Farklı Bir Perspektiften Singularity – 25: İnsan (7)

, 11 Ekim 2017

Nursî külliyatında insanın ele alınışına bakmaya devam edelim:

İnsan Cenab-ı Allah’ın onun için hazırladığı ortamda, onu donattığı maddi manevi üstün cihazlarla (özelliklerle), ona bahşettiği olağanüstü imkan ve kabiliyetlerle yeryüzüne gönderilmiştir. Kainatta depolanmış, onun için hazırlanmış hazinelerden faydalanarak, akıl ve düşüncesi ile dünyasını imar edecek, gayreti ve  iradesiyle dünya çarkının döndürülmesinde merkezi bir vesile olacaktır.

Sağlam ve sarsılmaz inanç sahibi bir insan, salih amellerle, asıl gayesi olan sonsuz hayata, beka alemine ve mutluluk rüyasına ulaşabilmek için aralıksız var gücüyle çabalamalıdır.

İnsan yapısı gereği Allah’a muhtaçtır. O gerçek anlamda ancak din hakikati ile tatmin olabilir, manevi hissiyat ve duygularını ancak din sayesinde doyurabilir. İnsanın gerçek değeri manevi (ruhani) yönünün olgunlaşması ile ortaya çıkar. Bu ise ancak rahmet, şefkat, gayret, akıl ve şuur temelleri üzerinde mümkündür. Bu olgunlaşma süreci ile insanın, kainatın en önemli meyvesi, yeryüzünün halifesi ve Yüce Yaratıcı’nın en değerli sanat eseri ve sevgilisi olduğunu ortaya koyması mümkün olur.

İnsanın huzur ve itminanı (kalbî tatmini) ve gerçek varlığını hissetmesi ancak, duygularını doyurup, tatmin eden ve aynı zamanda mutlu bir gelecek vaadeden inanç şemsiyesi altında mümkündür.

İnsan iç ve dış yapısıyla, maddi ve manevi boyutuyla bir yaratılış mucizesidir. Bu haliyle o, Yaratıcı bir Sanatkâr’ın varlığına en güçlü bir delildir.

İnsanın üzerinde Allah’ın ilim, irade, kudret, görme, duyma, konuşma gibi mutlak sıfatlarının küçük ölçekteki yansımaları görünür.

Sureten kâinatta insan bir zerre hükmündedir. Fakat insanın taşıdığı kâinat kadar genişleyebilen ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği istidatlara nazaran, bu âlem-i şehadet (madde âlemi) dardır; onu içine alıp istiap edemez. O ruhun arzularını ve o aklın fikirlerini ve o istidatların meyillerini tatmin ve temin edecek, ancak sınırsız ve ebedi olan ahiret âlemidir.

Evet, şu dünya yurdu, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidatların (potansiyellerin, çekirdeklerin) sümbüllenmesine müsait değildir. Demek, başka âleme gönderilecektir. Evet, insanın cevheri büyüktür; öyle ise ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir; öyle ise cinayeti dahi azimdir. Diğer varlıklara benzemez. İntizamı da mühimdir, intizamsız olamaz, ihmal edilmiş olarak kalamaz, abes edilmez, ölümüyle mutlak yokluğa mahkum olamaz ve yokluğa kaçamaz. Onu hem Cehennem ağzını açmış, bekliyor; hem de Cennet kucağını açmış, gözlüyor.

İnsan sınırsız acz ve fakrıyla beraber, Cenab-ı Hakk’a imanı ve bağlılığı ile kudret, zenginlik ve izzete mazhar olmuştur. İşte bu mazhariyetten dolayı, insan hayvaniyet seviyesinden yükselip yeryüzüne halife olma payesini almıştır.

İman sahibi bir insanın kıymeti ihtiva ettiği yüksek ilahî sanatlar ile esma’ül hüsnâ’dan gelen yansımaların nakışları nispetindedir. Aksi halde kıymeti et ve kemikten ibaret fâni ve itibardan düşen maddesinin kıymetiyle ölçülür.

İnsanda iki yön var: birisi, benlik cihetinde şu dünya hayatına bakar. Diğeri, kulluk cihetiyle ebedi hayata bakar. Bu yüzden insanın hakiki insaniyete yükselmesi için, kendisine verilen kalp, sır, ruh, akıl, hatta hayal ve diğer kuvvelerin yüzlerini ebedi hayata çevirerek, her birini kendine layık hususi bir kulluk vazifesi ile meşgul etmesi gerekir.

İnsanın aslî vazifesi külli nazarıyla (bütüncül bakışıyla) varlıkların tesbihatını müşahede etmek ve şahit olmak, şuuruyla nimetlerin arkasındaki rahmani yardımları farkedip bütün varlıklar adına Rabbi’ne küllî şükretmek ve yine varlıkta Rabbani kudretin sanat eserlerini ve mucizelerini temaşa ederek ibret nazarı ile derince tefekkür etmektir.

İnsan vazife ve mertebe noktasında, kâinatın dikkatli bir seyircisi, mevcudatın belagatla konuşan bir dili, âlem kitabının anlayışlı bir mütalaacısı, farklı dillerde tesbih eden yaratılmışların hayretli bir nâzırı ve farklı şekillerde ibadet eden varlıkların hürmetli bir ustabaşısı hükmündedir.

İnsan iman, islamiyet ve insaniyet cihetinde, kulluğu içinde bir sultan, cüz’iyeti içinde bir külli, küçüklüğü içinde büyük bir âlemdir.

İnsan, iman nuru ile yüce mertebelere çıkar, Cennet’e lâyık bir kıymet alır. Ve küfrün yani Allah’tan kopukluğun karanlığı ile aşağıların aşağısına düşer, Cehennem’e ehil olacak bir vaziyete girer.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.