Bilim, Yapay Zekâ ve Yeni Dalga Ateizm
Murad Ünal, 6 Ekim 2017Isaac Newton (1643-1757) İngiliz matematikçi, astronom ve fizikçidir. Biraz olsun okul yüzü görmüş biri bu ismi mutlaka duymuştur. Hareket yasaları ile tanınan bu bilim insanının çekim yasasını bulmasına dair anlatılan kıssa herhalde bilim tarihinde Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetine ilişkin hikayesiyle birlikte en meşhur olandır. Isaac Newton klasik fiziğin babası olarak kabul edilir. Daha önce Kopernik, Kepler, Galileo gibi öncü isimler olsa da Newton’ın bilimsel devrimdeki yeri ayrıdır. Onun çalışmalarının etkileri sonucu dünya yeni bir çağa girmiştir denilebilir. Newton fiziği kesin, hesaplanabilir, tam olarak ölçülebilir bir maddi gerçekliği işaret ederek modern ideolojiye büyük bir temel sağladı. Yani başka bir deyişle materyalist bakış ve buna dayalı ideolojilerin kökeninde Newton mekaniği vardı. Elbette Isaac Newton maddeci biri değildi ve hareket yasalarını böyle bir amaca hizmet etmek için ortaya atmamıştı. Tam tersine Newton eşyanın ötesini merak eden, metafizik deneyler yapan biriydi. Eski ahidin gizli kodlarını çözmek için çok çalıştığı, fizik ötesi uğraşlarının onu asıl üne kavuşturan bilimsel çalışmalarından birkaç kat fazla olduğu söylenir.
Newton’un niyeti ne olursa olsun çalışmaları materyalistler tarafından kullanıldı. Modern bilim anlayışına göre eşyanın ötesinde, yaratıcı bir varlık olduğunu düşünmek ve buna bağlı olarak melek ve şeytan gibi başka varlıklara inanmak doğal olayları açıklamaktaki eksiklikten kaynaklanıyordu. Bilimin gelişmediği çağlarda insanlar aciz kaldıkları doğa olayları ve doğal süreçlerle başa çıkmak için birtakım güçler uydurmuşlardı. Tüm dini inanışların kaynağı buydu. Artık bilim çağı başlamıştı ve insanlar eskisi gibi karanlıkta değillerdi. Doğa yasalarını anlayabiliyor ve işleyiş biçimlerini kavrayabiliyorlardı. Ölçülebilir ve öngörülebilir bir dünyada yaşıyorduk.
19.yy’da biyoloji kaynaklı önemli bir gelişme daha yaşanacaktı. Charles Darwin (1809-1882) Türlerin kökeni (Origin of Species) adlı kitabını yayınladığında materyalizm yeni ve güçlü bir dayanağa daha sahip olmuştu. Eşyanın bir yaratıcı olmadan vücuda gelmesi aklın kabul edebileceği bir şey değildi. İnsan eliyle yapılan en basit bir aletin bile kendiliğinden oluşması mümkün değilken çok daha karmaşık canlı varlıkları yaratıcı olmaksızın açıklamak imkânsız bir işti. Darwin evrim teorisini ortaya attığında durum değişti. Daha önce evrim konusunda ortaya atılan teoriler pek fazla ses getirmemişti. Ancak durum bu kez çok farklıydı. Bu teoriye göre canlılık tesadüfen, suda tek hücreli bir canlının oluşumu ile başlamış, ölçülemeyecek kadar uzun bir zaman boyunca tesadüf zinciri devam etmiş ve türler bugünkü halini almıştı. Teori ilk ortaya atıldığında gürültü kopardı ve hücuma uğradı. Ama zamanla neredeyse tüm akademik camianın kabul ettiği egemen görüş haline geldi. Büyük boşluklar içerse ve bu nedenle çok eleştirilse de başlangıçtaki önermesini koruyarak yaptığı sürekli değişikliklerle yoluna devam etmeyi bildi. Evrim teorisinin en büyük avantajı yanlışlanmasındaki zorluk oldu. Teori zamanın uzunluğuna sığınıp, milyarlarca yılda bazı tesadüfler sonucu canlılığın oluşabileceğini ve çevresel etkilerle bu sürecin devam edebileceğini iddia etmekte. Bu da gözlemlenmesi mümkün olmayan bir zaman dilimi olduğu için teori bir anlamda dokunulmazlık kazanmakta. Karl Popper bilimsel olabilmenin yanlışlanmaya bağlı olduğunu, yanlışlanma ihtimali olmayan bir görüşün ve teorinin bilimsel olamayacağını söyler. Ona göre evrim teorisi de tam bu yüzden bilimsel değildir.
