

MEHMET POLAT – Bilimin son yüzyıldaki gelişmelerinin tesirlerini incelemek için farklı yöntemler geliştirilebilir. Meseleyi ikiye ayırıp asıl gelişmeler ve avamın fikri yapısının şekillendirmek için kullanılan popüler kültürdeki yansıması olarak işlemek, bu yazıdaki yaklaşımımız olacak.
Son yüzyılda, “gerçekliğin fiili alanı” olarak değerlendirmeyi seçtiğim maddesel alanındaki anlayışımızda bir takım ilerlemeler oldu. Bu alanda daha önceden insanlığın hayal dahi edemediği bir takım gelişmelerin olmuş olması ve bu yazıyı yazıyor olduğum tarihte dünyanın çok kısa bir süre öncesinde yine tahmin edilemeyecek yeni bir ağ türüyle sarılmış olması ve hali hazırda gelişimine şahit olduğumuz enerji ve üretim araçları bu gelişmelerin yalnızca birkaçı. Meselenin ilerde ne tür bir şekil alacağını bilmiyoruz ve 50 yıl öncesinde de şimdi yaşadığımız dünyanın gelişmelerini tahmin edemezdik. Bu ilerleme varlığın bütün yapısı içinde sadece maddi boyut olarak adlandırdığımız kısmın daha iyi anlaşılmasıyla sağlanmış bir ilerleme. Canlılık gibi, bu gün dahi ancak anladığımızla ilgili tutarsız yalanlar attığımız kompleks bir makine formunu sürekli içinde bulunduran bu maddi boyutla alakalı hiçbir şey aslında yeni değil. Sadece ihtimalleri görebilmek için fazla aciz ve cahiliz ve görüşümüz de alışkanlıklarımızla kısıtlı.
Bu alanda yorumcuların kaçırdığını düşündüğüm bir yaklaşım bu. Daha önceden bu teknolojilere sahip olmamamız ve bu imkanları görmemiş olmamızın sebebi bu imkanların inanılmazlığı ya da gelişimdeki maharetimiz değil. Maddenin yapısı konusundaki sonsuz cehaletimiz. İnsanlık olarak bize verilen şeylerle ilgili (belki de yalnızca dikkatimizin yönlendirildiği tarafla alakalı) sürekli şok üstüne şok yaşamamızın sebebi de bu cehaletimiz. Elimizdeki bütün bu daha önceden hayal edilemez olan imkanlarla bile hala cahiliz. Öte yandan bulduğumuzu zannettiğimiz ve sürekli elimize artan bir hızda verilen imkanlar, varlığın bütünü ile ilgili en temel fikirleri tamamen yok saymamızı ve maddi alanın sınırları ile ilgili kafamızın karışmasını sağlıyor.
İnsana inanılmaz gelen bu kadar gelişmenin mümkün olduğu bir zamanda maddesel alanla ilgili bilgimizin her şeyi hali hazırda kapsayabileceği ve tek doğru olduğu gibi yanlış ve tutarsız bir ön kabul popüler kültür araçlarıyla halka yutturulmaya çalışılıyor. Biraz düşününce; bu kadar fazla gelişimin tek bir alanda mümkün olmasının, yalnızca daha önceki cehaletimizin ve acziyetimizin bir kanıtı olmaktan başka bir şekilde anlaşılabiliyor olması ilginç. Varlığın bu en basit görünen alanıyla ilgili daha önceki acziyetimizi ve cehlimizi daha da iyi görebiliyor olmamızın da şimdiki muhtemel cehaletimizle ilgili bir fikri vermiyor olması, üstüne üstlük de beyaz önlük giyen yeni otorite figürlerine itimadımızın artıyor olması da uyuşturulmuş ve kendi beyiniyle düşünmeyen bir yığına dönüşüyor olabileceğimiz riskinin göstergesi. Acziyetin itirafından güvenilirlik çıkması nasıl bakılırsa bakılsın tutarlı değil.
Özetle maddi alanda ne kadar cahilsek madde üstü alanda çok daha cahiliz ve bunların bağlantıları veya varlıkları ile ilgili maddi alandaki gelişmemiz üzerinden ahkam kesmenin bu gelişme ile tutarlı bir bağlantısı yoktur. Manevi alandaki ihtiyacımız maddi alan olarak tanımladığımız alemdeki anlayışımızın artmasıyla tatmin edilemez. Manevi alanın varlığının inkarını da sağlamaz. Aynı şekilde bu iki alanın keskin çizgilerle ayrılması bile gerçeklikle bağdaşmaz.
