Singularity, Transhümanizm ve Tehlikeler – 2
Murad Ünal, 20 Ekim 2017Bilim ve teknoloji konu olduğunda hemen herkesin zihninde çoğunlukla olumlu düşünceler beliriyor. İnsanlığı karanlıklardan çıkaran, hayatı yaşanılır kılan, her türlü sorunu çözmenin anahtarı, adeta kutsal iki sözcük. Böyle düşünmeyi haklı kılacak gelişmeler özellikle son iki yüz yıla damga vurdu. Şu an ortalama bir ülkenin sıradan insanları bile geçmiş devirlerin hükümdarlarından daha konforlu yaşam sürüyorlar. Tıp konusunda dev adımlar atıldı. Sadece penisilin bulunmadan önce ölenler düşünüldüğünde bile günümüz insanının ne kadar şanslı olduğu anlaşılabilir. Bu gelişme sürecinin bizi getirdiği noktada bilim ve teknoloji adeta ilahi nitelik kazanmaktalar. Bu durumun yeni olmadığı, bilim kutsamasının aydınlanmanın mottosu olduğu, modern düşüncenin temelinin zaten böyle atıldığı söylenebilir. Ama modern zamanlar boyunca bile bilimden ve bununla bağlantılı olarak teknolojiden umulan fayda daha iyi bir yaşamla sınırlıydı. Şimdiki gibi mucizeler beklenmiyordu. İnsan, eksik ve çarpık bir anlayışla da olsa en üst değer olarak kabul ediliyordu. Singulariteryenler ise bilim ve tekniği mucizeler yaratacak aletler olarak görüyor hatta bunun bile ötesine geçerek tanrı inşasına girişiyorlar. Hal böyle olunca da beklentiler de olağanüstü yükseliyor. Tüm sorunların çözüldüğü bir yeryüzü cenneti tahayyül ediliyor. Ancak geçmiş tecrübelere bakıldığında bilimsel ve teknolojik gelişmenin herkes için iyi sonuçlar vermediğini, hatta dünya halklarının büyük bölümüne derin acılar yaşattığını görüyoruz. Amerika, Asya ve Afrika kıtasının yakın sömürge tarihi bunun örnekleriyle dolu. Bilim ve teknoloji, onları geliştirenlerin elinde silah halini alıp, kontrol amaçlı kullanıldılar. Bu güçle egemenler dünyaya istedikleri şekli verdiler. Sonuç olarak dünya nüfusunun çok büyük bir kısmı yoksulluğa mahkum bir hayat yaşarken bu insanların küçümsenemeyecek bir bölümü en uç yoksulluk sınırlarında(extreme poverty) yaşamakta. Oysa mevcut gelişmişlik düzeyinde tablo bundan çok daha farklı olabilirdi. Görülüyor ki bilimsel ve teknik gelişim sorunları otomatik olarak çözmüyor, bazen büyütebiliyor. Yeni teknolojinin farklı olduğu, kaynak sorununu ortadan kaldırarak insanlığın bütününe hizmet edeceği ileri sürülebilir. Ancak bugünkü olanaklarla bile insanlık için yapılabilecek pek çok şeyin yapılmadığını, tam tersine adaletsizliği ve sefaleti arttıracak kararlar alındığını görmekteyiz. Böyle bir zihniyetin bilim ve teknolojinin nimetlerini paylaşmakta çok istekli olacağını düşünmek kolay değil. İnsanlar, sadece gelir kaynağı olarak görülüp belli bir yere kadar tüketim çarkına dahil edilecekler ama yaşamı uzatan, genç kalmayı sağlayan “hassas” teknolojilerden büyük çoğunluk itibarıyla pay alamayacaklar. Konuyu tarihi arka plana kısaca değinerek biraz daha açalım.
Büyük Güç ve Paylaşım
Son birkaç yüzyılı kapsayan, coğrafi keşiflerle başlayıp sanayi devrimiyle sonuçlanan süreçte özellikle batıda eski sosyal sınıflar tarihe karışırken yenileri oluştu. Zaman içinde aristokrasi çökerken burjuvazi yükseldi. Fransız devrimi bilindiği gibi burjuvazinin aristokrasiyi görkemli ve kanlı biçimde tasfiye girişimiydi ve başarıya ulaştı. Sanayi devrimi işçi-emekçi sınıfı doğururken, gelişen ve gittikçe karmaşık hale gelen bürokrasi beyaz yakalı olarak adlandırılan geniş memur sınıflarının oluşumuna yol açtı. Bu süreç yerini sanayi sonrası bilgi toplumuna bırakırken toplumlar bir kez daha şekillendi. Bilgisayarın giderek belirleyici olduğu süreç kendi zenginlerini üretti ve dünyayı sessiz sedasız değiştirdi. Bilgi çağı ve bilgi toplumu olarak nitelendirilen bu dönemin de geride kalmaya başladığı anlaşılıyor. Singularity-transhümanizm sürecinin tam olarak hız kazanması halinde geçen her yıl yenisine kıyasla taş devri gibi gözükecek. En azından iddia bu ve sınırlı da olsa başarılmış bazı işlere bakıldığında bunun mümkün olabileceği görülüyor. Yani söylenenler bilim kurgu değil ve nihayetinde oraya varılacak. Bu durumda süreci yöneten ve kontrol edenler muzzam bir güce hükmedecek. Geçmişin bilimsel ve teknolojik atılımlarını gölgede bırakacak bir sıçramadan bahsediyoruz. Böyle bir gücü ellerinde tutanların gücün sağladığı imkanları herkese eşit olarak paylaştıracaklarını düşünmek saflık olur. Dünya üzerinde herkesin her şeye eşit oranda sahip olması tabii ki düşünülemez; ancak bazı hizmetlerden herkesin asgari oranda faydalanması sağlanmalıdır. Mesela sağlık, eğitim, adalet hizmetleri böyledir. Buna rağmen insanların önemli bir kısmı bu hizmetlerden yeterince pay alamıyor. Dünyanın daha şanssız bölgelerinde yaşayanlar içinse durum çok daha kötü. Bilim ve teknolojinin kazanımları sadece belli bir seviyenin üzerindeki insanlara ulaşıyor. Elon Musk gibiler herkesin musluğundan su akması, evinde televizyon olması, akıllı telefon kullanılması gibi örnekler vererek teknolojinin hayatı toplamda ne kadar iyileştirdiğini anlatıyorlar. Neredeyse halinden şikâyet eden fakir insanları nankörlükle suçluyorlar. Teknolojideki gelişme sonucu yaşamın dünya genelinde kolaylaştığı doğru ama bu müthiş sefaleti perdelemek için kullanılmamalı. Bazı hastalıklar sadece fakirleri öldürüyorsa bu konuda düşünmek gerekir. Singularity- transhümanizm süreci ve mevcut anlayış ve aktörler elinde şimdikinden çok daha adaletsiz bir dünya doğurabilir.
