Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri

, 12 Mayıs 2016

René Guénon Fransa’da Gnostik kilisede piskopos iken Hint düşüncesi ve sufizm ile ilgilenmiş, daha sonra müslüman olup Mısır’a yerleşmiş ve yirmi yıl kadar sonra 1951’de Kahire’de vefat etmiştir. Bu yazıda, tasavvufi kavramlar ve modern bilim felsefesinin terimlerini karşılaştırdığı ve eleştirdiği kitabını tanıtmayı, hakkında merak uyandırmayı amaçladım. Ölümünün üzerinden uzun bir zaman geçmiş olsa bile bilim felsefesine getirdiği eleştirel yaklaşımın, ölümünden sonra da değerinin katlanarak arttığına inandığım için ve günümüzde sapkınlıklar içinde yüzen materyalist bilim anlayışı ve bunun üzerine inşa edilen temelleri çürük, insanları da hakikati tanımaktan alıkoyan, teknoloji üzerine kurulu, deccali bir medeniyete karşı almamız gereken peygamberane bir tavır için bu medeniyeti anlamak ve çözümlemek için yazarın tefekkür ürünü olan bu eseri sunmaya, yaklaşımını ve bahsettiği kavramları bir nebze aktarmaya çalışacağım. Zamanımızın dijital teknolojilerinin felsefi altyapısını elbette öncelikle kendi kaynaklarımızla, sonra da bu çeşit tefekkür ürünleriyle daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.

Guénon, öncelikle pozitivist bilim felsefesinin, varlığı ve maddeyi ele alışı üzerinde durmuş. Tafsilatlı bir girişten sonra Akademinin temellerinin dayandığı materyalizmin geldiği noktada, değiştirilmiş, yanlış anlaşılmış ve anlatılmakta olan kavramların gerçekte tekabül ettikleri daha üstün, manevi (ésotérique) kavramları açıklamaya çalışmış. Ancak bu yazıda çok az bir kısmına değinme imkânım olacak. Bununla beraber bu çıkarımlar ile dijital teknolojilerin örtüştükleri noktalarla ele almak istiyorum.

Bizim bugün “madde (matière)” sözcüğü ile kastettiğimiz anlam, aslında tamamen varlığın özünü (essence) göz ardı ederek kullandığımız, ikili bir birlikteliği ifade eden bir kavramın yalnızca bir yüzüdür. Bugün ladinî (profane) bilimler, maddenin hakikate bakan boyutunu göstermekten aciz olduğu için maddeyi “substance” olarak kastetmektedir. Substance ise kelime anlamı itibariyle üst üste konulmuş şeyi ifade eder. Oysa hakikatte “matière” olarak maddenin içeriğinde öz (essence) ve madde (substance) ikililiği vardır. Bugün gelinen noktada maddenin özü nedir sorusuna ise “kuantum” veya “enerji” gibi açıklamalar getirmekte ise de aslolan ikililiği karşılamamaktadır. Substance, maddenin özünün zuhur etmiş, en alt tabakasıdır. Maddenin özü ise onun hakikate bakan yönüdür. Maddenin bu ikililiği antik yunanda, hint düşüncesinde ve skolastik düşüncede de karşımıza çıkar. Örneğin Skolastik düşünürler, maddeyi “materia prima” ve “materia secunda” ikililiği içerisinde incelemişlerdir; ikincil madde, maddenin özünü karşılamaktadır. 17. yy fransız düşünürlerinden Descartes ise maddeyi talihsiz bir şekilde sadece materia prima olarak görmüştür ve maddeyi sadece nicelik açısından ölçmüştür.

Ladinî bilimlerin maddeye olan bu bakış açısı, bilim felsefesinin temel bakış açısıdır ve bununla sadece maddeyi değil, evrenin tüm ilkelerini, insanı, yaratılışını ve dolayısıyla tüm hakikati açıklama iddiasındalardır. Ancak bu bakış açısıyla açıklanabilen ilkeler, varlığın özünün işaret ettiği ilkelerin ve hakikatin yalnızca birer kırıntıları olabilirler. Burada âdeta gölgenin hakikat sanılması söz konusudur. Gerçekte bu kadar materyalist olarak ele alınan varlık, özü itibariyle Hakk’a işaret eder ve onun ilkelerinin yansıması, zuhur etmesidir. Günümüzde varlıktan bahsederken bu ulvi ilkelere gönderme yapılmıyor olmasından dolayı da manevi bir yozlaşmadan söz edebiliriz.