Bunu daha açıktan görebilmek için “maddi alan olarak adlandırdığımız ve bütünden ayrı olduğunu vehmettiğimiz parçayı” araştırdığımız metoda (ki buna bilim diyoruz) ve bu metodun içinde de en temel yapıtaşlarını inceleyen haline (fizik) değineceğim.
indirgemeci yaklaşımın bilimde kullanımını kısaca açıklayan bir tablo
Kısa ve başarısız akademik hayatımda popüler bilim ve bilim kurgu yazarlarının yaklaşımıyla gerçek bilimin arasındaki bir takım farklılıkları görme fırsatım oldu diyebilirim.
Fiziğin kendisi, matematiği araç olarak kullanan teorik alanda matematiksel modeller ortaya koyup pratik alanda bunların tutarlılıklarını deneyen bir araçtan ileri bir şey değildir. Doğru yapıldığında ilginç gerçekleri ortaya çıkarabilirken aynı zamanda içindeki matematiğin algılanma şekline göre verdiği sonuçlar günlük hayatın anlaşılabilirliğinden tamamen kopabilir. Matematikle oluşturulan bir takım teoriler anlaşılır fiziksel sonuçlara çevrilip test edilmeye çalışılınır. Bununla teoriler oluşur. Bilimde anlayışlarına güvendiğim ve popüler kültürün kirlerinden uzak olan insanlar, teorilerin kurulu olduğu temellerin bir takım test edilemez (en azından elimizdeki imkanlarla) varsayımlar (aksiyom – postülat) olduğunun farkındaydılar. Teorinin başarısının bu varsayımlara bağlı olduğunu bilen ve deneysel verilere göre bu varsayımlarla oynayabilen insanlara, iyi bilim insanları diyoruz.
Aksiyomatik tutumun ve bilimde bu gün hakim olan indirgemeci yaklaşımın anlaşılması için bu yazıya göz atabilirsiniz.
Bunun da ötesinde bilimin varsayımsal doğrular üzerine kurulu olmasının bir takım insanların göremediği (avamın hiç göremediği) bir getirisi de deney düzeneklerinin de aslında gizli bir takım postülatlara göre kurulu olmasıdır. Sorduğunuz soruya göre cevaplar alırsınız ve sormadığınız soruların cevapları eğer çok talihli değilseniz gelmeyecektir. Yani deneysel verilerin “mutlak” olduğu bir açıdan söylenebilirse de bu verilerin de temeldeki ön kabullerden etkilenebileceği gerçeğinin gözden kaçırılmaması gereklidir. (İnsanı anlama iddiasında olan Neuroscience alanındaki bir çok deneyin bu yaklaşımın gözden kaçmasından dolayı aşırı derecede yanlış yönde gidiyor olduğunu söyleyebiliriz. Bazı sorular hiçbir şekilde sorulmadığı için daha nitelikli bir bilimsel anlayışa gidilmesi gecikiyor olabilir.)
Popüler kültürden uzak olan kısımdaki bu soğuk ve nispeten sıkıcı dünyada, teorileri kendilerini oluşturan postülatlarla birlikte görmenin, insanlığın bu alandaki başarısını arttıracak bir yaklaşım olduğunu görmek zor değil. Varsayımlar, bilimin temelinde vardır ve özellikle de fizikçiler bu varsayımların daha az olduğu teorilerin diğerlerinden çok daha şık olduğunu düşünme eğilimindedirler. Teorik fizikçilerin, tarih veya biyoloji gibi çok daha fazla ve belirgin bilinmezliklerle dolu olan ve bunun getirisi olan çok daha fazla varsayımla uğraşılması gereken alanları -özellikle de deneysel imkanların azlığından dolayı- küçük görmesini ve bir kısmının bu alanlara “pseudo science” diyecek kadar ilerlemesini bu açıdan anlamak mümkün.
