanı Toshihiko Izutsu’nun da belirttiği gibi, kendisinden önceki Arap geleneğine uygun olmadığı hatta onunla çatıştığı dikkatten kaçmamalıdır. Izutsu, İslam öncesi Arap toplumlarının yazılı metinlerini incelediğinde savunma amaçlı olmasa da şiddetin övüldüğünü, haksızlığa uğramadan saldırgan olmanın önerildiğini tespit etmiştir. Bunlar, Kuran öncesi Arap toplumunda çölde hayatta kalmanın gereği olarak görülmüştür. Kuran, bu tavrı yasaklamasına ve sadece savunma savaşına izin vermesine rağmen geçmişte, uluslararası ilişkilerde seküler paradigmaya geçilmediği dönemlerde, düşmanlarına saldırmayı isteyen Müslüman devletler, Kuran’ın bu konudaki engelini aşmak için “dinî” bir çözüm bulma yoluna gitmişlerdir.(..) Zorlama fetvalarla Kuran’ın savaşma yasağının etrafından dolaşılmıştır.”
“Ateist Pol Pot’un, Mao’nun, Stalin’in milyonlarca kişiyi öldürmesinden ateizmi sorumlu tutmayan yeni-ateistlerin, Kuran’a açıkça aykırı eylemlerden İslam’ı sorumlu tutmaları elbette entelektüel dürüstlükle bağdaşmamaktadır.
Siyaset bilimci David C.Rapoport, dinî söylemlerin insanları motive etmek için kullanılmasının sadece geçmişe ait olmadığını, günümüzde de toplumun geniş kesimlerini duygusal açıdan mobilize etmek için dinin verimli bir araç olduğunu ifade eder. Örneğin Avraham Stern tarafından kurulan Lehi (İsrail Özgürlük Savaşçıları) isimli terör örgütü seküler bir örgüt olmasına karşın insanları daha çok etkileyeceğini düşünerek dinî bir dil benimsemiştir. Sekülerleşmenin gerçekleştiği ülkeler arasındaki savaşlarda ise dinî referanslara eskisi kadar başvurulmamaktadır. Bu sekülerleşmiş ülkelerde din yerine başka motive edici, ikna edici unsurlar devreye sokulmaktadır. Dine referansın azalmasına rağmen savaşların bitmemesi ayrıca dikkate değerdir.
Şengör, dini, şiddetle ilişkilendirirken, 20. yüzyılın yani sekülerleşmenin en güçlü yaşandığı ve insanların dine çok daha az referans verdikleri dönemin, tarihin en kanlı yüzyılı olduğu gerçeğini de göz ardı etmiş görünmektedir. Sadece Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda yaklaşık 70 milyon kişi yaşamını yitirmiştir. New York Times yazarlarından antropolog Richard A.Shweder, bu sevimsiz gerçeğin yeni-ateistler tarafından kasıtlı olarak göz ardı edildiğine dikkat çeker. Ona göre bu tarihsel olaylar, militan seküler düşünürlerin inanmak istedikleri “Aydınlanma hikâyesi”ni yanlışlar niteliktedir. Bu hikâyede insanlık dinlerin yarattığı karanlıklardan uyanacak, dünyaya barış ve refah egemen olacaktır. Oysa dinlerin başka ideolojiler tarafından yerinden edildiği 20. yüzyılda, beklenen barış ve refaha yaklaşılamamıştır.
Seküler İngiliz filozof Bertrand Russel da, İnsanlığın Yarını Var mı? (Has Man a Future?) isimli eserinde benzer hisleri paylaşır ve hayal kırıklığını dile getirir. Daha önce bahsettiğimiz gibi bu derin hayal kırıklığı Zweig gibi yazarlar tarafından da işlenmiştir. Shweder’e göre militan seküler tezlerin altında rasyonel sebeplerden çok Aydınlanma projesinin sonuçlarının yarattığı bu tür hayal kırıklıkları ile Aydınlanma hikayesinin bir illüzyondan ibaret olması endişesi gibi psikolojik etkenler yatmaktadır.”
Not: Yukarıda Alper Bey’in kitabından alıntı metinler arasında kullanılan ara başlıkların birçoğu şahsî tasarrufumdur. Yani bu arabaşlıkların büyük kısmı kitabın orijinal metninde bulunmamaktadır. Bir yönüyle okuyucunun işini kolaylaştırmak niyetiyle bu ara başlıklar eklenmiştir. Bilginize.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017