İşte maddenin özünün ve varlığın hakikate bakan yönünün ihmal edilmesi hiç te masum ve zaman içinde bilimin kendiliğinden vardığı bir nokta değildir. Bu iş bilinçli olarak inisiyatik teşkilatlar tarafından her alanda uygulanmaya çalışılmaktadır. Sadece dış dünyaya bakış açımızı değil, bireylerin başkalarına ve kendilerine olan bakış açısı da bu şekle adapte edilmeye çalışılmaktadır. Nicelik ön plana çıkarılarak ve niteliksel farklar göz ardı edilerek bireyler de fizikçilerin atomlarına benzer bir forma sokulmaya çalışılmaktadır. Bu sayede bireyler “birimler” haline sokulacak ve niceliksel çokluklar meydana getireceklerdir. Bu da tekbiçimleştirmeyle (uniformisation) mümkündür; tekbiçimleştirme de birliğin tersi bir duruma götürür; birimler arasında çatışma doğurur ve bireyleri birbirinden uzaklaştırır. Günümüzün demokrasi ve eşitlik anlayışına da bu nazarla bakılabilir.

Günümüzde bireylere nicelik nazarıyla bakma eğilimi vardır ve tektipleştirme de birçok araçla söz konusudur ancak gerçekte iki birey, nitelik farkından dolayı asla aynı olamaz. Leibniz’in ayırt edilemezlik ilkesi (principe des indiscernables) de bunu destekler niteliktedir. Bu ilke gereği de nicelik olarak tamamen aynı iki cisim de hiç değilse zaman ve konum itibariyle farklılık gösterdikleri için asla aynı olamazlar. Ancak yine de bunun üzeri tekbiçimleştirmeyle örtülmeye ve Tevhid İlkesi, uniformisation ile karikatürize edilmeye çalışılıyor. Aslında dünya giderek farklılaşmaya doğru evirildiği için birey ne kadar tekbiçimleştirilirse o kadar az birleşmiş duruma geliyor.

Guénon, kitabın çoğu yerinde niceliğin her alanda niteliğe nasıl egemen olduğundan birçok örnekle bahsediyor. Sanayinin zanaate üstün gelmesi, insanların tarihsel süreçte makineleşmesi ve makinelerin insana çeşitli alanlarda üstün gelmesi bunun birkaç örneği. Bunlar yapılırken de, yani insan makineleşerek makinelerin kölesi haline gelirken elbette eski geleneklerden kopuş ve bir kültür yozlaşması da öne çıkıyor. Niteliğe ve öze ilişkin ilkeler ve kavramlar unutturulmaya çalışılırken bir yandan da bunlar karikatürize edilip bayağılaştırılıyor. Bu noktada da birtakım manevi (ésotérique) akımların saptırılması ile ortaya çıkan bir manevi sapkınlıktan ve bunların modern bilim üzerindeki yansımalarından söz edebiliriz ama bunu da başka bir zamana bırakalım.

Bugün bilim felsefesini anlamak, neyin nerede yanlış gittiğini görmek için bu eser bire bir. Bu konuyla ilgili olarak ta niceliğin bugün dijital teknolojilerde nasıl kendini ön plana çıkardığı üzerinde düşünülebilir. Örneğin bir bilgisayarın hafızasının byte’lardan oluşması ve insan hafızasının da aynı şekilde algılanmak istenmesi de bununla ilgili olabilir. Veya niteliğin göz ardı edilerek sadece uzamın, ölçünün ve ladinî geometrinin nazarıyla insan vücuduna bakılmasını, ve uzuvların makinelerle değiştirilmesi gibi transhümanist fikirleri de bu bağlamda sorgulayabiliriz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.