Bilimdeki (özellikle teorik fizikteki) asıl gelişmeler, bu şekilde ilerlerken, avama bilim diye yutturulan yaklaşımların en büyük farkı, popüler bilimde bu aksiyomatik yaklaşımdan neredeyse hiç bahsedilmemesidir. Bilimin küçük gelişmelerinin verdiği çok çeşitli araçlar sürekli geliştirilip tüketicinin beğenisine sunulurken, aralarından zeki olma takıntısı olan bir takım insana da bilim şekil değiştirilip sunulur. Bu tip yayınlarda görülebilecek temel bir kalıptan bahsedelim. Eğlenceli olması için tasarlanmış olan bu parçalar genelde derin bir anlayışı sağlayamayacak kısalıkta. Öğrenilmesi en azından saatler alacak bir takım meselelerin de aşırı derecede basitleştirilerek yakın zamanda 10 – 15 dakika arası parçalar halinde bu seçkin tüketiciye veriliyor olması dikkat çekici bir problem. Yine bu yapılırken “think big” “smarter every day” gibi basit ve reklamsı sloganlarla süsleniyor olması da popüler bilimin nefse hoş gösterilmek istenen çekici doğası ile ilgili bir takım fikirler veriyor. “Sadece bunu yaparak daha zeki olabilirsiniz ve diğerlerinden farkınızı gösterebilirsiniz. Sizi eğlendirerek zekileştirebiliriz ve bunun için çaba harcamanıza dahi gerek yok.” Bu mesajın biraz daha ilerisine gidersek bilinç altına başarılı bir şekilde işlenen bir başka mesaj buluruz. “Bunları öğrenerek üstün olabilirsiniz ve bizim bunlarla uğraşan adamlarımız bu mantıkta her tür düşünsel meselede herkesten üstündür.”
Eğer bu programlar, dergiler ve kitaplar içeriklerinde bilinç altına yönelik dayatmalar bulundurmasaydı, onları belki toplumun (özellikle gençlerin) bilime ısındırılması için tasarlanmış nispeten masum hamleler olarak görmek mümkün olabilirdi. Bu yazılarda ve videolarda, bilimin yapısına ve insanın mahiyetine dair bir çok isabetsiz-tartışılabilir dayatmadan bahsedebilir. Ancak bu yazıda özellikle bahsetmek istediğim kısım bilimin yapısına dair yukarıda bahsettiğim aksiyomatik yaklaşımın gizleniyor olması. Gizlemek belki ağır bir itham olabilir ancak popüler fizik yazarlarının genelde, teorileri anlatırken her teorinin kendi içinde “self evident” olabilecek ya da ortaya çıktığı zamanda salt halinin gözlemlenmesi mümkün olmayan bir takım ön kabuller üzerine kurulu olması gerektiğinin gösterilmiyor olması buradaki büyük bir eksiğe işarettir. Bu meselenin, bilimin her fırsatta övülen esnekliğinin kaynağı olmasına rağmen bu kadar geride tutuluyor olması ilginç. Özellikle bazı popüler bilim yazarlarının bilime dair bu temel özellikten hiç bahsetmeksizin belirli çıkarımları (özellikle de kendi kapalı varsayım ağlarındaki basit mantıksal sonuçları) sanki inkar edilemezmiş ve bilimin metodu içinde alternatifi bulunamaz tek gerçeklikmiş gibi sunmalarındaki aceleci tavırları, burada iyi niyet olamayacağının göstergesi.
Bu illüzyonun daha da avama inmiş versiyonu ise bilimin gerçekte ne olduğuna dair hiçbir fikri olmayan halkın gözünde “güvenilir” beyaz önlüklü yeni rahiplerin oluşturulmaya çalışılıyor olması. Bilim bir yandan değişkenliği ve esnekliği ile övülürken Aynı bilimin diğer yanda, rahat yaşamak için değişmez kabullere ihtiyacı olan cahil toplumda bir çeşit değiştirilemez gerçeklikmiş gibi pazarlanıyor olması buradaki samimiyet derecesine dair bilgi verecektir. Gerçi metodolojik kısım atlanıp en temel fikri düzeye inildiğinde, kendi varlığının dışından postülatlar üzerine kurulması gerekiyor olan bir sistemin kendi dışındaki her şeyi inkar ediyor olması zaten kendi başına her şeyden büyük bir tutarsızlıktır.