Cesur Yeni Dünya
Yukardaki başlık ünlü ingiliz yazar Aldous Huxley’in(1894-1963) klasik romanının adı. Huxley eserinde bilimin her şeyi ele geçirdiği, insanların bilimin öznesi değil nesnesi haline geldikleri bir geleceği anlatır.
İnsanlar genetik özellikleri belirlenerek dünyaya gelmekte ve bu özelliklerine bağlı olarak kendileri için seçilen kastlarda yaşamaktadırlar. Değerler sistemi çok tuhaf bir hal almış ve aslında hayvani-nefsani bir temele oturmuştur. Sistemin bir sebeple dışında kalanlar ise medeniyetten kovulmuş olarak zor şartlarda yaşarlar. Roman’ın anlattığı dünya bugün çok daha gerçekçi görünüyor. Bazı insanların teknolojinin ve bilimin olanakları ile güçlendirildikleri bir dünyanın eşiğinde olabiliriz. Bu seçilmiş insanlar daha uzun yaşayacak, daha iyi görünecek ve belki de bir gün ölümsüzlüğe(!) ulaşacaklar. En azından bunu düşünecekler. Bilim ve teknolojinin paylaşımı büyük ihtimalle şimdiye kadar olduğundan farklı olacak. İleri demenin yetersiz kalacağı teknolojilere erişmek, parasını verip akıllı telefon almaya benzemeyecek. Çok uzun yaşam, ebedi gençlik, ölümsüzlük, nano teknoloji yoluyla gerçekleştirilecek harikalar öyle herkesle paylaşılabilecek nitelikte değiller. Yakın geleceğin dünyası bu nedenle aynen Huxley’in öngördüğü gibi bir şekle bürünebilir. Fırsat eşitliğinden söz etmenin dahi mümkün olmadığı, her şeyin önceden belirlendiği bir dünya. Bundan sonrası ise “tanrılaştırılmış” yapay zekanın kontrolü bütünüyle ele almasıdır.
“Singularity, Transhümanizm ve Tehlikeler – 2” yazısına bir yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Yazılarınızı keyifle okuyorum. iki noktaya değinmek isterim. kayde değer bulmanız durumunda ilerleyen yazılarda açmanızı isterim.
“Singulariteryenler ise bilim ve tekniği mucizeler yaratacak aletler olarak görüyor hatta bunun bile ötesine geçerek tanrı inşasına girişiyorlar.”
(modern dünyanın yükselişiyle) hükmü sürdürülmeye değer bulunan, aklın insanı getirdiği yerden ötesini vadeden, makul, makbul bir tanrının varlığı, insanın ihtiyari/gayri ihtiyari, ihtiyaçlarından birisi. Mevcutta bulunmayana, icat ederek ulaşmak, eski dünyanın dinlerine çok aykırı bulunuyor olsa da, bence kaydadeğer bir arayış.
“Ancak geçmiş tecrübelere bakıldığında bilimsel ve teknolojik gelişmenin herkes için iyi sonuçlar vermediğini, hatta dünya halklarının büyük bölümüne derin acılar yaşattığını görüyoruz. Amerika, Asya ve Afrika kıtasının yakın sömürge tarihi bunun örnekleriyle dolu.”
Batı medeniyetinin sömürge dönemi ve devamında gösterdiği, “üstünlük”, romantik bir kahraman bekleyen “altta kalmış” halkların, toplumların, her söylendiğinde bütün problemlerinden birden sıyrılmasını sağlayan , içini ve duygularını okşayan amiyane tabirle bir mastürbasyondan başka hiçbir amaca hizmet etmemekte.
Güç zehirlenmesi, bildiğiniz üzere insanı en çok cezbeden dürtülerin başında gelir ve insanlık tarihi boyunca bildiğimiz kadarıyla insanlığın/toplulukların/ milletlerin/devletlerin asla vazgeçmediği bir dürtüdür. Elinde güç olan istediğini alana kadar önüne geleni kılıçtan geçirir, geçirmiştir ve geçirecektir. İstediğini aldıktan sonra fazlasını istemiş ve devam etmiştir. Bildiğim kadarıyla bunun istisnası da bulunmamakta.