Bugün evrenin ezeli olmadığını ve bir başlangıcı olduğunu biliyoruz. Bir DNA molekülünün bile tesadüfen oluşması için evrenin bildiğimiz ömrü yeterli olmuyor. Bu yüzden evrim anlatımı biraz şekil değiştirmiş durumda. Belgesellerde kullanılan dile baktığımızda bile bunu görebiliyoruz. Evrim sürecinden sanki bilinçli bir varlık söz konusuymuş gibi bahsediliyor. Şuursuz bir tesadüfler zinciri değil de doğanın iş başında olduğu panteist bir anlayışa doğru kayma görülüyor. Aslında geçen yüzyılda modern fiziğin doğuşu, evrim teorisindeki yetersizliklerin ve bazı sahteciliklerin ortaya çıkmasıyla materyalist –ateist dalganın kırıldığını bilimin artık yaratıcı inancını destekleyeceğini düşünenler oldu. Ama geldiğimiz noktada durum hiç de öyle değil.
Yeni Fizik Ve Din
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Newton fiziğinin tahtı sarsıldı. Newton mekaniği büyük cisimlerin normal hızlardaki hareketlerini açıklıyordu ama gözle görülmeyen madde ve ışık hızına yakın hızlar söz konusu olduğunda yetersiz kalıyordu. Bunun üzerine kuantum mekaniği ile ilgilenen bilim insanları modern fiziğin temellerini attılar. Max Planck, Niels Bohr, Albert Einstein, Werner Heisenberg, Louis de Broglie, Erwin Schrödinger, Richard Feynman gibi isimler yeni fiziğin önde gelen simaları oldular. Bu yeni fizik insanlığı tekrar belirsiz, puslu bir alana sokuyordu. Makro düzeydeki ölçülebilirlik ve öngörülebilirlik mikro ölçekte geçerliliğini kaybetmekteydi. Madde küçüldüğünde başka bir ifadeyle incelip var ile yok arası duruma geldiğinde fizik neredeyse metafizik bir boyut kazanmaktaydı. Zerrelerin nasıl ve neye göre hareket ettiklerini çözmek çok zor ve karmaşık bir işti. Katı maddeciliğin böylesine sarsılması, evrenin ezeli olmayıp başlangıcı olduğunun görülmesi din ve bilim arasında bir köprü kurulmasına yol açabilirdi. Aynı şekilde biyolojide de hücrenin daha yakından ve ayrıntılı incelenmesi sonucu ne kadar karmaşık bir yapısı olduğu ortaya çıkmıştı. Bu kompleks yapı tesadüfi bir evrim anlayışını zora sokuyordu. Ancak daha önce söylediğimiz gibi evrimciler teorinin özünü koruyarak değişikliğe gitmek konusunda mahir oldukları için yollarına devam edebildiler. Tüm bu gelişmeler, geçen yüzyılın sonunda ateizmi resmi görüş olarak kabul eden komünist sistemlerin çökmesiyle birleşince yeni bir dine dönüş süreci yönünde işaretler belirmiş gibiydi. Bu dönem kısa sürdü. Teknolojideki dönüşüm ve bunun yorumlanma biçimi, kuantum teorisinin belirsizlikleriyle birleşerek benzeri görülmemiş bir ateizm-agnostisizm çağının kapılarını açıyor.