Eğlenceli ve ilgi çekici olması için süslenmiş popüler bilim, indirgemeci yaklaşımdaki nitelik kaybının fikri alandaki bir örneği olarak gösterilebilir
Bunlara ek olarak, sürekli bizden daha eğitimli ve zeki oldukları bize hatırlatılan bir takım söz gelimi “yetkin insanların” da, fikri temel esasları atlayıp (ki başlangıçtaki varsayımlar fikri kısımlardır) buradan çıkarılan bir grup sonucu bize dikte etme çabasında olmaları meselenin hakikatinin tamamıyla avamın aklından gizlenmeye çalışılıyor olduğu fikrini kuvvetlendiren bir veri olarak ele alınabilir.
Akademiler bu açıdan oligarşik yapılar olarak görülebilir. Bir araştırma konusuyla ilgili genel fikir ve tutumlar üstteki bir grup insan tarafından belirlenir ve bu konuda onların A dediğine B demek şaklabanlık şeklinde algılanır. Bu grupların dışında kalan bilim insanlarının yapması gereken ve inovatif olarak değerlendirebileceğimiz kısım, bu ön kabullerin dışına hiçbir zaman çıkmaz. Ayrıca birçok durumda da zaten, kimsenin eldeki meselenin fikri temellerini düşünebilecek ne zamanı ne de donanımı vardır. Sonuç olarak, araçlar ve metodoloji inovatifken temeldeki fikir bir dayatmadan ileri gitmez. Görünüşte bir çok insanın iş birliği ile yapılan bu tür bilimdeki asıl fikri yapı tekelleşmeye olabildiğince müsaittir.
Son olarak; bilimin popüler kültürdeki fikri dayatmadan ileri gitmeyen bu kaba halinin bir tehlikesi de, ilerde akademisyen olacak ve bilimsel gelişmeye katkı sağlaması gerekecek gençlerin zihinlerinin yanlış olabilecek ve farkında bile olunmayan temel postülatlarla kirletilmesi ve bilimin doğasına karşı körleştirilmesidir. Yani yukarıda bahsettiğim temel tutarsızlıklara sahip olan zorlama varsayımlar, yeni nesiller tarafından artık farkında olmadan yapılmaktadır. Popüler kültürde oluşan sapmaların asıl geleneği etkileme eğilimi vardır.
Popüler kültürde yansıması olan bu bozulmadan kişisel olarak haberdarım. Hatta bir derece içinde olduğumu söyleyebilirim. Babam takıntılı bir şekilde bilim adamı olmamı istiyordu ve küçüklüğümde bana tübitak’ın o sıralar çıkan bütün çocuk serisini almıştı. Bir nevi çocukluğum bu konuda belirli odakların tesirinde geçti. 6 yaşındayken bir ansiklopedide yazan dünyanın oluşum safhalarını sıralayabiliyordum. 12 yaşında evdeki vhs playerda Bill Nye denen adamın çocuk şovlarının kasetlerini izliyordum. Bir şey “bilimselse” evimize rahatlıkla girebiliyordu.
Tabi ki bu tip tesirler altında geçen bir çocukluğun bir takım yan etkileri oluyor. Mesela “bir iğne ustasız olmaz” örneği anlaşılırlığını tamamen kaybediyor. İnsanı maddi ve elektriksel parçaların dışında hiçbir şeyden oluşmayan bir şey zannetmeye başlıyorsunuz. “Matematikle her şeyin açıklanabilir olduğu” gibi nereden geldiği belli olmayan garip bir veri kafanızda derin bir yere oturmuş oluyor. Allah, Peygamber gibi başka yerlerden gelen bilgiler ancak sonra bunların arasında girebildiği boş yerleri iğreti bir şekilde dolduruyor. Bu tip bir hastalığı şimdi birçok kişide görebiliyorum. Bilimsel mantığın kırpılmış gerçekleri ile tüm bir maneviyatı açıklayabileceğini zannetmek gibi hatalara düşmek benim gibiler için bir norm oluyor..
Yazının ilerleyen kısımlarında bu meselenin daha da somutlaşması için örnekler sunacağız.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
çok yerinde saptamalar olduğu su götürmez bir yazı.
Hayatı algılamak ve hangi dinamiklerin esiri olduğumuzu anlamanın tek yolu, objektif bakış açısına sahip olmaktan geçiyor. Toplumları etkileyen bütün değerler ve sonradan deneyim yoluyla vücut bulan aksiyonlar belli bir zümrenin refahına hizmet ediyor gibi gözükse de bunu başaran elitlerin hedeflerine odaklanmaları, yenilikleri insanlığa sunmaları ve Arzlarına Talep oluşturmaları taktire şayan bir durum olduğu kabul etmemiz gerekiyor. bunu İnsanlık için doğru mu? kullanıyorlar yada ahlaki bir yaklaşım mı? sergiliyorlar bu subjektif bir durumdur ve bunu güçlü bir irade gösteren ancak kendi felsefesi yönüne çekebilir. bu yaklaşım ise objektif bir bakış açısıdır. Durum tespiti yapmanın en güzel yolu tarihte ki emsal örneklerle karşılaştırma yapmaktır. Makaleye örnek ararsak 1930 yılı öncesi klasik iktisatçıların (adam Smith) Arzın önemine vurgu yaparken 30 yılı sonrası iktisatçıların babası Keynes talebin önemine vurgu yapmıştır. ve bu bugünkü bilim çağına kadar bu şekilde olmuştur. Günümüzde ise öyle midir gerçekten 3D yazıcıları bir arzdır fakat talebini oluşturmaktadır. sosyal medyada ihtiyacımız olmayan bir çok sunulan yenilikleri sorgusuzca kabul etmekteyiz. temel gıdalarda ve giyimde de aynı şekilde her şey karşımıza çıkmaktadır. Bu yazılanı bugün İktisat okuyan bütün öğrenciler bu şekilde öğrenmektedir. Acaba bunu da Doğru mu öğretiyorlar. Gerçekten 30 lu yıllar ile 2000’li yıllara kadar talep dönemi yaşanmış mıdır? Aslında bu da koskoca bir yalandır. Her zaman gücü elinde tutan elitlerin istedikleri şekilde üretim ve tüketim kontrol altında olmuştur. Bu batıda refahı artırmak için, az gelişmiş toplumlara inşaat kültürünü ve pazar anlayışını sunmuştur. Bu dergilerin de en az İki olguya hizmet ettiğini bizlerin görmesi gerekmektedir. Bunlar;
1. Kaynak sorununu gidermek
2. Ürününü ve varlığını yaşatabilmesi için insanları etkilemek. Pazarını oluşturmak.
Bu ürünlerin hedef kitlesi gençler olduğuna göre gençlerin yaşayışları ve alışkanlıkları iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bugün hepsi inanılmaz bir şekilde dışsal bombardımanlara maruz kalmakta ve bu hırçın pazar ekonomisi sadece gençleri değil yaşlıları bile delirtmiş durumda. Burada bir de sunuma bakarak ahlaki yaklaşımı da irdelemek gerekmekte. Biz bunun yozlaştırıldığını görüyoruz. zaten makalede de bu şekilde vurgu var. Durum tespiti aşamasından üreten, etkileyen ve taraftar oluşturan, çözüme endeksi bir bilinç aşamasına geçmek gerekir. Bunu somut ve yalın bir dille yapmak gerekir. İnsanlar kınayacak diye soyut ve ağdalı yaklaşımlar sadece kişinin bizzat kendi nefsine hizmet edecektir. söylenmek istenenin anlaşılabilmesi için yazıdan bir örnek;
“Akademiler bu açıdan oligarşik yapılar olarak görülebilir. Bir araştırma konusuyla ilgili genel fikir ve tutumlar üstteki bir grup insan tarafından belirlenir ve bu konuda onların A dediğine B demek şaklabanlık şeklinde algılanır”
Bugün en yakınımızda olan Oktan Keleş Bey bir çok akademisyenlere ve toplumun otoriter dediği insanlara karşı kendi doğruluğuna inandığı düşüncelerini ne pahasına olursa olsun açıkça beyan etmekte ve bu beyanlarını oldukça yalın ve anlaşılır bir şekilde anlatmaktadır. Bu inanç bir çok otoriteyi ve akademisyeni Beyaz Piramitleri ve daha pek çok şeyleri kabule ikna etmiştir. Akademisyenlere ve otoriteye aykırı bu yaklaşım aslında onların bilgisizliğini gün yüzüne çıkarmıştır. Bilgili kimmiş, cahil kimmiş anlaşılmıştır. Etiket mi? önemli gerçek bilgi mi?