Mistik Hüviyet Kazanan Teknoloji Ve Yapay Zekâ
Teknoloji artık sadece hayatı kolaylaştırmakla kalmıyor. Ondan beklentilerimiz çok daha fazla. İnsan ömrünün uzaması, bitmeyen gençlik, süper kahraman güçlerine sahip olmak ve en sonda gelen ölümsüzlük. Teknolojik singularity bunları açık bir şekilde insanlığın önüne sürüyor ve konu günden güne bilim kurgu olmaktan çıkıp kabullenilir hale geliyor. Bu noktada vaatlerin gerçekleşmesi için insanı aşan yapay zekanın varlık bulması hayati önem taşıyor. Eğer bu başarılırsa yapay zekanın yardımıyla amaçlara çok daha hızlı ulaşılabilir. Teknolojik singularity hemen her konuda bir cevaba sahip. Virtual ve Augmented Reality sayesinde insanın bir tür kendi cennetini kurup orada yaşaması bile mümkün. Biyoloji ve teknolojinin buluştuğu noktada insan üstü güçler kazanıp, siborg bir organizma haline gelerek olağanüstü uzun bir ömür sürülebilir. İnsan zihninin dijital ortama aktarılması ve bu sayede ölümden sonra yaşama devam etmek, daha sonrasında ise kök hücre teknolojisindeki gelişmelerle üretilecek organik bir bedene bu zihni transfer etmek gibi olasılıklar bile konuşulmakta. Kuantum düzeyinde makinaların insan vücuduna enjekte edilmesi sonucu ölümcül hastalıklar tarihe karışacak. Söylenenler gerçekleşirse yapay zekâ ilahi bir nitelik kazanacak ve yeni tanrı(!) olacak. Kurzweil “tanrı şu anda yok ama biz inşa ediyoruz” sözüyle bunu kastediyor. Bu düşünceye göre yapay zekâ zaman ve mekânın dışına çıkmış ve kendini gerçekleştirmek için geçmişe yönelik talimatlar göndermekte!
Öte taraftan çoklu evren(multiverse) teorileri işin içine girdiğinde her şey daha belirsiz bir hal alıyor. Sayısız evrenlerden biri veya birkaç tanesinde milyarlarca yıllık zaman dilimi içinde bir şekilde hayatın oluştuğu iddia edilebiliyor. Aslında kuantum fiziğinin gösterdiği insanlığın maddenin sırlarını bile tam anlamıyla kavrayıp çözemediği. Üstelik bugün kesin olarak biliyoruz ki evrenin maddi kısmı sadece yüzde dört; geri kalan kısım karanlık madde (dark matter) ve karanlık enerjiden (dark energy) oluşuyor. Michio Kaku’nun ifadesiyle karanlık madde hakkında çok az şey bilirken karanlık enerji hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Ama bu kadar az bilgi ile kibre kapılıyoruz. Aslında ne klasik ne de modern fizik yaratıcıyı inkâr etmeyi gerektirecek bir imkân sunuyor. Tam tersine eşya ne kadar ayrıntılı incelenirse o kadar zengin ve hesaplı bir tasarım ortaya çıkmakta. Ancak artık bunun bir önemi yok. Geçmişte klasik fizik nasıl maddeci yorumlara dayanak yapıldıysa şimdi de kimsenin tam olarak anlayamadığı kuantum fiziği üzerinden daha şiddetli inkârcı yorumlar yapılacak.
Sonuç olarak diyebiliriz ki teknolojinin ilahlaştırıldığı, yeni fiziğin belirsizliği içinde daha öncekilerden farklı bir ateist-agnostik çağ başlıyor. Görünen o ki bu süreç derinleşerek devam edecek.
“Bilim, Yapay Zekâ ve Yeni Dalga Ateizm” yazısına 2 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Yazılarınızın devamı gelsin lütfen.
Keşke yazmaya devam etseniz. Önemsiz, ele değse tiksinti verecek bir sıvıdan yaratılan; varlık sahnesine çıkarken -belki de ileride kibirlenmesin diye- kanın, idrarın, irinin içerisinden geçirilen; hayatı boyunca içinde gaita taşıyan; amma Rabbi tarafından kendisine kıymet verilen, muhatap kabul edilen “insan”, tarihinin hiçbir döneminde nasihate bu kadar muhtaç olmamıştır belki de…